Afganistan’daki Batı müdahalesi sadece yıkım yarattı
İngiltere’nin işgal için sunduğu gerekçeler, yalnızca yeni tip sömürgecilerin basmakalıp lakırdılarıdır. Yıllardır ABD ve NATO işgali altında yaşayan Afganistan’da insanı yıkımın boyutu çok büyük.
Simon Jenkins
İngiltere’nin son 70 yıl içinde verdiği en uzun, en manasız ve başarısız savaş – Afganistan’daki askeri müdahalesi- eylül ayında sona erecek. Herhangi birinin bunu fark edeceğini sanmıyorum. Zira uluslar yenilgileri değil, zaferleri kutlar.
Yirmi yıl önce ABD, 11 Eylül’de yaşadığı acıyı yalnızca Usame bin Ladin’in Afgan dağlarındaki üssünü havaya uçurarak değil, Afgan yönetimini tamamen alaşağı ederek dindirmeye karar verdi. Bu durum, genç ve ılımlı Taliban kesimlerinin Bin Ladin’i 'istenmeyen misafir' ilan etmesine ve rejimin onun gönderilmesini talep etmesine rağmen gerçekleşti. Akabinde ABD yalnızca Kabil’i havaya uçurmaya karar vermekle kalmadı, aynı zamanda NATO’yu bir küresel güvenlik meselesi bağlamında giriştiği eylemi aklamaya davet etti. İngiltere’nin bu kavgayla bir ilgisi yoktu ve yalnızca Tony Blair, George W. Bush’u sevdiği için savaşa dahil oldu.
TALAN EDİLMİŞ BİR ÜLKE
Amerikan ve İngiliz birlikleri, savaş ağalarıyla anlaşarak ya da yeni valiler atayarak ülkenin her yerine girdiler. O günlerde Kabil’i ziyaret ettiğimde, bana NATO’nun terörü yok etme, yeni bir demokrasi tesis etme, kadınları özgürleştirme ve 'bölgede bir dost' yaratma arzusundan söz ediliyordu. Orada, 1839 yılında Birinci Afgan Savaşı’na başlayan İngiltere’nin ürkütücü ruhunu hissettim.
O aralar Amerikalıların çoğu oradan çıkıp Irak’taki ulusal inşa üzerinde yoğunlaşmak istiyordu. Kalmak isteyenler İngilizlerdi. Blair, afyon üretimini yok etmek için Clare Short adında bir bakan bile göndermişti. Çabalarının neticesinde, afyon üretimi altı ilden 28’ine genişledi ve afyon geliri 2.3 milyar dolar gibi rekor bir düzeye yükseldi.
2005 yılına sıçradığımızda İngiliz ordusu tam anlamıyla imparatorluk ayarındaydı; 3 bin 400 askerle güneye yürümek ve Peştun Helmand eyaletini fethetmek için can atıyordu. İngiliz komutan General David Richards, bunun dostane kasabalarda yalnızca gönülleri ve akılları kazanmak meselesi olacağında ısrarlıydı. Savunma bakanı John Reid, bunun 'tek el ateş etmeden' başarılmasını umuyordu. Operasyonlarına ‘Aşil’, ‘Kazma Sapı’, ‘Balyoz Darbesi’, ‘Kartal Gözü’, ‘Kırmızı Hançer’ ve ‘Mavi Kılıç’ gibi isimler vererek epey eğlendiler.
Helmand’da her şey ters gitti. Bu askeri seferin 10 bin Amerikan denizcisi tarafından kurtarılması gerekti. Dört yüz elli dört İngiliz askeri öldü.
HİÇBİR PLAN İŞE YARAMADI
On yıl önce Afganistan’ı terk etmeye zorlanan Ruslar, bilhassa Batı operasyonlarının beceriksizliği karşısında hayrete düştüler ve kamuoyu önünde memnuniyetlerini gizlemediler. Zamanın başbakanı Gordon Brown, akıl almaz bir şekilde, 2009 yılında Helmand’daki İngiliz askerlerinin İngiltere sokaklarını güvenli hale getirme uğruna can verdiğini açıklamaya zorlandı.
O zamandan beridir NATO’nun büyük kısmı, diplomasinin Kabil hükümetini ve Batı’yı sefil bir aşağılanmadan kurtaracağını umut ederek geri çekildi. Üç ABD başkanı, çeşitli 'yüklen ve çık' (ing. ‘surge and depart’) yolları vaat etti; fakat bunların üstesinden gelecek siyasi cesaretten yoksundu. Joe Biden bile ayrılış tarihini mayıstan eylüle dek uzattı. Her biri, Kabil’deki kukla rejimi tam anlamıyla sömürge yönetimine çevirmeden rejimi güvende tutmaya yetecek kadar şey yaptı.
Amerika’nın 2 bin 300 askeri ve onlara sağlanan hava desteği, tıpkı İngiltere’nin 750 askerinin de yapacağı gibi artık eve dönecek (İngiltere’deki üst düzey bir savunma kaynağının Guardian’a aktardığı üzere: “Şayet onlar [ABD] giderse, hepimizin gitmesi gerekir”). ABD açısından ödenen bedel yüksek oldu: 2 bin 216 ölü ve 2 trilyon dolardan fazla harcama söz konusu. Afganistan’a yapılan milyarlarca dolarlık 'yardımın' büyük kısmının Dubai emlak piyasasına akıtıldığı söyleniyor. Savaşın Afgan halkına olan maliyeti yirmi yılda 50 bin ilâ 100 bin arasında ölümle sonuçlanması nedeniyle korkunçtu ve halkın tamamı 11 Eylül saldırganlarına 'ev sahipliği' yaptığı için misillemelerin hedefi oldu. ‘Batı’nın değerleri’ dediğimiz şey bu mu?
TALİBAN YERLİ YERİNDE DURUYOR
Üst düzey bir ABD yetkilisinin bu hafta dile getirdiği kadarıyla, Başkan Biden yeni son çekilme tarihini belirlerken şöyle dedi: "Anavatana yönelik Afganistan’dan kaynaklanan tehdit, başa çıkabileceğimiz bir seviyede.” Tıpkı Amerika’da olduğu gibi İngiltere’de de yıllardır bu kesin olarak böyleydi ama hâlâ oradayız.
Katar’daki son barış görüşmelerinde hiçbir ilerleme sağlanamadı. Nedeni ise ortada: Taliban’ın yalnızca canının istediği şeyi yapabileceği eylül ayını beklemesi gerekiyor. Var olan yönetim Kabil’i bir süre elinde tutabilir ama ülkeyi Amerikan yardımıyla zar zor yönetebilirken, bunu tek başına yapamaz.
2001 yılında ABD istihbaratının hâlihazırda bağlantıda olduğu Taliban liderliği, rahat bırakıldığında Bin Ladin’le ilgilenecekti. Yerel savaş ağaları ve Pakistan ordusu tarafından denetim altında tutulacaktı. Ne var ki Peştunlar, yirmi yıldır Batılı eroin bağımlıları tarafından finanse edilen taşkınlıkla baş başa bırakıldı. Yaşadıkları en kötü olay, üst düzey isimlerinin ABD’nin insansız hava araçları tarafından yok edilmesiydi ve bunun hiçbir etkisi olmadı. Afganistan’daki bu insanların artık NATO müdahalesinin başka bir ürününü daha barındırması gerekecek: Ülke şimdi IŞİD faaliyetlerinin merkez üssü durumunda.
ABD ve İngiltere’nin müdahalesi neyi başardı? Askeri kuramcı General Sir Rupert Smith, ‘The Utility of Force’ (Gücün Kullanışlılığı) adlı kitabında, modern orduların isyan karşıtı çatışmalarda neredeyse faydasız olduğunun altını çiziyor. Ortadoğu’yu Afganistan’dan Libya’ya dek bulaştırarak 'birbiri ardına harap olmuş uluslar yarattılar'. İngiltere’nin biricik bahanesi, Dışişleri Bakanlığı’nın etki sahibi olmak, terörü önlemek ve dünyaya gücünü göstermekle ilgili klişesi. Bunlar yeni tip sömürgeci saçmalıklar. Mazeretler dünyasında, bazı büyük mazeretler eylül ayında sona erecek.
Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)