Adresini şaşırmış öfke

Yıllardır biriken öfke ve nefret serseri mayın gibi serbest kaldığında en kolay adrese yöneliyor; ötekilere, yabancılara, mültecilere... Bu maalesef muhalefetin de iktidarın da işine geliyor. Çok tehlikeli. Herkesin sonsuz dikkatli olması gerekir.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Twitter gündemlerine bir bakayım dedim dün. Sonuçta memleket en son neyle çalkalanıyor bilmek lazım. Bir yandan da tek umut memleketin kendisinin Twitter’da çalkalanan şeylerle çalkalanmıyor olmasında. Sosyal medyanın bir toplumun genel ruh halini değil, sınırlı sayıdaki bir sosyal medya kullanıcısının hissiyatını ifade ettiğini hatırlamak rahatlatıcı oluyor bazen. Üstelik kullanıcı ilgisi de kolaylıkla dağılıp giden bir ilgi. Bir bakıyorsun bir anda #VatanEldenGidiyor diye galeyana gelen kitle, saatine kalmadan #InstagramHesaplarıÇalınıyor” diye etiket çakıyor. Allahtan yani... Fakat öfke bir yerde sabitlendiğinde de tedirgin oluyorsun.

İşte dünden hatta belki birkaç günden beri böyle. Öfke belli bir “adrese” kilitlenmiş görünüyor: #Suriyelileriİstemiyoruz, #Afganlarıİstemiyoruz, #VatanEldenGidiyor #PKKYakıyor. Dünden beri en çok ilgi gören etiketler bunlar. Bir ara ne söylediğini tam hatırlayamasam da #Aşıİstemiyoruz minvalinde bir etiket de günün en popüler etiketleri sıralamasında ilk beşe girdi. Tamamı birbiriyle ilişkili aslında. Serseri mayın gibi adresini arayan bir öfkeye adres gösteren etiketler. Sadece toplumsal muhalefetin değil, AKPMHP seçmeninin de altında toplandığı etiketler...

Aslında bugün başka şeyler yazacaktım. Şu ara okuduğum bir iki romanı ve bir iki filmi biraz anlatayım istemiştim... Sezen Ünlüönen’in, İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman başlıklı ikinci romanından söz edecektim. Bilhassa kurgusunu çok beğendiğimden, kitabın genel olarak güzel olduğundan ama ilk kitabı Kıymetli Şeylerin Tanzimi’ni daha çok sevdiğimden filan... Sezen Ünlüönen romanlarını okumam ikidir Kuşadası’na denk geliyor. Balkonda ayağını uzatıp romanlara dalmak çok güzel. Üstelik bu yıl başköşedeki sedire de el koymuştum. Kitabı bitirince yine kayınvalideme bıraktım. Okumuş. Telefonda “kendisine” anlatıyor. “Entel mentel muhabbetler var, oraları atlaya atlaya okudum. Bitti. Güzel. Ama romandaki aşk da öyle, entel işi bir şey. O kadar da sevmedim” diyor. Entel işi aşk var yani arkadaşlar, haberiniz olsun. Ama tabii insanda okuduğu ya da izlediği şeylerden söz etmek için de dinlemek için de bir heves kalmalı...

Heves meves de yok kimsede

Neden bilmiyorum, şu günlerde orada burada kimi zaman savunmak kimi zaman öfke kusmak için kullanıldığına rastladığım “genç Afgan erkekler” sözcüğünde ürküten bir tını var gibi geliyor bana. Sağlıklı, genç, diri... Bir alt metin. İnsanlıktan çıkarmak isteyen bir şey. Ülkemize doluşacağına savaş cephelerine sürülebilir vs. Onlara yönelik öfkenin altında biraz da bu dile geliyor. Cihatçı Taliban örgütünden kaçanlar da -IŞİD’den ya da Esad zulmünden kaçanlar gibi- kendi vatanlarına ihanetle suçlanıyor! Sanki savaşarak ülkelerini geri almalarına dünya izin veriyormuş gibi.

Biz izin veriyormuşuz gibi? Suriye'de kendini kurtarmış, bir denge ve istikrar kurmuş birçok yerleşim yeri yeniden altüst oldu... AA bile küçük bir miktar yağma haberi yapmak zorunda kalmıştı. Hatırlıyor muyuz?

Kaçıyorlar. Çünkü dünyanın birçok köşesinde “sıradan insan” yaşadığı toprağı “vatan” yapabilmek için kanını akıtması gerektiğine ikna olmuyor artık. Saraylarda yaşayanların kendilerine “vatan millet” edebiyatı yapmasına, ölümü yüceltmesine saf gibi kanmak istemiyor. Kan ve gözyaşının hiç dinmediği bir coğrafyada ölümünün ne işe yarayacağını bilmek istiyor. Canını ve sağ kalan yakınlarını despot liderlerden, işbirlikçilerinden ve soytarılarından kurtarmaya çalışıyor. Milyonlarca insan birkaç parça eşyasını, suyunu ve erzakını plastik çantalara dolduracak vakti bulduysa kendini şanslı sayıyor ve yollara düşüyor.

Dünya tarihi yer değiştirmelerin ve yerinden etmelerin tarihi maalesef. İstilaların olduğu kadar göçlerin ve ilticaların tarihi. ABD kolonileştirme ve göçlerle kuruldu. Avrupalılar bir yandan Amerika kıtasına, Asya’ya ve Afrika’ya yayılıp durur ve buraları sömürgeleştirirken bir yandan da kendi içinde oradan oraya aktı. Dışarıdan gelenlerle de demografik olarak yüzyıllar boyunca şekilden şekle girdi. Sömürdükleri ülkelerden, savaştıkları ülkelerden, seviştikleri ülkelerden her yerden ama her yerden yüzyıllardır göç aldı. Mülteci aktı... Akmaya devam ediyor.

İnsanoğlu oradan oraya başını sokacak yer aramaktan kurtulamıyor.

Bizim insanımız aramıyor mu? Ama can güvenliği ama ekonomik nedenlerle on yıllardır ülkeyi terk edenler 6,5 milyonu aşkın bir nüfus oluşturuyor. Türk diasporasının nerelere yayıldığına buyurun bir bakın. Sadece Almanya’ya Fransa’ya değil, Macaristan’dan İzlanda’ya, Ukrayna’dan Japonya’ya her yere gitmişiz. Gitmeye devam ediyoruz.

Yeri geliyor “her yerde Türk var” diye övünüyoruz, bakanlar filan gururlu açıklamalar yapıyor. Karşılaştırmak gibi olmasın ama Almanya’da 3 milyona yakın bir Türkiyeli nüfustan söz ediliyor. Elbette onların Almanya’daki varlığı bugün bizim yaşadığımız “mülteci” sorunundan çok farklı ve farklı koşullarda gerçekleşti. Fakat çoğumuz biliyoruz ki bu nüfusun çok büyük bir kısmı Almanya’ya işgücü ihtiyacını karşılamak üzere Alman Hükümetinin davetiyle ve yasal yollarla gitmişse, büyük bir nüfus da yasal olmayan yollarla giriş yaptı. İyi ki yapıyorlar belki de. Bir yandan Almanya’yı Almanya yapan şeyin içinde onların emeği, alın teri ve en önemlisi renkleri var. Almanlar nehir kıyılarında mangal yapmanın keyfini onlardan öğrendi. Yerel yönetimler de yıllar içinde ihtiyacı gözleyip mangala uygun piknik alanı düzenlemeleriyle bu işi “medeni bünyesine” kattı. Hiç de dünyanın sonu filan gelmedi... Olay sadece “medeni bünyeye” katılan mangal ve dönerden ibaret değil tabii. Sinemacılarla, oyuncularla, müzisyenlerle, sporcularla, iş insanlarıyla, hukukçularla, Özlem Türeci ve Uğur Şahin gibi hekimlerle, siyasetçilerle Almanya’nın bir parçasıyız ... Niye gurur duymayalım?

Alman yurttaşları arasında da ülkelerine akıp duran yabancı nüfus için “demografimizi bozuyorlar,” “suç işliyorlar,” “gettolar oluşturuyorlar,” “tavşan gibi ürüyorlar,” “bunlar fırsat bulsa hepimizin kafasını keser” gibi cümleleri ardı ardına sıralayanlar hep vardı. Hâlâ var. Yani bize buradaki “genç Afgan erkek” nasıl tedirginlik verici geliyorsa, ona da ülkesindeki mültecilerin birçoğu öyle geliyor. Adil mi bu şimdi?

Irkçı ve yabancı düşmanı bir Alman, Fransız veya İngiliz’in gözünde Türk’ün ya da Kürt’ün yeri geldiğinde Suriyeli ya da Afgan’dan çok da farkı olmayabilir yani. Köln Camisi'nin yapımını Almanya destekledi, yerel hükümet her türlü sahiplendi diye, zamanı gelip yeri göğü inleten tekbirlerle ibadete açtığımızda geleceğimiz, can güvenliğimiz, kadınlarımız ve özgürlüğümüz tehdit altında diye deliye dönen Alman yok muydu sanıyoruz? Bırakın Almanları, üçüncü kuşak Türkiyelilerin bir kısmının bile ülkede içten içe “daha fazla Türk” istemediğini ve durumdan hoşnut olmadığını tahmin edebiliriz.

Almanya’da bugünkü durumu da şu haber özetlesin. Altı yıl önce, yani sadece 2015 yılında, 895 bin mülteci ülkeye giriş yapmış. Kontrollü ya da kontrol dışı girişler devam ediyor. Almanya’da da “ne yapalım gelen gelmiş” diyen de “bundan sonra ülkemde yabancı istemiyorum” diyen de var. Savaştan canını kurtararak kendilerine sığınanları tren garlarında çiçeklerle karşılayanlar da... ABD, Almanya ve AB filan demişken, bir de mültecileri göndermesin diye Türkiye ile içeriğini bilmediğimiz pazarlıkları sürdüren devletler ve devlet başkanları var.

Durumu böyle görmedikçe, küresel kapitalizmin eşitsizliklerinin, milliyetçiliğin, militarizmin ve doğa tahribatının kol kola vererek “yersiz yurtsuzlaştırma” pratiklerini nasıl başa çıkılamaz bir hale getirdiğini sorgulamadıkça bu krizden de çıkamayız. Ama ekonomik nedenlerle ama can güvenliğini sağlamak amacıyla olsun, güvenli bir ülkeye sığınma ve yaşama imkanı arayanlara öfkemizi yöneltmenin hiç kimseye faydası yok. AKP’nin sınır ötesi operasyonlarına, kendi ülkesinde ana muhalefet partisinin liderini bile terörist ilan ederken başka ülkelerin rejim muhalifleriyle iş tutmasına, “mülteci kartını” iç politikada da dış politikada da keyfince masaya sürmesine engel olabilseydik bunlar olur muydu? Etkili bir biçimde “Bizim Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da ne işimiz var" demiş olsaydık...

Bu kontrolsüz, bu plansız ve bu geleceksiz mülteci politikaları da AKPMHP iktidarının bu bağlamdaki iç ve dış politika tercihleri de sonuçları bakımından ürkütücü elbette. Samimi bir şekilde bu durumdan tedirgin olan da çok. Yıllardır biriken öfke ve nefret serseri mayın gibi serbest kaldığında en kolay adrese yöneliyor; ötekilere, yabancılara, mültecilere... Bu maalesef muhalefetin de iktidarın da işine geliyor. Çok tehlikeli. Herkesin sonsuz dikkatli olması gerekir.

Suriyeliler suç işliyor, Afganlar cihat istiyor diye hop oturup hop kalkanlar var. Oysa milyonlarca mülteci içinde suça karışan nüfusun oranı çok düşük. Mülteciler bulundukları ülkede bazen neredeyse nefes almaktan korkarak yaşıyor... Türkiye’de işlenen suçların sadece yüzde 1,3 kadarını Suriyeliler işliyormuş... Afganların ezici çoğunluğu cihatçı Taliban örgütünden kaçıp yollara düşüyor. Burada niye cihat, şeriat peşine düşsünler?

Avrupa’da radikal İslam terörü ardı ardına bombalar patlatır, sivilleri öldürürken, dergileri basar tüm yazar ve çizerlerini katlederken, derste bir karikatür gösterdi diye bir öğretmen boğazlanırken, bu öfke adresini şaşırıp işinde gücündeki Müslüman nüfusa haksızca yöneldiğinde ne düşünüyoruz?

Üstelik mültecilere yönelik suçları ne yapacağız? Ülkelerinin tarumar edilmesindeki ülke payımız bir yana, onları hedef alan linç, saldırı, tecavüz, çocuk yaşta evliliğe zorlama gibi suçların oranı ne? Suriyeli kaç kız çocuğu kendinden yaşlı bir adamın ikinci karısı olmak zorunda kaldı? Kaç kişi çocuk işçi olarak sömürülüyor? Kaç mülteci tacize ve tecavüze uğradı, biliyor muyuz? Ki Suriyelilerin başına gelenlerde başka hiçbir payımız yoksa da sessizliğimizin payı var. Dünyanın her yerinden gözü dönmüş katiller Suriye’ye aktı. Suriye’ye girdi çıktı. Topraklarımıza basa basa... Kim için, kimin yanında?

Hükümetler ikiyüzlü mülteci politikalarına son vermeye, doğayı talana, savaşlara son vermeye ve barışa zorlanmalı. Öfke de çaba da buraya yönelmeli. Yersiz yurtsuz kalmış Suriyelilere, Afganlara değil. Ülkelerinde istikrar desteklenirse niye başka ülkelerde sefalet çekmeye razı olsunlar?

Kim ister bunu?

Tüm yazılarını göster