I ME CE ekibi, "Mızıkçısın Sen" sergisinin aktarılmasına, anlatılmasına çok önem vermiş. Her gün mekanda vakit geçiren ekip, sergiye adımını atan herkesin yarattıkları hikâyeye dahil olmasını, çılgın sarı banyo ördeğinin sarı mutfak beziyle olan meselesini bilmesini istemişler. Dışarıdan hikâyesini bilmeden baktığınızda tamamen bir eğlence gibi gözüken serginin sakladığı karanlık hikâyenin sırrını, ziyaretçilerle paylaşmışlar.
Hayal kurmaya, kurdukça hayallere daha çok yaklaşıldığına inandığım için kafasında bin fikir döndüren bir tipim. Şu anki işimle, gücümle, yaşadığım yerle alakası olmayan bir sürü fikri defterlere yazar, panolara çizer, ona buna anlatırım. Gel gör ki başlamak için hep bir “ama”m var gibi hissediyorum. “Ama finansman yok”, “Ama Türkiye’nin şu anki durumu uygun değil”, “Ama buna ayıracak o kadar zamanım yok”, “Ama insanların anlaması zor”, “Ama bana bir ekip lazım”, ama ama ama...
Bugün “ama” demeyen bir ekibin hikâyesini anlatacağım. Benim de benzerlerinin hayallerini kurup da amalarla bariyer koyduğum bir dünyayı gerçek kılanların hikâyesi. “Acaba bir parti mi yapsak, içinde sanat olsa, üretim olsa?” diye oturan üç arkadaş, Efe Göle, Esra Önel ve Mina Gürsel Tabanlıoğlu... Yaratıcı bir şey olsun deyip günlerce kapanıp fikir geliştiriyorlar ve iş, partiden sanat inisiyatifi yaratmaya kadar geliyor. Ekim 2019’da o “bir olay ve bir deney” olarak I ME CE ortaya çıkıyor. I ME CE, bana sorarsanız yine de bir partiye dönüşüyor; yaratıcılığın, yaratıcı insanların buluştuğu, kaynaştığı, güzel vakit geçirdiği, ürettiği, sahnelendiği bir parti... Efe Göle, süreç içinde Londra’ya taşındığı için yola ikili olarak devam eden Esra ve Mina’yı dinlerken tüm projenin gerçekten de imece usulü gerçekleştiğini anlıyorum. Bir cesaretle bir yola çıkıyorlar, yolda arkadaşlar ediniyorlar, projelerini hep beraber kurguluyor, alanları hep beraber buluyor, sponsorluk için tanıdık, tanımadık her yere başvuruyor, yol üstünde de tüm bu süreci nasıl daha iyi yönetebileceklerini öğreniyorlar. Hep insanlarla, katılımcılarla yoğurulan bir sürecin içindeler. Cevap vermekten ziyade, sorular soruyorlar.
NEDİR BU I ME CE?
Ben I ME CE ile ikinci projeleri olan DISKO-19 sergisinde tanıştım. O zamandan sonra takibe başladığım bu eğlenceli ve yaratıcı ekibin üçüncü projesi, bu yaz başında açılan Lütfü’nün Mızıkçısın Sen sergisi, bende iyice merak uyandırdı ve Esra ve Mina’dan hikâyelerini anlatmalarını rica ettim. Onlar anlattıkça ben cesaret aldım, heyecanlandım, mutlu oldum. Pandemiden hemen önce kurulmuş I ME CE’yi hiç görmediğim ilk projesiyle tanımak isterdim, diye düşündüm. Şimdi anlatacağım kolektif ortamı gözlemek, bir parçası olmak isterdim.
I ME CE ekibi, yaptıkları fikir alışverişlerinden sonra, açık çağrı ile sanatçıları bir araya getirerek atölyeler ve sergiler yapma fikri ile yola çıkmış. Galeri ortamından, steril sanat anlayışından kaçarak birlikte, eğlenerek ama bir o kadar da ciddi üretimlerin yapıldığı bir ortam hedeflemişler. İki şartları varmış: Açık çağrıya başvuran sanatçılar mekansal üretim yapsın ve bulundukları alanda yapacakları üretim, gözleme açık olsun. Birkaç sanatçıyı kapsamayı planladıkları proje, gelen yüksek başvuru sayısı ile yaşları 25 ila 65 arasında değişen 40 sanatçıya kadar çıkmış. Sanatçıların portfolyoları incelenmiş, I ME CE 1.0 projesine dahil olması planlanan sanatçılara ekibin bulduğu mekan gezdirilmiş, katılımcıların fikirleri alınmış. Ekip genişlemiş, 10 asistan da aralarına katılmış. Şişli'de atıl bir alan olan eski bir AVM’de 40 sanatçının ortak kullandığı 7 bin metrekarelik bir alanda, mekanın mimarisinden de faydalanarak iki buçuk ay boyunca eserler üretilmiş, atölyeler yapılmış, konuşmalar düzenlenmiş. Sürecin sonu da 10 gün süren bir sergiyle taçlanmış. Hiçbir sanatçıya sürecin sonunda çalıştıkları eserin tamamlanması şartı koşulmamış. Önemli olan ne çıktığı değil, nasıl ortaya çıktığıydı bizim için diyorlar; üretim beraber olsun, yaşayan bir alan oluşturalım, o ruh mekana sinsin, izlemeye, sürece dahil olmaya gelenler, projeyi izleyenler hem bu imece ruhunu hem de projenin konseptinin anlatmak istediği hikâyeyi algılasın.
PANDEMİ DİSKOSU VE SARI MUTFAK BEZİNİN STARLIĞA YÜKSELİŞİ
Aralık 2019’da sergi bitmiş ve yeni birlikte üretim planları yapılırken, hepimizin çok farkında olduğu üzere, pandemi patlamış. Planlarımız çoktu ama adapte olmakta da gecikmedik diyor ekip. Bu kadar birlikte olmaya, birlikte üretmeye inanan, ilk başta parti fikriyle bir araya gelen bu ekip, pandemiyle yaşamı da bir partiyle ele almış ve DISKO-19 projesini geliştirmiş. Parti, bizim için insanların bir arada olması, bir sinerji, o halde neden bir parti fikriyle geri dönmeyelim diye düşünmüşler. DISKO-19, I ME CE ve sanatçılar Elçin Arpaçay, Merve Heper ve Emine Sandal tarafından öngörülen bir normalleşme olarak tasarlanmış. Bu yeni garip düzende nasıl bir arada olabiliriz? Özlediğimiz insanlarla birlikte olabilmek için nasıl uçuk fikirler geliştirir, nasıl bir hayali festival alanı yaratırız? Kafamıza şemsiye takıp mı dans ederiz? İçkileri robotik bir bardan mı alırız? Bu zihni sinir fikir çizimlerinin yanı sıra, dijital bir tuval üzerinde çalışmışlar beraber. Bir şekilde çevrimiçinde birlikte çalışma ortamını sağlayıp bu çalışma ile ortaya çıkan dev tuvali, Meşrutiyet Caddesi’nde sergi yaptıkları mekanda adeta bir mabede yerleştirir gibi yerleştirmişler. Birlikte olmanın neşesi, mutluluğu, güzelliği böylece kutsanmış.
Bu karma sergiden sonra, pandemiye ayak uydurmanın farklı yolları, Lütfü’nün size vitrinden sapsarı parladığı için önünden geçerken kafanızı çeviremeyeceğiniz Mızıkçısın Sen sergisi ile araştırılmış. Lütfü’nün üretim süreci de meraklısına açılmış, serginin hikâyesi kolektif olarak kurgulanmış, I ME CE 1.0’da yer alan asistanların yüzlerinin kalıpları alınıp sergi konsepti çerçevesinde sergide yer almış, baştan sona her detayıyla bir hikâye anlatan, çok sevdiğim sergide, hikâyenin bir parçası olan ayaklarınızın altında ezilen seramikler açık çağrıyla diğer seramik atölyelerinden toplanmış. Lütfü’nün kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak tamamen kendi ürettiği seramiklerde herkes kendinden bir şeyler bulmuş. I ME CE ekibi, bu serginin aktarılmasına, anlatılmasına çok önem vermiş. Her gün mekanda vakit geçiren ekip, sergiye adımını atan herkesin yarattıkları hikâyeye dahil olmasını, çılgın sarı banyo ördeğinin sarı mutfak beziyle olan meselesini bilmesini istemişler. Dışarıdan hikâyesini bilmeden baktığınızda tamamen bir eğlence gibi gözüken serginin sakladığı karanlık hikâyenin sırrını, ziyaretçilerle paylaşmışlar. Bu sergi ile, kolektif üretimin üzerine bir adım daha atarak seyirciyle diyaloğu artırıp aradaki bariyerleri kaldırmayı amaçlamışlar. “Sanatçıların ortaya çıkardığı iş, bembeyaz soğuk duvarları olan bir müzede, galeride, ışıklar altında duran bir iş olmaktan çıkıyor. Beraber kurgulanan, malzemesi beraber alınan, çivisi bile beraber çakılan, hikâyesi herkesle paylaşılan bir işe dönüşüyor. Kutsal olmaktan çıkıp daha ulaşılabilir diyaloğa açık oluyor.”
NASIL FONLANIYOR BU I ME CE?
Sergilerini geziyorum, güzel hik'ayelerini, planlarını dinliyorum ama kafam tabii ki Türkiye’de sanat üretmek, sanat alanı yaratmak isteyenler tatsızca yüzleştiği o ana soruya takılıyor: Nasıl fonlanıyor bu projeler?
I ME CE ekibi, başta anlattığım gibi, sürece büyük bir hevesle, balıklama dalıp, fon bulma konusunu da, yüzmeyi bilmedikleri bir denizde öğrenerek, yolda öğrenmiş. “İlk zamanlarda konuyla ilgili/ilgili olmayan herkesi kitliyordum, büyük bir şevkle uzun uzun projemizi anlatıyordum” diyor Esra. I ME CE’nin hikâyesini, amacını 2 dakikada nasıl anlatırız, nasıl bir asansör konuşması yapabiliriz diye günlerce çalışmışlar. Her yeni projede farklı bir sponsorluk konsepti oluşturmuşlar ve bu konsept çerçevesinde mümkün olan herkese ulaşmışlar. “Sunum perisi” Mina, sunumlar hazırlamış, fon sağlayabilecek kişilere, yapı marketlerden boyacılara, ışıkçılara, büyük markalara, LinkedIn’den bile potansiyel gördüklerine atmışlar bu sunumları. Her durumda düşük maliyetlerle alan kurmak ana hedefleri olmuş. Bu süreçte yaratıcı kolektif fikirler de yardımlarına koşmuş. “İlk sergide ışığa verecek paramız yoktu, inanılmaz kötü beyaz bir floresan ışık aydınlatıyordu eserleri, birinin fikriyle bütün ışıkları kırmızı bantla kapladık. İki gün boyunca bütün mekanın ışıklarına hep beraber kırmızı bantlar yapıştırdık da açtık sergiyi,” diye anlatıyorlar.
Zamanla bütçe yönetimini ve sponsor arayışını daha iyi öğrenmişler. Yine de şunu not etmekte fayda var; I ME CE’nin amacı kar eden bir kuruluşa dönmek değil; sanatçılara küçük de olsa katkılar yapabilen ve yeni sanatçılara, fikirlere alan açan sürdürülebilir bir inisiyatif olmak. Eser satışlarından elde edilen gelirler, bir sonraki sergiyi yapmak üzere kullanılıyormuş. Yani bir sanatçının sergisi, diğer sanatçıya alan açıyor.
I ME CE’nin çıktığı bu yol uzun, eğlenceli ve bir o kadar da ciddi ve bilinçli. Aralık ayında Türkiye’de bütün kadınların karşılaştığı bir mesele ile karşımıza çıkmayı planlıyorlarmış. Sanatçılar belirlenmiş ve güçlü bir alt metin için bir araştırma grubu kurularak çalışmalara başlanmış. Üretirken eğlendiğimiz, birbirimizden öğrendiğimiz ve ciddi üretimler ortaya çıkardığımız bir süreçte, gündemdeki konuları kendi tutumuzla ele alacağız, diye anlatıyorlar. Bu yeni imecenin bakış açısını gözlemlemeyi, üretimin meyvelerini tatmayı merakla bekliyoruz!