Yönetmen kardeşler Eshorn ve Ian Nelms’in yeni filmi "Adaletin Eli", ait oldukları Amerika’nın derin ‘güney’ bölgesi esintileri taşıyan ve 1970’li yılların thrillerlarını anımsatan bir polisiye film. Filmin senaryosu ve karakterleri fazla bir özgün yan taşımasa da yine de hikayenin bütünü kendi içinde bir inandırıcılık ve tutarlılık düzeyi tutturmayı başarıyor.
Ancak bizce bu biraz yazık olmuş çünkü senaryoda belli bir hantallık olmasa ve diyaloglar biraz daha özenli yazılmış olsa film, ortalama ve sadece ‘rahatça izlenebilir’ seviyesinin üstüne çıkabilir ve türünde parlak bir yapım olabilirdi. Başka bir deyişle film kanlı dövüş sekansları sıralayarak belki aksiyon açısından tatmin ediyor ama bunlar filme özel bir karakter veya kimlik vermeye yetmiyor!
Konudan bahsedecek olursak: Cash, suçlarla dolu eski geçmişine adeta ‘sünger çekmiş’, eniştesi Finney ve yeğeni Savannah’a yaşadıkları çiftlikte yardım eden bir adamdır. Kız kardeşi (ve Finney’in karısı olan) yüksek dozda uyuşturucu yüzünden erkenden aralarından ayrılmıştır ve bu, hem aileyi derinden sarsmış hem de Finney’in bu olayı atlatmak için alkole sarılmasına yol açmıştır. Çiftlikten beklenen verim alınmaz ve Finney’in zamanında borç aldığı ‘Büyük kedi’ lakaplı yerel mafya babasının adamları aileyi tehdit etmeye başlar. Cash, eniştesinin borçlarını kapatmak ve ailesini korumak için mecburen tekrar kirli işlere dönmek zorunda kalır.
KÜRKÇÜ DÜKKANINA GERİ DÖNMEK…
"Adaletin Eli" aslında şaşırtmayan ama ilgi çekebilecek bir açılış sekansı ile başlıyor: Kısa bir karakter tanıtımından sonra ailenin yaşadığı sorun ve yaşadıkları tehlikeyi görüyoruz. Bizce tadında tutularak fazla uzatılmayan bu başlangıç noktası, başkarakter Cash’in bir kez daha borçlu oldukları mafya babası adına çalışmak zorunda kalmasıyla daha da heyecanlı bir hale geliyor. Ancak uzaktan "John Wick" serisini andıran bu çıkış noktası, hikayenin içine bir intikam olayının da girmesiyle biraz yönünü şaşırıyor. Filmin başında sadece borç ödemek için eskiden dahil olduğu mafya grubuna bu kez bir anlamda ‘parça başı’ iş yapacak Cash, olaylar çok daha kişisel bir boyuta gelince hikaye "Death Wish" serisi boyutuna iniyor. Ve baş karakterin mafyaya iş yapıp kurtulma amacı onların ‘kökünü kazıma’ amacına dönüşüyor. Aslında başlı başına da ilgi çekici olabilecek bu amaç değişimi, hikayeye katılan karakterlerin biraz pasif kalmasıyla daha doğrusu aktif hale sadece dönem dönem gelmesiyle senaryoya bir bütünlük sağlanmasını engelliyor. Hem Cash’a bir süre sonra tam destek çıkan, eski suçlu hayatına tövbe etmiş, ‘cool’ görünümlü rahip hem de yine Cash’in bir ara beraber çalışmak istediği dürüst polis karakteri ya hikayeye çok geç katılıyorlar ya da şöyle bir görünüp sonrasında uzunca bir süre ortalarda görünmüyorlar.
FARKLI BİR MAFYA TASVİRİ…
Eskiden bir suçluyken sonrasında o kasabaya rahip olan ve kasabada kalan tek dürüst polis gibi yan karakterler çok ilginç diyaloglar sunabilecekken bunu çok nadiren yapıyorlar. Rahip Wilder, film ilerledikçe eylem açısından çok aktif bir role bürünse de bunun sebebini, "Ben eski ahite inanırım. Göze göz dişe diş!" gibi hoş açıklamalarla ender olarak söze döküyor. Dediğimiz gibi senaryonun bu derece kısır olması gerçekten yazık!
Onların karşısında olan mafya çetesi farklı bir şekilde çizilmiş: Yerel bir ölçekteyken uluslararası ‘sulara’ açılmayı hedefleyen bu mafya çetesinin başında bu sefer bir mafya babası değil, ‘Büyük Kedi’ lakaplı bir mafya annesi(!) var. Mafyanın özel avukatlığını onun oğlu yapıyor ve çetesinde tetikçiliğini yapan genç adamlar para alan korumalar gibi değil sanki onun manevi çocukları gibi malikanede yaşanan kutlamalara katılıyorlar, geniş bir aile izlenimi veriyorlar. Bütün adamlarını ‘anaç’ bir tavırla karşılayan ‘Büyük Kedi’ yaptıkları (kirli işlerde) ölçüsüz davranışlarda bile onlara destek çıkıyor.
Dolayısıyla bu filmde adeta bir makine gibi işleyen, birkaç önemli isim dışında anonim bir ortamın hakim olduğu ve çıkarın sadece cebe giren parayla ölçüldüğü bir mafya tasviri yok!
Ama bütün bunlar olay örgüsünün biraz basmakalıp kokmasını, karakterlerin ara sıra ‘klişelere’ dayanmasını ve hikayenin zaman zaman ‘repetitif’ (tekrarcı) durmasını engellemiyor. Belki yaşanan (kirli) işlerde belli bir tempo hakim ancak bunlar birçok filmde benzerlerini gördüğümüz ve aşina olduğumuz olaylar…
CİDDİ BİR CASTING HATASI
Rolü için ciddi bir hazırlık sürecinden geçmiş olduğu belli olan Orlando Bloom, kaslı vücudu ve belirginleşmiş yüz hatları ile inandırıcı bir portre çiziyor. Artık kendisine aft edilen temiz, yakışıklı adam rollerinden uzaklaşmak istediği aşikar… Ancak bizce asıl casting hatası Bloom’a sağlam bir denge noktası oluşturması beklenen Andie MacDowell oluyor. Her ne kadar kendisini uzunca süre sonra bir filmde görmek keyif verici olsa ve elinden geldiğince etkileyici bir ‘kötü kadın’ canlandırmaya çalışsa da Dowell bir türlü inandırıcı durmayı başaramıyor. Hatta senaryoya onu olabildiğince kötücül ve zalim göstermek için iki işkence sekansı da eklenmiş ama sanki bu sahneler onun ‘anaç’ tavrını saklamak amacıyla konulmuş gibi duruyor. Ancak şunu da belirtelim: burada oyuncunun yeteneğini ve kariyerini sorgulamıyoruz. Bizce sadece bir yanlış rol dağılımı mevcut!
Sonuç olarak Nelms Kardeşler, türe meraklı sinema severleri memnun edecek bolca dövüşlü, silahların ateşlendiği, kanlı ve hızlı akan bir aksiyon filmi imzalamışlar. Aksiyon tutkunu olmayan seyirciler ise zaman geçirmek için göz atabilirler!