Şiir de okuyorlarmış meğer.
Şaşırtıcı, özgün bir “okuma”. Metni dönüştüren bir okuma
tekniği.
Kariyer merdivenlerini hukuk üzerinden inşa etmekte olan azimli,
cesur, yaratıcı genç arkadaşımız bu azmini temsili fotoğraf
eşliğinde veciz sözle paylaşmış. Öğrenim gördüğü Hukuk
Fakültesi’nin ana kapısı ve tabelası önünde silahıyla hedefe
kilitlenmiş. Namluyu çevirmiş fethedilecek kaleye; Siyasal Bilimler
Fakültesi’ne. Özgün yaratıcı yorum-okuma ürünü fotoğraf altı
yazısı, aleme mesaj:
Ahmet Haşim’in de dediği gibi
AĞIRAĞIR SIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN
Sıka sıka tırmanmış merdivenleri, hukuk diploması aldığı gibi o
diplomayla akademik kariyere de adım atmış. Tam da hedefi on ikiden
vurarak üstelik. Namluyu çevirdiği SBF’nin İşletme Bölümü’nde
araştırma görevlisi olmuş…
Şiir sever olduğu kadar şakacı, mizah sever, özgüven sahibi
kendisi. Dört yıl sonra dediğine göre fotoğraftaki silah
oyuncakmış. Ağırağır sıkacaksın muhabbeti de, yaklaşan
vize sınavlarının zorluğuna dair uyarı, bilgilendirme. (Bitişik
yazım özgün ifade.)
***
Bu tür yeni nesil edebiyat aşığı hukukçular, akademik kariyer
yolcuları her zaman şakayla yetinmeyebiliyor.
Üç akademisyeni ve fakülte sekreterini gözünü kırpmadan öldürdü
bir başka araştırma görevlisi. Özgüven faslında o da hayli iddialı.
“Karıncayı bile incitebilecek biri değilim ben” diyerek savundu
kendini duruşmada. Cinayetlerin planlı olmadığını söyledi: “Eğer
planlamış olsaydım, kaçma planım da olurdu, beni kimse
yakalayamazdı. Eğer kaçma planım olsaydı yanıma birkaç şarjör daha
alırdım. Fakültede kaçacak böcek kalmazdı.”
İddialı, serinkanlı. Karıncaincitmez ama istese insan bir yana,
canlı namına böcek bile bırakmaz ortada.
Sunucunun sorusundan rahatsız olan hukukçu akademisyen, had
bildirerek yayını terk etmiş, çok mu? Kamu güvenliği, asayiş
sorumluları omuz atıp parmak sallanmadık ne milletvekili bırakıyor,
ne hukukçu, ne yargıç. Salgında can kurtarmak için cansiperane
çabalayan ve birbiri ardınca kayıplar veren hekimler, “ölüyoruz”
dediğinde, hain ilan ediliyor. Derhal ceza, yaptırım sopası
sallanıyor. Birileri hastane basmış, niye şaşıyoruz, neyi
konuşuyoruz?
En yukarıdan en aşağıya, siyasal alandan gündelik yaşama, her an
her düzeyde şiddetin içinde yüzüyoruz. Üstelik bu, en doğal ve
gerekli davranış biçimi olarak görülüyor, savunuluyor. Görünen o
ki, başladığımız yere dönüyoruz. İnsan insanın kurdudur…
Sahi öyle mi?
'MEŞRU ŞİDDET TEKELİ'
Thomas Hobbes, İngiliz iç savaşı (1642 – 1651) içinde kaleme
almıştı Leviathan’ı. Bir Din ve Dünya Devletinin Kapsamı,
Biçimi ve Gücü’nü tartışan bu 370 yıllık kitap, modern devlet
kuramının temellerinden birini oluşturur. “Hepimize karşı savaş”
olarak nitelediği iç savaştan, insanı insanın kurdu haline getiren
doğa durumundan çıkış için hak ve özgürlüklerin koruyucusu devlet
düzenine dönersiniz. Gücü tek elinde bulunduran devlet, canavara;
Leviathan’a dönüşerek zulüm makinesi haline gelir.
“Devlet egemen sınıfların baskı aracıdır” ifadesi, sol siyasal
söylemde öne çıksa da, Hobbes’dan Max Weber’e uzanan liberal
düşünce, toplumsal düzenin temel aygıtı olarak “devletin zor
kullanım tekeli”ne vurgu yaparlar. Weber bunu “meşru şiddet tekeli”
olarak ifade eder.
Her ne kadar kaosa, insanın doğasında olduğu var sayılan yok
edicilik eğilimine (“insan insanın kurdudur”) karşı düzen ve
“yasallık” vurgusu taşısa da klasik devlet kuramı “şiddet – zor
kullanımı”nı merkeze alır. Yakınlarda kaybettiğimiz antropolog
David Graeber “kritik ifade” olarak niteler terimi:
Bu kelimeyi her duyduğumuzda kendimizi, yok etme, başkalarına
acı verme, onların bedenlerini bozma, zedeleme ya da ezme
tehdidinde bulunma (yahut ömürleri boyunca ufacık bir odaya
kapatma) gücünün, kozmosu yöneten enerjinin toplumsal karşılığı
olarak görüldüğü bir siyasal ontoloji içinde buluruz. (1)
Graeber’in bu tek tümcede ifade ettiği zor – güç- kullanım
tekelinin olası kapsamı, Hobbes’un Kitabı Mukaddes’deki deniz
canavarına göndermeyle tanımladığı Leviathan’la aynı kapıya çıkar.
Daha ilkçağda Sümer’de ortaya çıkan ilk devlet tipinin,
Tanrı-Devlet’in yeni terimlerle ifadesine dönüşüyor bütün o liberal
hukuk vs…
GÜCÜN YENİ SAHİPLERİ
20. yüzyıl tüm bu kuramların, deneyimlerin üstüne yeni bir
kimlik, yeni bir güç kaynağı ve kullanıcısı inşa üretti: Kitle.
İspanyol düşünür Ortega Y. Gasset, bu yeni kimliği ve olguyu ilk
mesele yapanların başında gelir. Birçok kaynak, “kitle insanı”
kavramının ona ait olduğunu kaydeder. İlginçtir; Gasset de kendi
ülkesindeki iç savaşın eşiğinde kaleme alır Kitlelerin
Ayaklanışı’nı. Kitap 1930’da yayımlanır. Sadece İspanya değil,
Avrupa için bir alarm zili.
İtalyan faşizminin içine doğan Umberto Eco’nun “hiperrealizm
diyarında yolculuk”tan “ebedi faşizm” çözümlemesine uzanacağı 1970
– 1995 yıllarındaki düşünsel üretiminin ya da Jean Baudrillard’ın
1990’daki “Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme”de; Kötülüğün
Şeffaflığı’nda kullanacağı “hiperdemokrasi” kavramının
kökenlerini Gasset’de bulmak mümkün:
Tarihin hiçbir devrinde, kalabalıkların, günümüzde olduğu ölçüde
iktidarı ele geçirmiş olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden
hiperdemokrasi deyimini kullanıyorum.
Onun henüz 1920’lerde kitle üzerinden tespit ettiği
hiperdemokrasi, bugün ABD’den Rusya’ya, Polonya’dan Macaristan’a,
İngiltere’den Brezilya’ya “popülist otoriterlik” olarak
adlandırılan yöneticilerin ve pratiklerinin habercisi:
Kitlelerin en çok zafere eriştiği ülkelerin (Akdeniz ülkeleri
bunlar) halk yaşamını incelersek, bu ülkelerde politik hayatın günü
gününe yaşandığını hayretle görürüz. Bu olağanüstü gariplikte bir
olay. Otorite, kitlelerin bir temsilcisinin elinde. Bu temsilciler
öyle güçlü ki, muhalefeti ortadan silmişler. Öylesine dokunulmaz,
alt edilmez bir güç sahibi olmuşlar ki, tarihte bunlar kadar mutlak
güç sahibi bulmak zor. Ama bu otorite ancak günü gününe yaşayan bir
otorite olmaktan ileri gidemiyor. Ne gelecek için kesin bir çözüm
getiriyor; ne gelecek konusunda açık seçik bir şey bildiriyor.
***
Otorite, dolaysız olarak kitlelerin elinde olduğu zaman, durum
daima aynı olmuştur: Kadiri mutlak ama ömürsüz. Kitle insanı,
herhangi bir belli amacı olmayan, oradan oraya kaptırıp sürüklenen
kişidir.(2)
Kısaca “güç kullanımı” tekel’den ve resmi devlet kurumlarından
çıkar, sivilleşir, “kitle” onu kendinin kılar, özelleştirir.
Otorite kullanımı ve sürükleniş halinde dahi mutlak ilke sahibidir
kitle. Gasset bu ilkeyi bir Amerikan deyişiyle ifade ediyor:
Farklı olmak adaba aykırıdır.
Yüzyıl öncesi; 1920’lerde Avrupa’da boy veren yeni insan tipini,
kütlesel güçle saltanat edişini bugün daha fazla incelemek,
tartışmak gerekiyor. Gasset’in deyişiyle “Sebep göstermek ya da
haklı olmak istemeyen sadece fikirlerini ileri sürmeyi düşünen yeni
insan türü”, ona karşı olan, ondan farklı olanı imha etmekten geri
durmuyor. Adım asım, sıka sıka…
(1). D. Graeber, Tersine Devrimler, çev A.
Esen, Everest Yayınları, 2014
(2) O. Y. Gasset, Kitlelerin Ayaklanışı,
çev S. Çağan, May Yayınları, 1968. (Yeni bir çeviri için bk: İş
Bankası Kültür Yayınları.)