Dil eğitiminin ilk dersi hep o soruyla başlar. “Adın ne?” Her
tür konuşmanın, tanışmanın ilk adımıdır adını sormak, adını
söylemek. Bazen taşıdığımız isimlerin tarihini, gerekçesini öğrenir
sahipleniriz bazen de kendimizi yeniden doğurmamız gerekir ve kendi
adımızı kendimiz seçeriz. Her iki durumda da adını sahiplenmeye
dönük bir çaba vardır. Onu gerçekten kendinin kılma hali. Çünkü
adınla anılırsın şu dünyada.
Maraş’ta 120 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın 39'uncu yıl
dönümünde HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul’un imzasıyla Maraş,
Sivas ve Gazi katliamları hatırlatılarak, benzeri provokasyonların
önüne geçilmesi amacıyla Meclis bünyesinde bir araştırma
komisyonunun kurulması talebiyle verilen önerge reddedildi. HDP,
ister tarihten ister bugünümüzden olsun, can yakıcı konularda
verdiği önergelerin reddine alışık. Ancak bu sefer ret gerekçesi
kendi içinde ayrı bir araştırma önergesini hak ediyor. Toğrul’un
önergesi, içinde geçen “katliam” ifadesi gerekçe gösterilerek
reddedildi. Adıyla andım seni, denildiği için yani.
KABA VE YARALAYICI SÖZLER
Önergenin iade nedenine ilişkin Meclis Başkanı İsmail Kahraman
tarafından yapılan açıklamada TBMM İçtüzüğü’nün 67'nci Maddesi’ne
gönderme var. Önergenin sıkıntı yaratan cümlelerini hatırlayalım:
“Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Aleviler,
cumhuriyet tarihi boyunca katliam ve baskılarla karşı karşıya
kaldı. Sivas ve Maraş, Çorum, Gazi ve Malatya katliamları, Türkiye
tarihinin utanç verici katliamları olmaya devam etmektedir.”
TBMM İçtüzüğü’nün 67'nci Maddesi’nde ise şöyle deniyor: “Genel
kurulda kaba ve yaralayıcı sözler söyleyen kimseyi başkan derhal,
temiz bir dille konuşmaya, buna rağmen temiz bir dil kullanmamakta
ısrar ederse kürsüden ayrılmaya davet eder. Başkan, gerekli
görürse, o kimseyi o birleşimde salondan çıkartabilir. Başkanlığa
gelen yazı ve önergelerde kaba ve yaralayıcı sözler varsa, başkan,
gereken düzeltmelerin yapılması için, o yazı veya önergeyi sahibine
geri verir.”
Ez cümle; Meclis’i katliamın kendisi değil, katliam denilmesi
yaralıyor. Etkisi bugüne kadar süren tarihi bir gerçek kaba
bulunuyor.
19 Aralık 1978 Maraş Katliamı’nın 39'uncu yıl dönümüne sayılı
günler kala, Kahramanmaraş Valiliği , “huzur ve güven ile milli
güvenlik ve kamu düzeni ortamının bozulmaması” gerekçesiyle anma,
yürüyüş, basın açıklaması ve benzeri tüm etkinlikleri 12 Ocak 2018
tarihine kadar yasakladığını duyurmuştu. Tabloyu bütünlemek adına
bunu da hatırlatmakta fayda var. Katliam gerçeğinin kendisi değil
katliamın anılması huzur ve güvenliği tehdit ediyor.
Oysa gerçek değişmiyor: Bombalı, cenazeli, “halkı” galeyana
getirmeli nice provokasyon adımıyla ince ince örülen Alevilere,
solculara dönük Maraş Katliamı’nda 19 Aralık ile 26 Aralık 1978
tarihleri arasında resmi rakamlara göre 120 insan, bağımsız
kaynaklara göre 500’ün üzerinde insan öldürüldü. Alevilere ait
200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın iş yeri tahrip edildi.
Tanıklar anlattı, araştırmacılar kayda geçti. Şimdi siz bu gerçeği
başka tür adlandırmaya çalıştığınızda gerçeğin kendisi, yaşanmış ve
yaşatılmış olan değişmiyor. Siz bununla halleşemediğinizi itiraf
ediyorsunuz sadece. Adını veremediğinizi ısrarla.
Adını koymamak sadece geçmişi inkâr anlamına gelmez, gelecek de
tehlikeye girer çünkü inkâr edilenin, cezasızlıkla kuşatılanın,
zımni onay verilenin tekrar etme tehlikesi vardır.
SU ÇÜRÜRSE NE EDERSİN?
Ahmet Telli o unutulmaz “Su Çürüdü” şiirinde onuruna
kastedilmeye çalışılan insanın sesini ölümsüzleştirmişti:
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca
anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri.
Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli
bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden
sızan
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu
da?)
Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıtla
yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini,
kül
edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
İÇ BİLGİ
Dönüp dönüp okurum bu şiiri. Adını bile unutturmaya
yeltendiklerinde hatırlaman gerekendir buradaki hakikat. Yalan önce
adından başlar. Sistematik kötülük keyfi çeperini gün geçtikçe
genişletir. Ta ki herkes ve her şey anonim kılınıncaya kadar. Su da
çürüdüğünde arta kalmazsın ne de olsa. İç bilgidir bu.
Yol denetimi sırasında gözaltına alınan ve sorgusu sırasında
Antalya Emniyet Müdürlüğü binasından atlayarak intihar ettiği ileri
sürülen 19 yaşındaki Murat Araç’ın hikâyesine başka tür bakmayı
gerektirir o iç bilgi. Şırnak’ın İdil ilçesinde zırhlı polis servis
aracı, evinin önünde oynayan dört yaşındaki Umut Ö. adlı çocuğu
ezmişken, tarih silsilesini adıyla anmayı gerektirir yine. İHD
İzmir Şubesi, 2016 yılı ile Ekim 2017 arasında zırhlı araçların
karıştığı olaylarda 29 kişinin yaşamını yitirdiğini, 34 kişinin de
yaralandığını açıklamıştı. Kasım ayında Şırnak’ın Cizre ilçesinde
çok süratli olduğu belirtilen zırhlı polis aracı sekiz yaşındaki
Ruken Cansırı’ya çarparak ağır yaralanmasına sebep olmuştu.
Coğrafya ve halk rastlantı mıdır sahi? İntihar ve kaza hangi adı
konulmamışlıkların bahanesi?
Sırf sormak bile iyidir. Adı şu demek sonra. Adlı adınca
demek.
Köşeye kıstırılan yalan her şeyi ele verir sonunda.