Adıyaman’ın vurulan son gavuru: Gavur Hacı

Bugün Adıyaman Kalesi etrafındaki kültürel kaynaşma sadece bir nostalji halini aldı. “Huzur Kenti” yakıştırması söylentiden öteye geçemiyor ve bir temsiliyet örneği olarak cenazesi kılınmış Gavur Hacı elbette ki gayrimüslim değildi ama ustalığı onu gavurlaştırmışken Adıyaman’ın toplumsal vicdanındaki son kurbanlardan oluverdi.

Abone ol

A. Hamit Akın

DUVAR - Adıyaman’dan İstanbul’a bir otobüs firmasıyla yola koyulduğumda koltuk arkası TV’de Suç Ordusu (L’Armée du Crime) adlı filme denk gelmiştim, “Bir yanlışlık olmalı, bu filmi nasıl burada izletirler?” diye şaşırmıştım. Çünkü ne de olsa Adıyamanlı bir gavurun 2'nci Dünya Savaşı sırasında Fransa’daki komünist faaliyetlerini ele alan Fransız yapımı bir filmdi bu. Esasında olması gereken, Adıyamanlıların filme konu olan hemşehrilerini yani Misak Manuşyan’ı tanımasıydı. Adıyaman Kalesi’nden Fransa’ya göçün hikayesiydi bu.

Adıyaman Kalesi’nin hemen dibinde dönemin Ermeni zanaatkarlarının yerli ustalara bıraktığı Oturakçı Pazarı vardır. Köylü retrosunun göz bebeğidir burası. Çulcu, nalbantçı, bakırcılar hep burada hünerlerini göstermişler. Kürt ve Türkmen aileleri çocuklarını bu Ermeni zanaatkarların eline vermiş, o silsile de bugüne kadar devam etmiştir. Halklar arasındaki etkileşim o kadar fazladır ki, bugün “gelom, gidom” (geliyorum, gidiyorum) şeklindeki kullanımlar Adıyaman ağzına Ermeniler’in Türkçe’sinden geçmiştir. Fakat zamanında Adıyaman Kalesi’nin dibinde yaşayan gavurlar birer birer, kafile kafile göçertilmiş, sürümüş ya da kırılmış, kimileri de Adıyamanlı müslümanlar tarafından kurtarılmıştır. Kale çevresinde yaşayan gayrimüslimler bir umut yaşadıkları Adıyaman’dan, Kıbrıs Harekatı’yla beraber tamamen göçmek zorunda kalmışlardır. Böyle bir tarihsel hikayesi vardır Adıyaman Kalesi’nin.

Bu devamlı etkileşimin yaralı bir şekilde de olsa devam ettiği 1960’larda yine Kale’ye yakın Varlık Mahallesi’ne Çiçek ailesi göçer. Malatya Doğanşehir’den gelen aile çoğunlukla müzikle uğraşan bir ailedir. Çiçek ailesinin bir ferdi olan 1952 doğumlu Hacı da babasının zoruyla müziğe başlar. Babası da keman çalan Hacı Çiçek, gavur icadı olan bu aleti yine babasından öğrenir. Kemanın yayını iki defa kafasına vuran babası “temiz çal” der ve Hacı Çiçek de korkusundan kemanı öğrenir. Söylediğine göre sonraları düğünlere gide gide kemanı ilerletir. Adıyaman’ın köylerindeki düğünlerde de yörenin müziğini daha bir iyi tanır. Namı yavaştan yayılmaya başlayınca da Antep’teki barak köylerinin düğünlerinde çalmaya başlar, böylece barak’ı da daha yakından tanıma fırsatı bulur.

ADIYAMAN'IN ÜNLÜ GAVURLARI

Esasen Adıyaman’ın gavurları ünlüdür: Egop Dayı’sı vardır, Suç Ordusu filmine konu olan Manuşyan’ı vardır, edebiyatçı kimliğiyle bilinen Lüsan Bıçakçı vardır, Agos yazarı Muzaffer İris vardır. Son dönemde sıkça zikredilen “Huzur kenti” yakıştırması da böyle bir geçmişten miras kalmıştır aslında. O zaman Ermeni dile gelmiş şarkı söylemiş, müslümanı cümbüş çalmış. Pekiyi Hacı Çiçek’in gavurluğu nereden gelmektedir?

Tek mülkü kemanı olan Hacı Çiçek’in namı iyice yayılmış, adı Dilber Ay’a, İbrahim Tatlıses’e kadar gitmiş. Rivayete göre Dilber Ay’la çalıştığı bir dönemde Gavur Hacı oturur ve kemanı çalmaya başlar. Kemandan iniltili sesler çıkararak çaldığı için Dilber Ay “etme gavur Hacı hanın harab olmaya” der ve o tarihten sonra bu adla anılmaya başlar. Ama ekler Gavur Gacı: “Gavurluktan razıyım”. Kemanını 30-35 sene boyunca da elinden düşürmez ve Adıyaman’ın müziği Şirvani ile barakı kendi müziğinde bir araya getirme cesareti gösterir. Adıyamanlılar ona “he babo he”, Antepliler “heye gardaşım heye” diyerek; Dilber Ay “ölme Hacı ölme” diyerek hep bağrına basar.

Burada Gavur Hacı’nın dahil olduğu müziğin içeriğine odaklanmak gerekiyor. Şirvani ve Barak genelde kamuya açık mekanlarda veya köy meclislerinde çalınan türlerdir. Müziğin meclis ürünü olması ise akla zorlama da olsa “jam session” kavramını getiriyor. Bilen bilir; müzikte melezliği, türler arası karışımı sağlayan şey türün “evrenselleşmeye” başlaması, daha geniş kitlelere dağılmasıdır. Yerel müzikte bu icra biraz daha kapalı bir etki içinde ortaya çıkar. Gavur Hacı bu iki tür arasındaki etkileşimi sağlarken bir yandan iki şehir insanını ve kültürünü de bir araya getirmiştir. Çünkü (bir klişe olmaksızın) bir şehrin hikayesi orada üretilen müzikte dile gelir.

Harfane ve Barak Gecelerinde çalan Gavur Hacı, yerel müziğe saf bir yerden yaklaşmıştır. Piyasanın değmediği, ticarileşmeyen, dinleyiciyle daha yakın temas kuran bir yerdir bu bahsettiğim. Bu yüzden popülerlik kaygısı taşımayan bir müziğe dahil olmuştur. Evlerde yapılan bu müzik, dinleyici ile müzisyen arasında bir ticaret anlaşmasından çok bir ortak üretimdir, çünkü bu ilişkide iki taraf da birbirine normalden fazla yaklaşmıştır. Fakat zaman içinde yerel TV kanallarının artmasıyla beraber Sıra Gecesi, Barak Gecesi veya Harfane Gecesi gibi toplanmalar millileştirilmek ya da milli folklor altında sınırlandırılmak istenmiştir ve dolayısıyla dinleyici ile icra arasına bir set çekilmiştir. Hal böyle olunca da dinleyici bahsettiğimiz gecelere neredeyse turistik bir algıyla yaklaşmaya başlamıştır. İşte Gavur Hacı bu gecelerin turistikleşmeden önceki ve sonraki sınırını belirleyen çizgide yer alır. Herkes tarafından sevilmesi de böyle açıklanabilir.

'İBRAHİM TATLISES'İN KEMANCISI ÖLDÜRÜLDÜ'

Gavur Hacı günden güne nam salmaya başlasa da müziği hiç değişmedi, hatta benzer tonlarla aynı zevki vermeye devam etti. Müzikte henüz çok aktif bir dönemdeyken, melezliğin sınırlarını zorlarken ve herkes onu daha çok dinlemeye, sevmeye başlarken toplumsal hafızanın sakat tarafı tekrar hortladı. Bir bayram günü vurdular yine Gavur’un birini. O gavur bu sefer Gavur Hacı oldu. Ertesi gün haberlerde şöyle bir geçti: “İbrahim Tatlıses’in kemancısı öldürüldü”.

Bugün Adıyaman Kalesi etrafındaki kültürel kaynaşma sadece bir nostalji halini aldı. “Huzur Kenti” yakıştırması söylentiden öteye geçemiyor ve bir temsiliyet örneği olarak cenazesi kılınmış hayaleti Gavur Hacı elbette ki gayrimüslim değildi, ama ustalığı onu gavurlaştırmışken Adıyaman’ın toplumsal vicdanındaki son kurbanlardan oluverdi. Aynen Adıyaman’ın yerinden edilmiş, kimliği değiştirilmiş veya katledilmiş Ermenisi ve Süryanisi gibi. Bugün Adıyaman’daki kilise neredeyse boşken, Aleviler kentin çeperinde yaşamaya devam ediyorken kaynaşma nostaljisi ne kadar mümkün olabilir? Belki de halen söylenegelen “Huzur Kenti” söylemini Gavur Hacı’nın kemanına, Egop Dayı’nın sesine, geçmişin hafızasına daha fazla kulak vererek yaşatmak mümkün.