Afganistan'dan çekilen Biden’in küresel liderlik sorunu

Bana göre bizim konuşmamız gereken temel konu, ABD’nin Vietnam sonrası yaşadığı varoluşsal bunalımın bir benzerine girip girmediği veya ABD içi kutuplaşmanın başkana akılcı bir dış politika uygulamasına olanak tanıyıp tanımadığı gibi ABD içine dönük ayrıntılar değil. Bence temel konu, Biden bir yandan Aralık sonunda bir “Demokrasiler Zirvesi” toplamayı öngörürken, aynı anda başat hasmın Çin olduğu yeni bir küresel Soğuk Savaş yürütmenin birbirleriyle çelişen yaklaşımlar olması.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

ABD’nin politikaları ama onların arasından da doğal olarak özellikle bizi ilgilendiren yönüyle dış politikası, başkanlık rejiminin doğası ve ülkenin tarihsel gelişimi, kendine özgülüğü gereği ABD yurttaşı, seçmeni tarafından başkanın adıyla anılıyor. “Biden’in Afganistan’dan çekilme kararı” örneğinde olduğu gibi. Bizler, yani dışarıdan bakanlar açısındansa, bir devlet olarak ABD’nin dış politikası, ABD’nin dış politikasının yönelimi, sürekliliği yahut o dış politikadaki kesintiler, dönüşler sözkonusu.

Bu bağlamda Biden, Afganistan’da Trump döneminin ve o dönemin dışişleri bakanı Pompeo ile özel temsilci Halilzad’ın Taliban’la Doha’da vardığı uzlaşıyı uyguladı. Tamam, kararı alan o değildi ama reddetmedi, vazgeçmedi, uygulamayı yeğledi. Toptan çekilme politik kararı, Afganistan’da savaşmış “gaziler” tarafından dahi desteklendi. Daha önce belirttiğim üzere, belki bu politik adım Biden’a 2022 senato seçimlerinde başarı güvencesi de sağladı. Doğrusu, ABD’de bundan çok değil iki-üç hafta sonra Afganistan’ın haber olma özelliğini hepten yitirmiş olduğuna tanıklık etmemiz bence şaşırtıcı olmaz.

Burada sorun, Biden’in kendi açısından ABD’nin kamu yararına olan “doğru” politikayı, yanlış uygulayarak, çekilme sürecinde –diplomatik eşgüdüm eksikliği de dahil- çuvallaması oldu. Öyle ki, ABD çekilirken tahliye operasyonu için, Kabil havalimanına –orayı işletmeye ve güvenliğini sağlamaya aday TSK’nın 600 kişilik varlığının on katı büyüklüğünde- 6.000 kişilik birlik konuşlandırmak durumunda kaldı. Şimdi de, ABD’nin 31 Ağustos mühletini esnetmek çabasında olduğu ve AB’nin de aynı yönde diplomatik baskı yaptığı ancak Taliban’ın buna razı gelmediği öğreniliyor.

Bana göre bizim konuşmamız gereken temel konu, ABD’nin Vietnam sonrası yaşadığı varoluşsal bunalımın bir benzerine girip girmediği veya ABD içi kutuplaşmanın başkana akılcı bir dış politika uygulamasına olanak tanıyıp tanımadığı gibi ABD içine dönük ayrıntılar değil. Bence temel konu, Biden bir yandan Aralık sonunda bir “Demokrasiler Zirvesi” toplamayı öngörürken, aynı anda başat hasmın Çin olduğu yeni bir küresel Soğuk Savaş yürütmenin birbirleriyle çelişen yaklaşımlar olması.

Bir başka boyut da, Biden’in “Amerika (sahalara?) geri döndü” iddiasını ortaya atarken, sağına soluna maskelerinin ardında utangaç yüz ifadeleri belli belirsiz okunan Harris, Blinken, Austin ve Sullivan’ı alarak, Afganistan’dan apar topar çekilme fiyaskosunu gerekçelendirmeye çalışması. Bir yerden çekilme kararı, tarih de vererek, açıklandıktan sonra aynı tarafın bir pazarlık yürütebilmesini beklemek akıl dışı. Aslında Taliban pazarlığın kendi tarafına zaten uydu ve çekilen ABD kuvvetlerine tek bir kurşun dahi atmadı. Çekilirken liderlik iddiasını korumak da güç.

Alandaki yalın gerçek yaklaşık 350.000 mevcutlu Afgan ordusunun topu topu 70.000 dolayında mevcudu olan derme-çatma milis gücü Taliban karşısında sıvışmış oluşu. Bununla birlikte ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Taliban’ın “yenilgiye uğrattığı” tarafın doğrudan ABD olduğu biçiminde algılandı. Dolayısıyla NATO müttefiki olmamıza rağmen bizde de yansımasını gördüğümüz üzere “ABD’yi kim yenilgiye uğratırsa baş-göz üzerine” diyecek en islâmcısından, en (“anti-emperyalist”) ulusolcusuna pek çok kesim sevincini bastırmakta zorlanıyor.

Devletler düzeyinde de benzer algı var. AB yeniden “hem elimizi cebimize hiç atmayalım, hem NATO’dan özerk savunma yapılanmamız olsun” açmazını düşünmeye başladı. İran-Pakistan-Çin sanki yeni bir “şer ekseni” gibi belirdi. Siber saldırılarına da, denizaşırı cinayetlerine de ABD’den ciddi bir yanıt almamış, Kuzey Akım-2 projesini de Almanya’yla yürütmekte anlaşmış Rusya henüz kenarda duruyor. “Taliban karşısında çekilme” ve “devin başının kalabalık oluşu” algıları, Rusya ve Türkiye gibi oyunculara kısa erimde Suriye gibi, Çin gibi oyunculara Tayvan’a yönelik ilhak iştahı gibi alanlarda doping etkisi de yapıyor.   

Biden, Afganistan çuvallamasını G-7’ye getireceğini duyurdu. Böylece NATO tarihinin en derin yenilgisi hatta kimilerine göre NATO’nun mezartaşı olan tahliye kararı ve halen süregiden operasyonunun siyasal sonuçlarının esasen “burada değil, orada” görüşüleceği anlaşıldı. Yukarıda değindiğim açmazın bir başka dışavurumu bence bu durum. ABD, bir yandan “hür dünyanın lideri” olarak “demokrasiler zirvesi” toplayacak ve bu girişimi Çin ve Rusya’ya karşı kaldıraç yapacak, diğer yandan “pis iş” olan yeni Soğuk Savaş’ı, “burnunu tutarak” perakende işbirliği ortaklarıyla yürütecek. Onlar arasında Pakistan gibi kimileri, belki güncel Türkiye-AB ilişkilerini andırır biçimde, “müşteri-şantajcı” konumuna evrilirken, Mısır, SA, BAE gibi kimilerinin de karıştırdığı haltlar hoşgörülecek.  

Her topu banttan görmeyi ve ıstakayı tutan elin sürekli gölgede kalması gerektiğini savlayan klasik istihbaratçı gözüyle bakmayı denersek, Nathan Muir** gibilerin Penşir’de Ahmet Mesut*** (oğul) ve cumhurbaşkanı yardımcısı Emrullah Salih liderliğinde nüvelenen Kuzey Direnişi’ne yaklaşımını izleyeceğiz. Bence bu tür bir direnişin lojistik hatları, güncel küresel, bölgesel ve Afganistan içi siyasal dengeler bağlamında tutunma şansı pek yok. İstihbarat âleminde her şeyin alınır-satılır olduğunu ve ideoloji gözetilmeksizin her bilginin alıcısının bulunduğunu savunan bu defa kıta Avrupa’sından bir karakter MAG**** gibi akıl yürütmeye çalışırsak, verili durumda Taliban’la iletişim kanallarının açık tutulacağı sonucuna varabiliriz.  

Batı’daki ve o arada ABD’deki istihbarat ve ulusal güvenlik oyuncularının gönüllerinde yatan aslan muhtemelen Afganistan içinde bir IŞİD-Taliban kapışması patlak vermesi olsa gerek. Ayrıca Taliban, yerel savaş ağalarıyla değişken geometrili uzlaşılar kurabilir. Devlet-altı denilebilecek gevşek bir yönetim yapısını ülke genelinde yerleşik kılabilir. Uluslararası terörizm ihracatı ve düzensiz göç konularında Batı’nın suyuna gidebilir. Böyle bir Taliban 2.0, o Batı için Tanrı’nın unuttuğu Afganistan’da yeterli bir “istikrar” seçeneği de kabul edilebilir. MAG’ın ellerini iki yana açıp “daha ne olsun?” diye sorduğunu gözümüzde canlandırabiliriz. 

Ancak aynı “istikrar unsuru” Taliban, küresel yasadışı eroin ticaretinin yüzde 90 hammaddesinin üretiminin de üzerinde oturacak. Nükleer güç Pakistan’ın eli sürekli üzerinde olacak. Küresel hasım Çin, başta elektrik aküleri için gerekli lityum, değerli madenleri işletmenin ve kuşak yolunu uzatmanın peşinde koşacak. Belki yeni sürüm Talibanistan dünyadaki her tür islâmcı teröristin melce bulacağı bir kara deliğe de dönüşebilecek. O durumda, “kurallara dayalı küresel düzene” dönüşü önceleyen Biden yönetimi, böylesine bir kuralsızlık adacığına nasıl yaklaşacak?

Afganistan ekonomisi yüzde 42 oranında dış yardımla ayakta duruyor. Taliban için de şimdi aynı geçerli. Yine dönüp ABD açısından kapanan “küresel terörle mücadele” ve onun yerini almakta olan yeni Soğuk Savaş ikilemiyle karşılaşıyoruz. Taliban’ın olası başıbozukluğu, Putin’in Idlip’te yaptığı gibi, Afganistan’ın bir cihatçı terörist avlağına dönüşmesi sonucunu da verebilir. Devlet-altı bir yapılanmaya göz yumulması, IKB ve SDG gibi bölgemizdeki ABD paydaşlarına bir heves de verebilir, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve çekiliş biçimi bu tür paydaşlara ve Baltıklar gibi cephe hattındaki NATO müttefikleri ile Tayvan’a varkalma sorunlarının güçlendiğini de düşündürtebilir. 

Açıklanması güç gizem ise Türkiye’nin Kabil’de kalma ısrarı. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği yalanlamalardan yalanlamalar beğenedursun, Brüksel’deki Erdoğan-Biden görüşmesinin (14 Haziran) yalnızca çevirmen olarak Fatima Kavakçı Abushanab’ın hazır bulunduğu 45 dakikalık baş başa bölümünde ne konuda uzlaşıldığı bilinmiyor. MSB Akar’ın “Savunma ve güvenlik konularında bazı şeylerin konuşulmadan anlaşılması lazım. Çünkü bu konularda her şeyi açıklamıyoruz. Bazı şeylerin olduğunu kabul etmek lazım, arkasındaki bir takım gelişmeleri tahayyül etmek lazım.” ifadeleri de herhalde o kuşkulara tüy diker nitelikte. Sözkonusu “karartma açıklamasının” demokrasiyle bağdaşır yanını da bakana ayrıca sormak gerek.

Sonuç olarak, araç trafiğinin kuralları bellidir. Örnekse, ne yöne döneceksiniz o yöne sinyal verirsiniz. Bizdeki uygulamadaysa, bu kurala uymak demek hangi yöne döneceğinizi önceden açık ederek zayıflık belirtmeniz ve trafikte o kurallara uyacağı varsayılan diğer oyuncuların kendi öncelikleri öyle gerektiriyorsa sizin önünüze direksiyonu kırmaları demektir. Uluslararası denilen devletler arası ilişkiler biraz böyle. Trafiğin akması isteniyor ama yazılı kuralı da yok. Kaza olasılığı geçerli hatta şimdiki gibi dönem dönem yükseliyor. Kurallar hepten yok olursa trafiğin kilitleneceği ise açık.   

*Kamala Harris başkan yardımcısı, Antony Blinken dışişleri bakanı, Lloyd Austin savunma bakanı, Jake Sullivan ulusal güvenlik danışmanı – bir nevi “çekirdek kabine” denebilir dış politika, savunma ve ulusal güvenlik politikaları açısından.

**Dileyen okurlar Duvar English’teki “What would Nathan Muir do?” yazıma da göz atabilirler. 2001 tarihli “Spy Game” filminde emekliliği gelmiş, kural tanımaz CIA –“Clandestine Service” yetkilisi Muir’u Robert Redford canlandırıyordu.

***Osama bin Ladin’in öldürttüğü “Penşir Aslanı” lakaplı Tacik direniş lideri Ahmet Şah Mesut’un oğlu Ahmet Mesut İngiltere’deki Sandhurst Askeri Akademisi’nde eğitim görmüş. Geleneksel milis gücünün yanı sıra 6.000 civarında Afgan Özel Kuvvetler mensubunun Mesut ve Salih’in komutasında Penşir’de olduğu varsayılıyor. Henüz doğrulanmayan haberlere göre Taliban’la teslim koşullarını müzakere ediyor.           

****Gösterimi 2015-18 yıllarında yapılan Fransız yapımı “Bureau des Légendes” dizisinde “MAG” (“moule à gaufres”) kod adlı dış istihbarat müdürü Albay Marc Lauré’yi Gilles Cohen canlandırıyordu. Anlatıya göre tüm kod adları Tenten’deki Kaptan Haddock’un belâ okumalarından esinlenmeydi.

Tüm yazılarını göster