ABD’nin politikaları ama onların arasından da doğal olarak
özellikle bizi ilgilendiren yönüyle dış politikası, başkanlık
rejiminin doğası ve ülkenin tarihsel gelişimi, kendine özgülüğü
gereği ABD yurttaşı, seçmeni tarafından başkanın adıyla anılıyor.
“Biden’in Afganistan’dan çekilme kararı” örneğinde olduğu gibi.
Bizler, yani dışarıdan bakanlar açısındansa, bir devlet olarak
ABD’nin dış politikası, ABD’nin dış politikasının yönelimi,
sürekliliği yahut o dış politikadaki kesintiler, dönüşler
sözkonusu.
Bu bağlamda Biden, Afganistan’da Trump döneminin ve o dönemin
dışişleri bakanı Pompeo ile özel temsilci Halilzad’ın Taliban’la
Doha’da vardığı uzlaşıyı uyguladı. Tamam, kararı alan o değildi ama
reddetmedi, vazgeçmedi, uygulamayı yeğledi. Toptan çekilme politik
kararı, Afganistan’da savaşmış “gaziler” tarafından dahi
desteklendi. Daha önce belirttiğim üzere, belki bu politik adım
Biden’a 2022 senato seçimlerinde başarı güvencesi de sağladı.
Doğrusu, ABD’de bundan çok değil iki-üç hafta sonra Afganistan’ın
haber olma özelliğini hepten yitirmiş olduğuna tanıklık etmemiz
bence şaşırtıcı olmaz.
Burada sorun, Biden’in kendi açısından ABD’nin kamu yararına
olan “doğru” politikayı, yanlış uygulayarak, çekilme sürecinde
–diplomatik eşgüdüm eksikliği de dahil- çuvallaması oldu. Öyle ki,
ABD çekilirken tahliye operasyonu için, Kabil havalimanına –orayı
işletmeye ve güvenliğini sağlamaya aday TSK’nın 600 kişilik
varlığının on katı büyüklüğünde- 6.000 kişilik birlik
konuşlandırmak durumunda kaldı. Şimdi de, ABD’nin 31 Ağustos
mühletini esnetmek çabasında olduğu ve AB’nin de aynı yönde
diplomatik baskı yaptığı ancak Taliban’ın buna razı gelmediği
öğreniliyor.
Bana göre bizim konuşmamız gereken temel konu, ABD’nin Vietnam
sonrası yaşadığı varoluşsal bunalımın bir benzerine girip girmediği
veya ABD içi kutuplaşmanın başkana akılcı bir dış politika
uygulamasına olanak tanıyıp tanımadığı gibi ABD içine dönük
ayrıntılar değil. Bence temel konu, Biden bir yandan Aralık sonunda
bir “Demokrasiler Zirvesi” toplamayı öngörürken, aynı anda başat
hasmın Çin olduğu yeni bir küresel Soğuk Savaş yürütmenin
birbirleriyle çelişen yaklaşımlar olması.
Bir başka boyut da, Biden’in “Amerika (sahalara?) geri döndü”
iddiasını ortaya atarken, sağına soluna maskelerinin ardında
utangaç yüz ifadeleri belli belirsiz okunan Harris, Blinken, Austin
ve Sullivan’ı alarak, Afganistan’dan apar topar çekilme fiyaskosunu
gerekçelendirmeye çalışması. Bir yerden çekilme kararı, tarih de
vererek, açıklandıktan sonra aynı tarafın bir pazarlık
yürütebilmesini beklemek akıl dışı. Aslında Taliban pazarlığın
kendi tarafına zaten uydu ve çekilen ABD kuvvetlerine tek bir
kurşun dahi atmadı. Çekilirken liderlik iddiasını korumak da
güç.
Alandaki yalın gerçek yaklaşık 350.000 mevcutlu Afgan ordusunun
topu topu 70.000 dolayında mevcudu olan derme-çatma milis gücü
Taliban karşısında sıvışmış oluşu. Bununla birlikte ABD’nin
Afganistan’dan çekilmesi, Taliban’ın “yenilgiye uğrattığı” tarafın
doğrudan ABD olduğu biçiminde algılandı. Dolayısıyla NATO müttefiki
olmamıza rağmen bizde de yansımasını gördüğümüz üzere “ABD’yi kim
yenilgiye uğratırsa baş-göz üzerine” diyecek en islâmcısından, en
(“anti-emperyalist”) ulusolcusuna pek çok kesim sevincini
bastırmakta zorlanıyor.
Devletler düzeyinde de benzer algı var. AB yeniden “hem elimizi
cebimize hiç atmayalım, hem NATO’dan özerk savunma yapılanmamız
olsun” açmazını düşünmeye başladı. İran-Pakistan-Çin sanki yeni bir
“şer ekseni” gibi belirdi. Siber saldırılarına da, denizaşırı
cinayetlerine de ABD’den ciddi bir yanıt almamış, Kuzey Akım-2
projesini de Almanya’yla yürütmekte anlaşmış Rusya henüz kenarda
duruyor. “Taliban karşısında çekilme” ve “devin başının kalabalık
oluşu” algıları, Rusya ve Türkiye gibi oyunculara kısa erimde
Suriye gibi, Çin gibi oyunculara Tayvan’a yönelik ilhak iştahı gibi
alanlarda doping etkisi de yapıyor.
Biden, Afganistan çuvallamasını G-7’ye getireceğini duyurdu.
Böylece NATO tarihinin en derin yenilgisi hatta kimilerine göre
NATO’nun mezartaşı olan tahliye kararı ve halen süregiden
operasyonunun siyasal sonuçlarının esasen “burada değil, orada”
görüşüleceği anlaşıldı. Yukarıda değindiğim açmazın bir başka
dışavurumu bence bu durum. ABD, bir yandan “hür dünyanın lideri”
olarak “demokrasiler zirvesi” toplayacak ve bu girişimi Çin ve
Rusya’ya karşı kaldıraç yapacak, diğer yandan “pis iş” olan yeni
Soğuk Savaş’ı, “burnunu tutarak” perakende işbirliği ortaklarıyla
yürütecek. Onlar arasında Pakistan gibi kimileri, belki güncel
Türkiye-AB ilişkilerini andırır biçimde, “müşteri-şantajcı”
konumuna evrilirken, Mısır, SA, BAE gibi kimilerinin de
karıştırdığı haltlar hoşgörülecek.
Her topu banttan görmeyi ve ıstakayı tutan elin sürekli gölgede
kalması gerektiğini savlayan klasik istihbaratçı gözüyle bakmayı
denersek, Nathan Muir** gibilerin Penşir’de Ahmet Mesut*** (oğul)
ve cumhurbaşkanı yardımcısı Emrullah Salih liderliğinde nüvelenen
Kuzey Direnişi’ne yaklaşımını izleyeceğiz. Bence bu tür bir
direnişin lojistik hatları, güncel küresel, bölgesel ve Afganistan
içi siyasal dengeler bağlamında tutunma şansı pek yok. İstihbarat
âleminde her şeyin alınır-satılır olduğunu ve ideoloji
gözetilmeksizin her bilginin alıcısının bulunduğunu savunan bu defa
kıta Avrupa’sından bir karakter MAG**** gibi akıl yürütmeye
çalışırsak, verili durumda Taliban’la iletişim kanallarının açık
tutulacağı sonucuna varabiliriz.
Batı’daki ve o arada ABD’deki istihbarat ve ulusal güvenlik
oyuncularının gönüllerinde yatan aslan muhtemelen Afganistan içinde
bir IŞİD-Taliban kapışması patlak vermesi olsa gerek. Ayrıca
Taliban, yerel savaş ağalarıyla değişken geometrili uzlaşılar
kurabilir. Devlet-altı denilebilecek gevşek bir yönetim yapısını
ülke genelinde yerleşik kılabilir. Uluslararası terörizm ihracatı
ve düzensiz göç konularında Batı’nın suyuna gidebilir. Böyle bir
Taliban 2.0, o Batı için Tanrı’nın unuttuğu Afganistan’da yeterli
bir “istikrar” seçeneği de kabul edilebilir. MAG’ın ellerini iki
yana açıp “daha ne olsun?” diye sorduğunu gözümüzde
canlandırabiliriz.
Ancak aynı “istikrar unsuru” Taliban, küresel yasadışı eroin
ticaretinin yüzde 90 hammaddesinin üretiminin de üzerinde oturacak.
Nükleer güç Pakistan’ın eli sürekli üzerinde olacak. Küresel hasım
Çin, başta elektrik aküleri için gerekli lityum, değerli madenleri
işletmenin ve kuşak yolunu uzatmanın peşinde koşacak. Belki yeni
sürüm Talibanistan dünyadaki her tür islâmcı teröristin melce
bulacağı bir kara deliğe de dönüşebilecek. O durumda, “kurallara
dayalı küresel düzene” dönüşü önceleyen Biden yönetimi, böylesine
bir kuralsızlık adacığına nasıl yaklaşacak?
Afganistan ekonomisi yüzde 42 oranında dış yardımla ayakta
duruyor. Taliban için de şimdi aynı geçerli. Yine dönüp ABD
açısından kapanan “küresel terörle mücadele” ve onun yerini almakta
olan yeni Soğuk Savaş ikilemiyle karşılaşıyoruz. Taliban’ın olası
başıbozukluğu, Putin’in Idlip’te yaptığı gibi, Afganistan’ın bir
cihatçı terörist avlağına dönüşmesi sonucunu da verebilir.
Devlet-altı bir yapılanmaya göz yumulması, IKB ve SDG gibi
bölgemizdeki ABD paydaşlarına bir heves de verebilir, ABD’nin
Afganistan’dan çekilmesi ve çekiliş biçimi bu tür paydaşlara ve
Baltıklar gibi cephe hattındaki NATO müttefikleri ile Tayvan’a
varkalma sorunlarının güçlendiğini de düşündürtebilir.
Açıklanması güç gizem ise Türkiye’nin Kabil’de kalma ısrarı.
Ankara’daki ABD Büyükelçiliği yalanlamalardan yalanlamalar
beğenedursun, Brüksel’deki Erdoğan-Biden görüşmesinin (14 Haziran)
yalnızca çevirmen olarak Fatima Kavakçı Abushanab’ın hazır
bulunduğu 45 dakikalık baş başa bölümünde ne konuda uzlaşıldığı
bilinmiyor. MSB Akar’ın “Savunma ve güvenlik konularında bazı
şeylerin konuşulmadan anlaşılması lazım. Çünkü bu konularda her
şeyi açıklamıyoruz. Bazı şeylerin olduğunu kabul etmek lazım,
arkasındaki bir takım gelişmeleri tahayyül etmek lazım.” ifadeleri
de herhalde o kuşkulara tüy diker nitelikte. Sözkonusu “karartma
açıklamasının” demokrasiyle bağdaşır yanını da bakana ayrıca sormak
gerek.
Sonuç olarak, araç trafiğinin kuralları bellidir. Örnekse, ne
yöne döneceksiniz o yöne sinyal verirsiniz. Bizdeki uygulamadaysa,
bu kurala uymak demek hangi yöne döneceğinizi önceden açık ederek
zayıflık belirtmeniz ve trafikte o kurallara uyacağı varsayılan
diğer oyuncuların kendi öncelikleri öyle gerektiriyorsa sizin
önünüze direksiyonu kırmaları demektir. Uluslararası denilen
devletler arası ilişkiler biraz böyle. Trafiğin akması isteniyor
ama yazılı kuralı da yok. Kaza olasılığı geçerli hatta şimdiki gibi
dönem dönem yükseliyor. Kurallar hepten yok olursa trafiğin
kilitleneceği ise açık.
*Kamala Harris başkan yardımcısı, Antony Blinken dışişleri
bakanı, Lloyd Austin savunma bakanı, Jake Sullivan ulusal güvenlik
danışmanı – bir nevi “çekirdek kabine” denebilir dış politika,
savunma ve ulusal güvenlik politikaları açısından.
**Dileyen okurlar Duvar English’teki “What would Nathan Muir do?”
yazıma da göz atabilirler. 2001 tarihli “Spy Game”
filminde emekliliği gelmiş, kural tanımaz CIA –“Clandestine
Service” yetkilisi Muir’u Robert Redford canlandırıyordu.
***Osama bin Ladin’in öldürttüğü “Penşir Aslanı” lakaplı Tacik
direniş lideri Ahmet Şah Mesut’un oğlu Ahmet Mesut İngiltere’deki
Sandhurst Askeri Akademisi’nde eğitim görmüş. Geleneksel milis
gücünün yanı sıra 6.000 civarında Afgan Özel Kuvvetler mensubunun
Mesut ve Salih’in komutasında Penşir’de olduğu varsayılıyor. Henüz
doğrulanmayan haberlere göre Taliban’la teslim koşullarını müzakere
ediyor.
****Gösterimi 2015-18 yıllarında yapılan Fransız yapımı
“Bureau des Légendes” dizisinde “MAG” (“moule à gaufres”)
kod adlı dış istihbarat müdürü Albay Marc Lauré’yi Gilles Cohen
canlandırıyordu. Anlatıya göre tüm kod adları Tenten’deki
Kaptan Haddock’un belâ okumalarından esinlenmeydi.