Son Barselona yazısının konusu, ‘Devlet’in meydanıydı. Şimdi,
ismini ve itibarını halkının kendisi için verdiği mücadeleye borçlu
olan meydanda sıra...
Dört bir yanında heykeller var ama ne yaparlarsa yapsınlar,
bodur sayılabilecek derli toplu tıraşlanmış ağaçların arasından
başlarını uzatıp bir türlü kendilerini gösteremiyor ve meydana
damga vuramıyorlar; sesini duyurmaya çalışan, bağırıp çağırmadan
başarılı olamayan çocuklar gibi. Heykellerin hemen yanında
serpiştirilmiş irili ufaklı havuzlar, çeşmeler ve fıskiyeler, sabah
akşam şarıldayan ve nasıl oluyorsa belli bir albenisi olmasına
karşın yine de kendini pek gösteremeyen küçük havuzlar. Havuzların
hemen önünde sıra sıra dizilmiş banklar. Caddeye yakın ve bir daire
şeklindeki meydanı çevreleyen banklar. Evsize barksıza ev olan
banklar. İlk sıradaki banklarda yer bulamayan yorgunlara, nefes
aldıran arka sıra bankları. Önlerindeki bodur bitkiler nedeniyle
oturduğunuzda meydanı göremediğiniz, buna mukabil meydandan biraz
olsun saklanıp rahat etmek istediğinizde size yardımcı olan
banklar. Bankların hemen önünde, meydanı çepeçevre saran ve dört
bir yanından çıkışa izin verecek kadar boşluk bırakan bodur
bitkiler. Bitkilerin hemen önünde bu kez meydanı seyir için
konulmuş ve arkadakilerden daha şanslı olduğunu düşünenlerin
oturduğu, yemek yediği, sigara içtiği, sızdığı, yankesicilik
yaptığı, dalıp gittiği, boş boş oturduğu, poz verdiği, öpüştüğü
‘loca’ konumundaki ön sıra bankları.
Ön sıra banklarının hemen önündeki geniş meydanın, ilk ve asfalt
olan en büyük halkası. Bu halkanın içinde yer alan ve ortasında
yıldız motifli asıl meydan halkaları. Asıl meydanın üzerinde
yaşayan herkes ve her şey. Hakikaten, herkes ve her şey. Meydanı
bir ucundan diğerine yürümek için, "dünya bir sahnedir" dercesine
kullananlar, meydanda yatanlar, meydanda oturanlar ve
yuvarlananlar, meydanda kaykay yapanlar. Ve bunu yapar, kaykay ile
olmadık hareketler denerken popo üzeri oturup etrafı belli belirsiz
süzdükten sonra kimsenin ilgilenmediğini fark etmelerinin ardından
bu kez daha büyük bir hırsla kendisini sergilemeye çalışan
sivilceli ergen oğlanlar. O ergen oğlanlara bakıp dalgasını geçen,
zihinsel açıdan hiç kuşkusuz daha erken gelişmiş ve bunun tadını
çıkaran ergen kızlar. Meydanda yemek yiyenler, meydanda sarhoş
olanlar, meydanda halihazırdaki sarhoşluklarını kutlayanlar,
meydanda ellerindeki bir Avro'luk ışıklı fırıldakları olabildiğince
yükseğe atmaya çalışan göçmenler. Bu işi yapmaya çalışan ve her gün
yüzlerce kez aynı hareketi yapıp kaç kuruş kazandığını bilemediğim
göçmenler. Diğer satıcı göçmenler ile kavga eden, sigara isteyip
aldıktan sonra bir anlık sigara kardeşliğinin verdiği samimiyet
duygusundan olsa gerek hemen ot isteyip istemediğini soranlar. Loca
olamamış arka sıra banklarda yatan evsizler. O evsizlerin hemen
ayak dibinde huysuzlanan ama kendisini, kendi huysuzluğuna dahi
ikna edemeyecek gibi görünen çirkin ve uyuz köpekler. Köpeklerin,
evsizlerin, ışıklı fırıldak satmak için birbirini yiyip
bitirenlerin, yankesicilerin, kafası bulanıkların, yalnızlıktan
delirmiş ve önüne gelene laf atmak isteyenlerin inadına, onların
tam karşılarında dikilen İspanyol Kredi Bankası -Merkez Bankası-
büyük alışveriş merkezi ve Mac’in iki katına yerleştiği ışıltılı,
‘Ben en pahalısıyım, pek havalıyım’ dercesine ışıklandırılmış koca
bina. Daha neler neler. Dibe vurmuşların karşısında, meydanı
çevreleyen irili ufaklı heykellerin ve havuzların, çeşmelerin, tam
ortasında yaşanan birbiriyle ilgisiz hayatlar. Fotoğraf çektiren
turistler. Feysbuk pozu veren turistler. El insaf, feys pozu için
elektrik direği öpen turistler! Feys pozu için bir eli direkte,
diğeriyle ufku gösteren ve bir ayak yana doğru hafif kalkmış poz
veren kadın turistler. Öpüşürken kendilerini çekebilmek için bir
eliyle kadının belinden tutarken diğer eliyle fotoğraf makinesini
ayarlamaya çalışan ve tam bu sırada öpüşmeye çalışırken göz ucuyla
makineye bakmak zorunda olduğu için ne öpüşebilen ve ne de fotoğraf
çekebilen gerçek üstü turist erkekler.
Meydana açılan geniş caddeler. Pahalı markaların ve Gaudi
evlerinin havasını yol boyu atan ve Gracia Mahallesi'nden süzülüp
gelen cadde. İstiklal’i andıran, mağazalarla ve güzel yapıların
yanında çirkine de yer veren, eski şehre giden cadde. Ve hepsinden
değerlisi, denizden gelen ve her denizden gelenin esintisiyle
gelen, denizden gelenin kokusuyla ve denizin kiri ve yosunuyla
gelen, eski binaları, kalabalığı, pejmürdeliği ile yetmiş küsur yıl
önce Franco’ya karşı koymak için bir araya gelmiş on binlerce
Cumhuriyetçi’nin yürüdüğü, heyecan verici, herkesi barındıran ve
akşam vakti ayakta duramayan bir ayyaşın, bir evsizin, herkesin
gözünün içine bakarak edepsizlikler yaptığı, bir başkasının
köşesinde oturup hüngür hüngür ağladığı, bir diğerinin bağırarak
kalabalığın üzerine yürüdüğü, zabıta görünce koşmaya başlayan
seyyar satıcının ve diğerlerinin kirli mekânı, Rambla Caddesi…
İşte bu caddelerin birleştiği ve Rambla ile kesiştiği köşesine,
milli kahramanları Francesc Macia anıtını kabul eden, İspanya
Meydanı’nın yanında pek mütevazı ancak bir ucundan ona bakıp
"Görkem ve güzellik sende ama beni seviyorlar, Allah çirkin şansı
vermiş" diyen, İspanya Meydanı’nda işi bitince ayrılanların gelip
geç saatlere kadar oturduğu ve herkesin var olabildiği, adını hak
eden meydanın adı, Plaça de Catalunya. Çok
çekmişler Franco’dan. Ve bu yüzden, eşit yurttaş olduklarını belki
de en çok bu meydanda hatırlıyorlar. Catalunya adı verilmiş bu
meydanda. Mücadele ile, üzüntü ile, acı ile, coşku ile, zafer ile
döşenmiş bütün taşları. Katalanlar’ın hak ettikleri meydan. Tadını
çıkarıyorlar...
Hesapta yoktu doğrusu ama madem yazının sonunda bu kadar yer
verdim La Rambla Caddesi'ne, şimdi onu da anlatmazsam hatırı kalır!
Bir sonraki Barça yazısı, La Rambla üzerine olsun…