Bugüne kadarki tarihi boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin
başına gelmiş en büyük felaketlerden biri olan Başkan Donald
Trump’ın dünyasında bir dönem kilit pozisyonlarda olan isimlerin
kovulduktan sonra medyaya röportajlar vererek ifşaatta bulunması
neredeyse sıradan bir hal. Koltuk, altlarından kayana kadar böyle
bir Başkan’dan talimat almakla ilgili sorunu olmayan tüm bu siyasi
atamaların aslında ne özverili “demokrasi kahramanları” olduklarını
teslim etmemiz için gösterdikleri çaba etkileyici olmadığı gibi
çoğu kez çok da sakil. Bu furyanın son yıldız ismi üç buçuk yıldır
başkanlık koltuğunda oturan Trump’ın üçüncü (şu an için dördüncüsü
Robert O’Brien hâlâ görevde) Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton
oldu. Türkiye medyasında kopyala yapıştır mantığıyla yapılan
haberlere bakılırsa tüm dünya Bolton’ın bugün piyasaya çıkacak “The
Room Where It Happened” (Olayın Gerçekleştiği Oda) isimli kitabını
merakla bekliyormuş!
Halbuki Beyaz Saray’ın kitabın basımını durdurma potansiyelinden
endişe eden Bolton’ın geçen hafta itibarıyla bir kopyasını PDF
dosyası olarak göndermediği tek bir Amerikan medya kuruluşu
kalmamıştı. Bırakın ABD’deki gazetecileri, kitap son 48 saattir
Türkiye’deki Whatsapp gruplarında adeta komik bir video
paylaşılıyor edasıyla büyük bir iştahla dolaştırılıyor. Tabii ki
çoğunun okumaya fırsatı olmamıştı ama birileri okur da anlatırdı
nasılsa.
Ben okudum, hem de altını çize çize…
Bolton’ın anlattığı olayların çoğuna 2019 Mart’ına kadar
Washington’da gazetecilik yaparken bizzat tanık olmuştum. Çoğunu da
haber ve yazı olarak okura ulaştırmıştım… O dönemde yazdığım
gazetenin sansür duvarlarına çarpıncaya kadar elbette. Gazetenin
kör kuyulara gömdüğü kritik ayrıntıların not düşüldüğü defterler de
o ayrıntıları duyan kulaklar da sapasağlam. Dolayısıyla benim
açımdan Bolton’ın kitabı her seferinde iki üç kaynaktan teyit
ettirdiğim bilgilerin derli toplu bir sağlaması oldu. Kitabın
Ankara-Washington hattını sıkı takip eden herkeste benzer bir duygu
yarattığını/yaratacağını tahmin ediyorum.
Olayların tam göbeğindeki bir tanıdığın ifadesiyle: Adam her
şeyi yazmış!
Bolton’ın Türkiye konusunda yazdıklarının kalbinde ABD’deki
Halkbank meselesi var. Sürpriz değil, zira Reza Zarrab ABD’de
tutuklandığından beri Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından Washington
ile ilişkisinin kalbinde hep Halkbank olageldi. Araya 15 Temmuz,
Brunson krizi, Suriye, F-35’ler, S-400’ler falan girmiş olabilir
ama dört senedir Erdoğan açısından kişisel öncelik sırası hiç
değişmedi. Nitekim Bolton da bunu son derece net bir kronoloji
üzerinden ortaya koymuş. Zarrab itirafçı olana kadar diplomasiyi
onu serbest bıraktırıp Türkiye’ye iadesini sağlamak üzerine kuran
Erdoğan, Halkbank’ın eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın
cezası kesinleşince Trump’tan bu kez doğrudan, hiç dolandırmadan
Halkbank ile ilgili talepte bulunmaya başlıyor.
Erdoğan’ın Amerikalı din adamı Andrew Brunson’ı serbest
bıraktırmak için Halkbank konusunda açıkça taviz istediği 2018
yazında ABD’de Halkbank aleyhine düzenlenmekte olan yeni iddianame
henüz bir söylentiden ibaretti. Mesele henüz Hakan Atilla davasının
sağladığı hukuki zemin üzerinden Halkbank’a kesilme ihtimali olan
idari ceza para cezası üzerinden tartışılıyordu.
Ancak Ankara New York’taki Güney Bölge Federal Mahkemesi’nin
(SDNY) bu kez Halkbank’ı doğrudan hedef alan yeni bir dava açma
hazırlığında olduğunu duyuyordu. Erdoğan’ın derdi dava süreci daha
başlamadan dosyanın Trump tarafından sümen altı edilmesini
sağlamaktı. Amerika’da gazetecilik yaptığım dönemde bürokrasi
içinde Erdoğan’ın bu çabasının kişisel kaygılardan kaynaklandığını
düşünmeyen tek bir Amerikalı yetkiliye rastlamadım. Nitekim John
Bolton da o günlere ilişkin izlenimini şöyle kaleme almış:
“Devam etmekte olan soruşturma Erdoğan’ı şahsen tehdit
ediyordu çünkü kendisinin ve ailesinin Halkbank’ı kişisel çıkarları
için kullandığı ve bu süreci ilerletmek için damadını ekonomi
bakanı yaptığına ilişkin iddialar ortadaydı.”
Sofu bir Hıristiyan olan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Brunson
krizinde Ankara’ya karşı son derece sert bir tutum sergilemişti.
Pompeo’nun kapalı kapılar ardında çok daha katı yaptırımları
savunduğunu John Bolton’ın kitabından öğreniyoruz. Pompeo,
Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ın “persona non
grata” (istenmeyen kişi) ilan edilmesi için ABD Dışişleri’nin hukuk
bürosuna hazırlık yaptırmış.
Bu arada yine Bolton’ın notlarına göre 2018 yazında Brunson
krizi nedeniyle yaptıkları telefon görüşmelerinden birinde Erdoğan
Trump’a uzun uzun Brunson ile Fetullah Gülen arasındaki ilişkiden
bahsediyor. Trump telefonu kapattıktan sonra Bolton’a Gülen
meselesini ilk defa duyduğunu söylüyor. Tabii Bolton’ın satırlarını
okurken Erdoğan’ın Amerikan Başkanı’na “Gülen’in adamı” olarak
şikayet ettiği Andrew Brunson’ın Ağustos 2018 tarihli o konuşmadan
sadece iki buçuk ay sonra Amerika’ya dönüşüne izin verdiğini de
yeri geldikçe hatırlamak lazım.
Bolton “Brunson’ı istiyorsan Halkbank soruşturmasını
düşürt” diye özetlediği pazarlıkları anlatırken Dışişleri
Bakanı Pompeo ile Hazine Bakanı Mnuchin’in de kendisi gibi New York
savcılarının onayı alınmadan Türklere hiçbir söz verilmemesi
konusunda hemfikir olduğunu yazmış. Ancak Trump Aralık 2018’deki
bir telefon esnasında Erdoğan’a “New York savcıları hep
Obama'nın adamı. Onların yerine benim yerleştireceğim kişileri
bekle, bu meseleyi halledeceğiz” demiş.
John Bolton’ın son derece şahin fikirler savunan fanatik bir
neo-con olduğu gerçeği Trump gerçeğini sıfırlamıyor. Trump’ın
Gülen'in iadesi gibi başka kritik konularda da Erdoğan’a yerine
getiremeyeceği vaatleri bol keseden verdiğini biliyoruz. Bolton’ın
kupkuru bir üslupla, neredeyse merkeze kripto geçen bir büyükelçi
bilinciyle tuttuğu notların gerçeğe yakın bir versiyon olduğu
ortada.
Ancak Bolton’ın kitabının promosyonu için çıktığı televizyon
programlarından birinde Trump'ın New York Güney Bölge Başsavcısı
Geoffrey Berman'ı görevden almasını Halkbank davasına müdahale
çabasına bağlamasına şahsen ihtiyatlı yaklaşıyorum. Zira Trump’ın
New York Başsavcılığı'ndan intikam alma duygusuyla yanıp tutuşması
için çok daha kişisel gerekçeleri var. Trump’ın avukatları Michael
Cohen ile Rudy Giuliani’nin peşine düşen, Ukrayna skandalını
deşmeye devam eden savcıydı Geoffrey Berman. Dolayısıyla Trump’ın
temel motivasyonunun Erdoğan’a iltimas geçmek olduğunu söylemek
biraz “cambaza bak” hikayesi gibi.
Öte yandan Berman’ın görevden alınmasının dolaylı sonucu
Halkbank davasının düşmesi olabilir mi? Bunu öngörmek kolay değil
ancak dava pekâlâ ertelenebilir. Daha önce de başsavcılığın Türkiye
söz konusu olduğunda siyasi gelişmelere paralel zaman ayarlı
adımlar attığına tanık olduk. Ancak Amerikan yargı sisteminin
-Trump ne kadar üzerlerine giderse gitsin- Halkbank dosyasını
külliyen tarihe gömeceğini hiç sanmıyorum. Trump Başsavcı Pete
Bharara’yı gönderdiğinde Türkiye açısından süreç değişmemişti.
Dahası, kasım seçimlerinde Demokratların adayı Joe Biden’ın
başkanlık koltuğuna oturması durumunda bu kez intikam
motivasyonuyla hareket etme sırası sistem içindeki başka aktörlere
gelecektir.