Ağır ağır, sıka sıka kitle saltanatı

Sunucunun sorusundan rahatsız olan hukukçu akademisyen, had bildirerek yayını terk etmiş, çok mu? Kamu güvenliği, asayiş sorumluları omuz atıp parmak sallanmadık ne milletvekili bırakıyor, ne hukukçu, ne yargıç. Salgında can kurtarmak için cansiperane çabalayan ve birbiri ardınca kayıplar veren hekimler, “ölüyoruz” dediğinde, hain ilan ediliyor. Derhal ceza, yaptırım sopası sallanıyor. Birileri hastane basmış, niye şaşıyoruz, neyi konuşuyoruz?

Zeki Coşkun zekicoskun@gmail.com

Şiir de okuyorlarmış meğer.

Şaşırtıcı, özgün bir “okuma”. Metni dönüştüren bir okuma tekniği.

Kariyer merdivenlerini hukuk üzerinden inşa etmekte olan azimli, cesur, yaratıcı genç arkadaşımız bu azmini temsili fotoğraf eşliğinde veciz sözle paylaşmış. Öğrenim gördüğü Hukuk Fakültesi’nin ana kapısı ve tabelası önünde silahıyla hedefe kilitlenmiş. Namluyu çevirmiş fethedilecek kaleye; Siyasal Bilimler Fakültesi’ne. Özgün yaratıcı yorum-okuma ürünü fotoğraf altı yazısı, aleme mesaj:

Ahmet Haşim’in de dediği gibi

AĞIRAĞIR SIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN

Sıka sıka tırmanmış merdivenleri, hukuk diploması aldığı gibi o diplomayla akademik kariyere de adım atmış. Tam da hedefi on ikiden vurarak üstelik. Namluyu çevirdiği SBF’nin İşletme Bölümü’nde araştırma görevlisi olmuş…

Şiir sever olduğu kadar şakacı, mizah sever, özgüven sahibi kendisi. Dört yıl sonra dediğine göre fotoğraftaki silah oyuncakmış. Ağırağır sıkacaksın muhabbeti de, yaklaşan vize sınavlarının zorluğuna dair uyarı, bilgilendirme. (Bitişik yazım özgün ifade.)

***

Bu tür yeni nesil edebiyat aşığı hukukçular, akademik kariyer yolcuları her zaman şakayla yetinmeyebiliyor.

Üç akademisyeni ve fakülte sekreterini gözünü kırpmadan öldürdü bir başka araştırma görevlisi. Özgüven faslında o da hayli iddialı. “Karıncayı bile incitebilecek biri değilim ben” diyerek savundu kendini duruşmada. Cinayetlerin planlı olmadığını söyledi: “Eğer planlamış olsaydım, kaçma planım da olurdu, beni kimse yakalayamazdı. Eğer kaçma planım olsaydı yanıma birkaç şarjör daha alırdım. Fakültede kaçacak böcek kalmazdı.”

İddialı, serinkanlı. Karıncaincitmez ama istese insan bir yana, canlı namına böcek bile bırakmaz ortada.

Sunucunun sorusundan rahatsız olan hukukçu akademisyen, had bildirerek yayını terk etmiş, çok mu? Kamu güvenliği, asayiş sorumluları omuz atıp parmak sallanmadık ne milletvekili bırakıyor, ne hukukçu, ne yargıç. Salgında can kurtarmak için cansiperane çabalayan ve birbiri ardınca kayıplar veren hekimler, “ölüyoruz” dediğinde, hain ilan ediliyor. Derhal ceza, yaptırım sopası sallanıyor. Birileri hastane basmış, niye şaşıyoruz, neyi konuşuyoruz?

En yukarıdan en aşağıya, siyasal alandan gündelik yaşama, her an her düzeyde şiddetin içinde yüzüyoruz. Üstelik bu, en doğal ve gerekli davranış biçimi olarak görülüyor, savunuluyor. Görünen o ki, başladığımız yere dönüyoruz. İnsan insanın kurdudur… Sahi öyle mi?

'MEŞRU ŞİDDET TEKELİ' 

Thomas Hobbes, İngiliz iç savaşı (1642 – 1651) içinde kaleme almıştı Leviathan’ı. Bir Din ve Dünya Devletinin Kapsamı, Biçimi ve Gücü’nü tartışan bu 370 yıllık kitap, modern devlet kuramının temellerinden birini oluşturur. “Hepimize karşı savaş” olarak nitelediği iç savaştan, insanı insanın kurdu haline getiren doğa durumundan çıkış için hak ve özgürlüklerin koruyucusu devlet düzenine dönersiniz. Gücü tek elinde bulunduran devlet, canavara; Leviathan’a dönüşerek zulüm makinesi haline gelir.

“Devlet egemen sınıfların baskı aracıdır” ifadesi, sol siyasal söylemde öne çıksa da, Hobbes’dan Max Weber’e uzanan liberal düşünce, toplumsal düzenin temel aygıtı olarak “devletin zor kullanım tekeli”ne vurgu yaparlar. Weber bunu “meşru şiddet tekeli” olarak ifade eder.

Her ne kadar kaosa, insanın doğasında olduğu var sayılan yok edicilik eğilimine (“insan insanın kurdudur”) karşı düzen ve “yasallık” vurgusu taşısa da klasik devlet kuramı “şiddet – zor kullanımı”nı merkeze alır. Yakınlarda kaybettiğimiz antropolog David Graeber “kritik ifade” olarak niteler terimi:

Bu kelimeyi her duyduğumuzda kendimizi, yok etme, başkalarına acı verme, onların bedenlerini bozma, zedeleme ya da ezme tehdidinde bulunma (yahut ömürleri boyunca ufacık bir odaya kapatma) gücünün, kozmosu yöneten enerjinin toplumsal karşılığı olarak görüldüğü bir siyasal ontoloji içinde buluruz. (1)

Graeber’in bu tek tümcede ifade ettiği zor – güç- kullanım tekelinin olası kapsamı, Hobbes’un Kitabı Mukaddes’deki deniz canavarına göndermeyle tanımladığı Leviathan’la aynı kapıya çıkar. Daha ilkçağda Sümer’de ortaya çıkan ilk devlet tipinin, Tanrı-Devlet’in yeni terimlerle ifadesine dönüşüyor bütün o liberal hukuk vs…

GÜCÜN YENİ SAHİPLERİ

20. yüzyıl tüm bu kuramların, deneyimlerin üstüne yeni bir kimlik, yeni bir güç kaynağı ve kullanıcısı inşa üretti: Kitle.

İspanyol düşünür Ortega Y. Gasset, bu yeni kimliği ve olguyu ilk mesele yapanların başında gelir. Birçok kaynak, “kitle insanı” kavramının ona ait olduğunu kaydeder. İlginçtir; Gasset de kendi ülkesindeki iç savaşın eşiğinde kaleme alır Kitlelerin Ayaklanışı’nı. Kitap 1930’da yayımlanır. Sadece İspanya değil, Avrupa için bir alarm zili.

İtalyan faşizminin içine doğan Umberto Eco’nun “hiperrealizm diyarında yolculuk”tan “ebedi faşizm” çözümlemesine uzanacağı 1970 – 1995 yıllarındaki düşünsel üretiminin ya da Jean Baudrillard’ın 1990’daki “Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme”de; Kötülüğün Şeffaflığı’nda kullanacağı “hiperdemokrasi” kavramının kökenlerini Gasset’de bulmak mümkün:

Tarihin hiçbir devrinde, kalabalıkların, günümüzde olduğu ölçüde iktidarı ele geçirmiş olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden hiperdemokrasi deyimini kullanıyorum.

Onun henüz 1920’lerde kitle üzerinden tespit ettiği hiperdemokrasi, bugün ABD’den Rusya’ya, Polonya’dan Macaristan’a, İngiltere’den Brezilya’ya “popülist otoriterlik” olarak adlandırılan yöneticilerin ve pratiklerinin habercisi:

Kitlelerin en çok zafere eriştiği ülkelerin (Akdeniz ülkeleri bunlar) halk yaşamını incelersek, bu ülkelerde politik hayatın günü gününe yaşandığını hayretle görürüz. Bu olağanüstü gariplikte bir olay. Otorite, kitlelerin bir temsilcisinin elinde. Bu temsilciler öyle güçlü ki, muhalefeti ortadan silmişler. Öylesine dokunulmaz, alt edilmez bir güç sahibi olmuşlar ki, tarihte bunlar kadar mutlak güç sahibi bulmak zor. Ama bu otorite ancak günü gününe yaşayan bir otorite olmaktan ileri gidemiyor. Ne gelecek için kesin bir çözüm getiriyor; ne gelecek konusunda açık seçik bir şey bildiriyor.

***

Otorite, dolaysız olarak kitlelerin elinde olduğu zaman, durum daima aynı olmuştur: Kadiri mutlak ama ömürsüz. Kitle insanı, herhangi bir belli amacı olmayan, oradan oraya kaptırıp sürüklenen kişidir.(2)

Kısaca “güç kullanımı” tekel’den ve resmi devlet kurumlarından çıkar, sivilleşir, “kitle” onu kendinin kılar, özelleştirir. Otorite kullanımı ve sürükleniş halinde dahi mutlak ilke sahibidir kitle. Gasset bu ilkeyi bir Amerikan deyişiyle ifade ediyor: Farklı olmak adaba aykırıdır.

Yüzyıl öncesi; 1920’lerde Avrupa’da boy veren yeni insan tipini, kütlesel güçle saltanat edişini bugün daha fazla incelemek, tartışmak gerekiyor. Gasset’in deyişiyle “Sebep göstermek ya da haklı olmak istemeyen sadece fikirlerini ileri sürmeyi düşünen yeni insan türü”, ona karşı olan, ondan farklı olanı imha etmekten geri durmuyor. Adım asım, sıka sıka…

(1). D. Graeber, Tersine Devrimler, çev A. Esen, Everest Yayınları, 2014

(2) O. Y. Gasset, Kitlelerin Ayaklanışı, çev S. Çağan, May Yayınları, 1968. (Yeni bir çeviri için bk: İş Bankası Kültür Yayınları.)

Tüm yazılarını göster