Adaletsizliğe alışmak

Hukukçuların intihar etmesine, baroların ikiye bölünmesine, yargı kararlarının hiçe sayılmasına ve yenilmemek için direnen avukatlığın kimyasının bozulmasına alışmak zorunda bırakıldık.

Abone ol

Geçtiğimiz hafta üç genç hukukçunun intiharıyla sarsıldık. Önce Avukat Mert Akdoğan, ardından 29 yaşındaki savcı adayı Mithat Can Yalman, bir gün arayla yaşamlarına son verdiler. Henüz yazıyı kaleme alırken 32 yaşındaki Avukat Mustafa Çoban’ın da intihar ettiğine, ardından Samsun’da 30 yaşında bir kadın avukatın intihar etme teşebbüsünde bulunduğuna şahit olduk. (Önümüzdeki günlerde ise gündemimizde İstanbul Barosu yönetim kurulu üyeleri hakkında verilen soruşturma izni, görevden alınmaları talebiyle İstanbul asliye hukuk mahkemesine gönderilen davaname ve İstanbul Barosu’nun 23 Şubat’ta gideceği seçimsiz olağanüstü genel kurul olacak.)

Avukat Mert Akdoğan’ın adli yargı hakimlik savcılık adaylığı sınavında 115. olduğu fakat mülakatta elendiği, Avukat Mustafa Çoban’ın ise bir bankada çalıştığı biliniyor. 2013 yılında hakim adayı Didem Yaylalı’nın mesleğe kabul edilmemesi kararına ettiği itiraz henüz idari yargı sürecindeyken HSYK tarafından reddedilmiş ve ardından Yaylalı intihar etmişti.

Bugüne dek avukat intiharları daha sık görülmekte, hakim ve savcı adaylarının intiharlarına daha az rastlanmaktaydı. Bu üç genç hukukçudan savcı adayı Mithat Can Yalman ise intihar etmeden önce X’te içinde bulunduğu durumu anlatan bir paylaşımda bulundu. Hakkında verilen herhangi bir meslekten çıkarma kararı ya da soruşturma bulunmayan savcı adayı, paylaşımında kendisiyle ilgilenen koordinatör hakimden ve mentor savcıdan baskı gördüğünü ve onlar tarafından tehdit edildiğini ifade ediyordu.

Bu durum karşısında Adana Cumhuriyet Başsavcısı Bilal Gümüş ve Adana Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanı Mehmet Ali Çolak’la görüştüğü ve yazdıklarından geçiştirildiği anlaşılıyor.

“Açık konuşmak gerekirse bir adım atılacağını dahi düşünmüyorum” cümlesi ise dikkat çekici. Bunu biraz daha açmak ve kelime kelime değerlendirmek gerekir. Savcı adayı, “bir adım dahi” atılmayacağı düşüncesiyle soruşturmanın sonuçsuz kalacağından değil “hiç başlamayacağından” bahsediyor. “Bu kişilerin böyle olması tüm yargı mensuplarımızın böyle olduğu anlamına gelmiyor” dese de savcı adayı adaletin “kendisi için dahi” tecelli etmeyeceğini biliyor. O kadar ki “umarım hakkım yerde bırakılmaz” diyerek ölümünden sonra başlatılacak soruşturma için dahi endişe duyuyor.

Savcı adayının intiharından sonra açıklananlar ise daha ilginç. Yalman yaşadığı sorunları X platformu üzerinden bağımsız gazeteci İbrahim Haskoloğlu, Ankara Kuşu ve Mücahit Birinci’yle paylaşmış. Zaten X’te paylaştığı intihar notunun sonunda da gazeteciler, haber siteleri, bazı kişi ve kurumlar var.

Ankara Kuşu, “ilgilenecektim” diyor. Haskoloğlu ses kayıtlarında suç unsuru bulamadığını, bu yüzden kayıtları yayımlamaktan imtina ettiğini söylüyor. Mücahit Birinci ise üzüntüsünü belirtmekle soruşturmanın muhtemel sonucunu gösteren savunmayı da ihmal etmiyor; savcı adayının psikolojik sorunları olduğunu ve ilaç kullandığını belirtiyor.

Savcı adayı sorununu kurumların denetim organlarıyla çözemeyeceğini anladıktan sonra çareyi “kişilerde” aramış. Gerçekten, artık kimsenin yaşadığı sorunları “kurumlarla” çözeceğine inancı yok, çareyi birbirimizde arar olduk.

O kadar ki savcı adayı savcılığa müracaat eden bir vatandaş, yardım istediği bu tanınır, etkileşimi yüksek kişiler de birer “Cumhuriyet savcısı” olmuşlar, dosyayı inceleyecek ve bir şeyler yapmak için “harekete geçecekler.” Merhum savcı adayı, şu an AKP’de dahi mevcut bir yöneticilik görevi olmayan, eski MKYK üyesi avukat Mücahit Birinci’den ne yapmasını bekliyor olabilir? Cevaba ulaşmak zor değil.

Hakimlik ve savcı adaylığı için “mülakat” saçmalığı maratonunu ise birden çok Anayasa Mahkemesi kararıyla kaybettik ve peşini bıraktık. Şimdi Anayasa Mahkemesi'nin fiilen var olup olmadığının derdindeyiz.

Peki, savcı adayının intiharına şaşırdık da avukatlarınkine alıştık mı? Geleceğin nasıl olacağını görmek için, mevcut duruma tekrar bakalım.

2024 yılının son günü itibariyle Türkiye’de 199.142 avukat bulunuyor. Şimdi 200 bini geçtiğimize hiç şüphe yok.

31 Temmuz 2024 itibariyle 190.319 avukat bulunuyordu ve bunların 84.393’ü meslekte henüz beş yılını doldurmayan avukatlardı.

24 Kasım 2024 günü, İstanbul Barosu yönetimi 24. çalışma gününde 24. ruhsat törenini düzenlediğini ve 1000. avukatlık ruhsatını verdiğini paylaştı. Bu korkunç istatistik, her 35 dakikada bir yeni avukatın ruhsat aldığı anlamına gelir.

Mevcut hukuk fakültelerinin kontenjanlarının sınırlandırılması ve baraj sıralamasının yükseltilmesi yerine çözüm, genç mezunların bir kısmını “avukatlığın kapısında bekletmekte” bulundu ve 29 Eylül 2024’te sınava girenlerin yüzde 57,33’ü başarısız oldu. Amaçlanan, vakıf üniversitelerinin HMGS başarılarına göre sıralandığı ve ücretlendirildiği yeni bir serbest piyasa ekonomisi yaratmak. Daha da açığı, faturayı öğrenciler ve ailelerine kesmek.

Avukat olduktan sonra ise gençleri bekleyen, baroca atandığı ve görev sorumluluğunun yıllarca devam edeceği bir ağır ceza dosyasında (hala yenilenmeyen mevcut tarifeye göre) asgari ücretin dörtte birinden az bir ücret almak ve bir de bunun vergisini ödemek olacak.

Alışmak zorunda bırakılıyoruz. Hukukçuların intihar etmesine, baroların ikiye bölünmesine, yargı kararlarının hiçe sayılmasına ve yenilmemek için direnen avukatlığın kimyasının bozulmasına alışmak zorunda bırakıldık.

Bu gidişle çok değil yarın, artık kurumların özgürce seçim yapamayacağı bir atama usulüne de alışmamız beklenecek.