2000’lerin başı olmalı. İTÜ’nün Taşkışla binasından çıkarken, kendi kendime ‘şimdi her şeyi bırakıp mimarlık tarihi okumaya başlasam nasıl olur?’ diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Beni bu düşünceye sevk eden, önünde durduğum o görkemli binadan çok içinde yıllardır karınca gibi çalışan bir hocanın kişiliğiydi. Prof. Dr. Afife Batur’dan söz ediyorum. İki hafta kadar önce, 15 Aralık’ta 85 yaşında aramızdan ayrılan ünlü mimarlık tarihçisi…
Afife Batur bize Anadolu’yu ve İstanbul’u, bu coğrafyadaki yapıları, onları tasarlayan mimarları ve bütün o yapıların arkasındaki kültürü anlatan, sevdiren isimlerden biriydi. Çoğu Cumhuriyet kuşağı diyebileceğimiz mimar kökenli aydın ve bilim insanları. Kitaplarını, yazılarını okuduğumuz, konuşmalarını dinlediğimiz, gazetecilik yapanlarımızın sık sık arayıp görüşlerine başvurduğumuz bir dönemin en etkili isimleri. Aralarında yaş farkları olsa bile Doğan Kuban, Zeynep Ahunbay, Mete Tapan gibi bu mimarlık tarihçileri (hepsine de uzun ömürler diliyoruz) sadece bu konuda öğrenciler yetiştirip kitaplar yazmakla kalmadılar, çeşitli resmi ya da sivil toplum örgütlerinde çalışıp, korumacılık ve eski yapılar konusunda kuralların, normların konmasında ve uygulanmasında görevler üstlendiler. Kimi zaman katı bile bulunan bütün o kurallar, Türkiye kültürünün en zayıf yanlarından birine, somut kültürel mirası koruyamama haline karşı önlemler geliştiren, toplumu yıkıp yok etmekten alıkoyarak koruyup geliştirmeye yönlendirmeye hizmet etmek için konmuştu. Yine de hiçbir zaman tam olarak uygulanamadılar.
Afife Batur sayesinde tanıma fırsatı bulduğum müthiş mimarlardan birini, Vedat Tek’i anlatan kitabı karıştırıyorum tekrar. Hem Osmanlı sarayında baş mimar olmuş, imparatorluk için binalar tasarlamış, hem de TBMM Binası’na imza atacak kadar Cumhuriyet döneminde de el üstünde tutulmuş şanslı bir mimar Vedat Tek. İmza attığı onca yapı içinde sivil binalar, villalar, apartmanlar neredeyse tamamen yok olmuş. 2003’te YKY’den çıkan Vedat Tek, Kimliğin İzinde Bir Mimar kitabı (Hazırlayan: Afife Batur) 1970’lerden 90’lara kadar Vedat Tek imzalı yapıların kimileri ne kadar uğraşırsa uğraşsın nasıl da gerektiğinde tescili kaldırılarak yok edildiklerini, yani yıkılıp yerine sıradan yapıların inşa edildiğini belgelerle anlatıyor. Buradan da anlıyoruz ki Türkiye hiçbir döneminde mimari mirasına yeterince sahip çıkan bir ülke olamamış. Bu konuda geniş bir mutabakatın sağlandığını, bilincin oluştuğunu sandığımız zamanlarda da durum böyle, yani yakın geçmişte ve günümüzde de…
Afife Batur tam olarak sayamadığım kadar çok kitaba imza atmış, çok verimli bir mimarlık tarihçisiydi. Mimar Kemalettin, Emin Onat, D’aranco gibi isimleri, Doğu Karadeniz evleri ya da artnouveau gibi tarz ve akımları anlatan kitapları biliniyor. Mimarlar Odası’nda yöneticilik yaptı çeşitli projelerde uzman olarak görev aldı. Belki de en verimli mimarlık tarihçilerinden birisi oldu. Onun yazdıkları, koruyamasak bile pek çok yapının belgelenmesini, röleveleri, fotoğrafları, hikayeleri, mimari üsluplarıyla birlikte geleceğe kalmasını sağladı.
Tüm o görkemli ve uzun kariyerine, öğrenciye, kitaplara rağmen ne yazık ki Afife Batur’un kaybı, gazetelerde küçük birer haber olabildi. Nitekim o da yarım asrı aşan çabasının değersizleştirildiğini düşünüyordu. Bu kuşağın yerleştirmeye çalıştığı mimarlık kültürü ve koruma bilinci, yıllarca görev yaptıkları kurumlar Türkiye’nin son imar ve inşaat furyasında çoktan alt üst edilmişti.
Gazete Duvar’ın başlarında Kuleli Askeri Lisesi’nin binası hakkında bir yazı için Afife Batur’u aramıştım. “Çok geçmez orayı da otele dönüştürürler” demiş, Haydarpaşa Garı için yaptıkları onca çalışmayı ‘püf diye bir kerede denize döktüklerini’ anlatıp “bazen ömrümün çöpe gittiğini düşünüyorum” diye bitirmişti sözlerini…
Şimdi kütüphanemdeki Afife Batur kitaplarını karıştırırken o ömrün çöpe gitmediğini, bize müthiş bir miras bıraktığını ben biliyorum. Ama bir yandan da bu çalışkan bilim insanının onca emeğinin değersizleştiği düşüncesiyle bu dünyayı terk etmiş olması karşısında hüzne kapılmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Afife Batur: Ömrümün çöpe gittiğini düşünüyorum