Afgan çocuğun ölümü

1989 tarihinde Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin BM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilmesi üzerine 20 Kasım ‘Çocuk Hakları Günü” olarak ilan edildi. Türkiye bu sözleşmeye 1995 yılından beri taraf. Bu taraflılığın sadece kâğıt üzerinde olduğunu, bu ülkede çocuklara yönelik uygulamalardan dolayı hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama bilmediğimiz sayısız, kimsesiz çocuk hikâyesi de var. Bunlardan biri de Lütfillah Tacik’inki.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

Van’da sonlanan hikâye şöyle başlıyor: Afganistan’ın Faryab kasabası Koja Sabes Push köyünden 17 yaşındaki Lütfillah Tacik, kuzeninin de aralarında bulunduğu 20 kişilik sığınmacı grupla 16 Mayıs 2014 tarihinde Iğdır’ın Aralık ilçesi sınırında jandarma tarafından yakalanıyor.

Lütfillah’ı küçük yaşta ailesini bırakıp dünyanın çetinsiz yollarına sürükleyen, Taliban tarafından silah altına alınma korkusuydu. Faryab’ın kuş uçmaz, kervan geçmez dağ köyündeki ailesi, çocuklarını cihatçı Taliban’a vermek yerine dünyanın yollarına uğurlamıştı.

Jandarma tarafından Iğdır’da gözaltına alınan Lütfillah ve beraberindeki grup, Iğdır’dan Geri Gönderme Merkezi (GGM) bulunan Van’a naklediliyor. Hani şu AB fonlarıyla inşa edilen, her yanı kameralarla izlenen GMM’lerden birine yani.

Ancak Lütfillah 18 yaşından küçük olduğundan, GGM’deki başka altı sığınmacı çocukla birlikte sınırdışı işlemleri sonlanana kadar, “çocuklar için daha uygun koşulları olan” Van Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne götürülüyor. Birkaç gün sonra Lütfillah ve diğer altı çocuk, polisler tarafından tutanak karşılığı teslim alınıp bulaşıcı hastalıkları olup olmadıklarının tespiti için tekrar GGM’ye götürülüyor.

Bu sırada polislerden S.O., “sahipsiz” Lütfillah’ı, kaderdaşlarıyla oturduğu “televizyon odasında” iddiaya göre “neden yaşınla ilgili yalan söyledin” diyerek, zaten sürgün yollarında bitap kalmış zayıf bedenini yumrukluyor. Tanık arkadaşlarının daha sonra ifadelerinde söylediklerine göre Lütfillah bitap halde başını masaya koyuyor ve bir daha kaldıramıyor. Elbette bu sahipsiz çocuğun başına gelenlerden tanık çocuklar dışında kimsenin haberi olmuyor. Lütfillah, olaydan saatler sonra götürüldüğü Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde üç gün komada kalıyor ve 31 Mayıs 2014 tarihinde hayatını kaybediyor. Taliban’dan kaçan Lütfilah, Van’da öldürülüyor ama sahipsiz olduğu için olay “kapanıyor.”

ADALET İÇİN ŞÜPHE

“Ama” diyor, Lütfillah’ın ölümünden bizleri haberdar eden başarılı genç avukat Mahmut Kaçan: “Sığınmacı bir Afgan aile, haklarındaki idari gözetim kararının kaldırılması için bana başvurmuştu. Kendileriyle görüşmemiz bitip de yanımdan ayrılacaklarken sığınmacılardan biri ‘biliyorsunuz, geçen gün Afgan bir çocuk, polis dayağıyla öldürüldü’ dedi. Açıkçası buna önceleri inanmadım ve kulak arkası ettim. Ama aradan bir hafta geçince yine aklıma geldi ve böyle bir olayın yaşanıp yaşanmadığını Van Cumhuriyet Başsavcılığı’na sordum.”

Lütfillah’ın hikâyesi bir rakam olarak kayıtlara geçecekken Kaçan’ın bu şüphesi sayesinde bambaşka bir seyir alıyor. Genç avukatın ısrarlı takibiyle Lütfillah’la ilgili tutanaklar, savcılık tarafından açılan “boş dosya” tozlu raflara kaldırılacakken, masaya konuyor. Böylece Çocuk Şube Müdürlüğü’ndeki polislerin tanık altı çocuktan “aldığı” ve polisleri aklayan ifadelerin aslında uydurma olduğu, GGM’de Lütfillah’ın dövüldüğü odadaki kameranın “çalışmadığı”, komadaki çocuğun iki saat boyunca şehir içinde gezdirildiği, polislerin “çarşıdaki işlerini” bitirdikten sonra sahipsiz Lütfillah’ı hastaneye götürdüğü ortaya çıkıyor. Bunlar ortaya çıkıyor çıkmasına da, avukat Kaçan, karşısında organize bir polis işbirliği buluyor! Birinin saklayamadığını bir başkası saklıyor ve fail gözden kaçırılmaya çalışılıyor.

Fakat Kaçan pes etmeyince savcılık, tanık altı çocuğun ifadelerinin bu kez Van-Edremit’teki polis karakolunda alınması talimatı veriyor. Sığınmacı çocuklar burada S.O. isimli polisin Lütfillah’ı dövdüğünü, ifadelerini alan Çocuk Şube Müdürlüğü’ndeki polislerin de “iyi şeyler söylemeleri halinde” kendilerini Avrupa’ya gönderme vaadinde bulunduklarını anlatıyorlar. Çocuklar, sanık polisi de teşhis ediyorlar. Bu esnada Afganistan Konsolosluğu'yla irtibata geçiliyor ve konsolosluğun görevlendirdiği bir Afgan, Lütfillah’ın cenazesini alıp ülkesine götürüyor.

TANIK ÇOCUKLAR 'FİRAR' EDİYOR!

Avukat Kaçan için bu sefer savcılıkla “mücadele” başlıyor. Savcılığa tanık çocukların koruma altına alınması, varsa sığınma-iltica taleplerinin ivedilikle değerlendirilmesi, GGM’deki kamera kayıtlarının incelenmesini ve en önemlisi de soruşturmanın işkence-kötü muamele suçu kapsamında yürütülmesi için ayrıntılı bir dilekçe veriyor. Ankara’ya gönderilen kameraların kayıt yapmadığına dair rapor geliyor. Aracın şoförlüğünü yapan polis memuru hakkında “görevi ihmal” suçundan dava açılıyor. Lütfillah’ı döven S.O. hakkındaysa, avukat Kaçan’ın ısrarlı takibi sonucu ölüme sebebiyet verme suçundan dava açılıyor.

Derken savcının görev yeri değişiyor, yerine gelen savcı ise şu anda FETÖ’den tutuklu.

Bu arada olay basına yansıyınca Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu sanık polis S.O.’yu olaydan bir ay sonra, 25 Haziran 2014’te açığa alıyor. Bir çocuğun ölümüyle yargılanan S.O.’yla ilgili elbette delilleri karartma ihtimali gözetilmiyor, tutuklama kararı verilmiyor. Neyse ki, S.O. açığa alınma işleminin iptali için Van 1. İdare Mahkemesi’ne itiraz etse de, itirazı reddediliyor. Peki, sonra ne mi oluyor? İçişleri Bakanlığı çok kısa süre içinde S.O.’yu görevine iade edip Tunceli’ye atamasını yapıyor. S.O. iki yıldır süren davada “can güvenliğini” gerekçe göstererek sadece bir defa SEGBİS üzerinden duruşmaya katılıyor.

Olay basına yansıyınca, o günlerde Türkiye İnsan Hakları Kurumu da Van’a bir heyet gönderiyor. Heyet, avukat Kaçan’la görüşürken tanık çocukları da soruyor. Kaçan, çocukların halen Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezi’nde tutulduğunu söyleyince, heyettekiler kurumu arıyor. Telefonun ucundaki yetkili, tanık çocuklardan üçünün firar ettiğini, üçünün ise halen kurumda bulunduğunu söylüyor. Heyet, ertesi sabah kuruma gittiğinde, bu üç çocuğun da o akşam “firar ettiğini” öğreniyor!

AFGANİSTAN’DAKİ TÜRK KONSOLOSLUĞU BABAYA VEKALETNAME DÜZENLEMİYOR

Ayrıca Lütfillah’ın hastaneye yürüyerek girdiğine ilişkin tutanak tutan polislerin de sahte delil ürettiği, çocuğun aslında sedyeyle içeri götürüldüğü kamera kayıtlarıyla ortaya çıkıyor. Ama ne gam! Bu polisler hakkında da takipsizlik kararı veriliyor!

Bu arada Lütfillah’ın beraber yola çıktığı, beraber gözaltına alındığı kuzeninin de sınırdışı edilerek Afganistan’a yollandığı sonradan ortaya çıkıyor.

Bir çocuğun ölümü karşısındaki sistematik organizasyon bununla da sınırlı kalmıyor elbette. Avukat Kaçan, aileden vekaletname alamadığı için duruşmalara katılma talebi reddediliyor. Bunun üzerine Kaçan, Lütfillah’ın cenazesini götüren Afgan vatandaşıyla irtibata geçip İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün de desteğiyle aileden vekaletname almaya çalışıyor. Afgan genç iki kez ülkesine gönderiliyor. Nihayet Lütfillah’ın babası, Afganistan’daki Mezarı Şerif Türkiye Başkonsolosluğu'na vekaletname çıkartmak için gidiyor. Fakat başkonsolosluk, babanın kimliğinde doğum günü ve ayı yazılmadığı için bu belgeyi düzenlemeyi reddediyor!

Devlet “organizasyonu” bununla sınırlı kalmıyor! Kaçan’ın savcıya yaptığı ısrarlı başvuru sonucunda, tanık çocukların akıbetleri mahkeme tarafından Göç İdaresi İl Müdürlüğü’ne soruluyor. Gelen yanıta göre çocukların bir kısmı firar etti, biri (Muhtar Rezai) ABD’ye, diğerleri de başka ülkelere mülteci olarak gönderildi!

BUGÜN 20 KASIM!

“Oysa”, diyor Kaçan: “Ben eski BM çalışanıyım. Üçüncü ülkeye yerleştirilme prosedürünün tamamlanması için öncelikle mülteci statüsü verilmesi lazım. Bu çocuklar hiçbir şekilde ne kayıt altına alındılar, ne sığınma başvuruları alındı. Ülkelerini terk etmeleriyle ilgili bir mülteci statüsü belirleme görüşmesi yapılmadı. Kendilerine bir mülteci statüsü tanınmadı. Böyleyken bu çocukların birkaç ay içinde üçüncü bir ülkeye yerleştirilmesi söz konusu değil.”

Lütfillah Tacik davasının son duruşması geçtiğimiz günlerde, 31 Ekim’de görüldü. Dava 8 Mart 2018 tarihine ertelendi. Aileden vekaletname alamayan Kaçan’ın Lütfillah’ın davasına bakma talebi tekrar reddedildi.

Uzun lafın kısası, bundan üç yıl önce Van’da sahipsiz bir Afgan çocuk öldürüldü ve faillerinin ortaya çıkmaması için göz yaşartıcı bir çaba sarfedildi.

1989 tarihinde Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin BM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilmesi üzerine 20 Kasım ‘Çocuk Hakları Günü” olarak ilan edildi. Türkiye bu sözleşmeye 1995 yılından beri taraf. Bu taraflılığın sadece kâğıt üzerinde olduğunu, bu ülkede çocuklara yönelik uygulamalardan dolayı hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama bilmediğimiz sayısız, kimsesiz çocuk hikâyesi de var. Lütfillah Tacik’in hikâyesi bunlardan sadece bir tanesi.

20 Kasım Dünya Çocuk Günü kutlu olsun!

Tüm yazılarını göster