Yüzsüzlere bindirmek de iyidir; bazen kendimizle
yüzleşmek de daha iyidir.
Çünkü gerçekten neye öfkelendiğimizi, neye titizlendiğimizi, neyi
hissettiğimizi samimiyet filtresinden geçirecek odur.
Bir gencin cemaat-tarikat yurdunda hayatını karartanları
anlattıktan sonra intihar etmesi çok insanı yaraladı,
öfkelendirdi.
Üç şey çok netti:
Genç…
İntihar…
Tarikat yurdu.
Ortadaki “intihar”, yani o yaşta bir doktor adayının kendini yok
etmesi tamamen mekânla bağlantılı işledi içimize ve öfkemize.
Yanlış değil.
Bir gencin en büyük ihtiyacı olan özgürlüğün, çok sesliliğin, ufkun
orada olamayacağını tahmin etmek de zor değil. Oralarda bunu
sorgulamadan kalan, hayata öyle katılan nice genç olsa da.
Tarkan insanî bir tepki verdi diye alkışlandı,
Kılıçdaroğlu sessiz kaldı diye kınandı,
çoğumuz “paylaşımlar” ile paylaştık!
Ancak ıskalanabilen önemli bir unsur daha vardı:
Babanın tevekkülü!
Yani o genci, belki de onun gencecik iradesi, hayalleri dışında bir
yere “koyan” ve ölümünden sonra, oraya değil,
(elbet yüreği de yanıyordur) kendi çocuğuna söylenen bir baba.
Ailenin kutsal otoritesi.
Bu ülkede milyonlarca ailede olan bitenin, bir türlü
bitmeyenin adı. Kadın üstündeki, çocuklar üstündeki, bilhassa kız
çocuklar üstündeki tahakküm.
İstisnai adamlar ve adımlar dışında; onların hayatının
önemli kısmını belirleyen, tayin eden, doğumdan evliliğe, işe kadar
ne yapıp yapmayacağını, kim olup olamayacağını buyuran, birçoğunu
bitkisel hayata, ruhsuz yaşamlara, kısacık ömürlere, mutsuzluk
girdaplarına sürükleyen despot.
Hadi onu da gördük, diyelim.
Peki dini otoritelerin tamamı?
Devletin, dinin, geleneğin, disiplinin her ağası,
hanımağası.
Ahlaki buyrukçuların, kuyrukçuların alayı?
Milli Eğitimin milli otoritelerinin eti de kemiği de seven
kısmı?
Askeri otoritelerin, sizi sayıyla mı verdiler, sen kimsin,
haddini bil diye uygun adım isteyenleri?
Güvenliğin altındaki polisleri ezip ezip onları ya
başkasına şiddete ya kendine karşı şiddete sevk eden
amirimleri?
İş yerlerindeki patron, müdür hatta formen
otoritesi?
Mahalle?
Herkesi azarlayan en büyük otorite?
Yılgınlık, tükenmişlik, umutsuzluk cenderesi şimdi tepki
duyduklarımızda çok derin elbette.
Ancak hiç görmediklerimiz, görmezden geldiklerimiz,
umursamadıklarımız arasında da ezerek, kırarak, kopararak dolanıp
duruyor.
Bazen aynı şeyleri yazar gibi oluyorum; çünkü aynı
şeyler yazılı oluyor alınlarda.
Yıllar boyu kimsenin görmek bir yana, bakmak istemediği bir yarayı
yazıp durdum. “Askerlik”te insanı insanlıktan çıkaran,
disiplinle kalmayan, aşağılamayla, hakaretle, manevi ve fiziki
şiddetle kurulu piramit.
Yaşayanların başına gelenleri de anlatıyordum…
Dayanamayıp genç yaşında ölüme koşanları da.
“Şehitler” çoktu elbette, fakat bu insanlar bizzat kendi canlarını
alıyordu ve o kadar çoktular ve o kadar yoktular ki.
Bir başka “kutsal” denen mesleğe adayıp umutlarını, işsiz bırakılan
“atanmamış öğretmenler” gibi.
Bakın yıllar yıllar önceki bir yazımdan pek kimsenin duymadığı
birkaç isim, pek kimsenin görmediği birkaç resim. Bir yazının
hatıralarına omuz vermek istediği, içimizden birileri:
“Astsubaylar mesela; buyurun içtimai-i
intihara:
2008: Nisan: Aydın. 45 yaş. Kudret
Kaya... Temmuz: Bandırma. 53
yaş. Rahim Eken...
Temmuz: İzmir. 23
yaş. Resul Uyanık...
Aralık: Samsun. 53
yaş. Fatih Erkan. 2009:
Ocak: İzmir. Emekli. 58 yaş. Hasan
Kutlu... Mart: Diyarbakır. 28
yaş. Onur Çağlar...
Nisan: Kastamonu. 59 yaş. Recep
Savaş... Nisan: Kayseri. 22 yaş.
Mustafa Yazıcı... Mayıs: Ödemiş.
Emekli. Eşini de öldürdükten sonra. Niyazi
İnal... Temmuz: Mersin. 27
yaş. Evren Aydın...
Temmuz: Erzurum. 42 yaş.
Tanju Sağduyu...
Eylül: İzmir, Emekli. Nevzat
Baysal... Ekim: Adapazarı.
Kışlada. 22 yaş. D.G...
Kasım: Adapazarı. 39 yaş. Erbil Güzel...
Aralık: Emekli. Ülkü
Turgut.
Uzman çavuşlar mesela; buyurun paramparça
resm-i geçide:
Nisan: Adana. Yıllarca görev yaptıktan sonra
tayin yine Güneydoğu’ya çıkınca istifadan beş ay sonra, işsizken.
El bombası pimi çekerek. 30 yaş. S.B...
Haziran: Adapazarı. 28
yaş. Serdar Aslan... Ekim: Kandıra. 42
yaş. Zeki Meşeli... Kasım: Elazığ.
Öğretmenevi. 8 aylık hamile eşi ikiz beklerken. 24
yaş. Birol Sürmenli... Kasım: Gerede.
Henüz 3 aylık uzmanken. Oğuzhan Ç...
Kasım: İzmir. Bir ay önce baba olmuşken. 24
yaş. Osman Gökçe...
2009: Nisan: Akşehir. Dört çocuklu. 39
yaş. Mehmet Saraç... Mayıs:
Diyarbakır. Ömer Özdemir...
Temmuz: Akçaabat. Uzman eşi. 33
yaş. Tülay Tosun (Kocanın da intihar
girişimi)... Temmuz: Bilecik. 28
yaş. F.B...
Eylül: Lice. 31 yaş. Yalçın
Gülümser... Ekim: Siirt. Murat
Öztürk (şüpheli)... Kasım:
Tekirdağ. 22 yaş. Gökhan Gez... Kasım: Tokat. 22
yaş. Nuri Karagül...
Muhtemelen çok daha fazla.
Erler yok listede. Bunca insan; inanç, üniforma gibi kutsal
gördüklerine, bazısı eşine, çocuğuna rağmen neden intihar
etti?
Kimi belki “ailevi”; tamam. Tek tek
yazmadım.
Birçoğu ise bunalım, aşağılanma, garnizonda intihar. Beylik
silah.
Şakağa tek mermi.
Geride ana, baba, eş, nişanlı, çocuk, bebek, doğmamış bebekler.
Örtbas!
Disko denen hapiste işkenceyle
öldürülen Uğur’lar, “arkadaş mermisiyle” canı
alınan Sevag’lar, bir tokat, bir dayak, bir
küfür yüzünden silahını beynine vuran çocuklar da var.”
Bunu da, Enes’in yaşlarında, denetimde
azarlandıktan sonra gidip silahını şakağına… 21 yaşındaki bir
yıllık topçu astsubay, Sercan Akbunar için içimden
gelen onca yazıdan birinin sonunda yazmışım:
“Herkes elbet intihar etmiyor. Ama "aşağılanma" nın
tarifi, baskı altında olmanın deneyimi, insanın bunalımı, akıldaki,
vicdandaki, ailedeki, emeklilikteki izleri hiç değişmiyor.
Lakin her zaman, her yerde, her mevkide, her kademede; hesabı bir
yana, sorusu dahi sorulamıyor.”
O yüzden…
Vicdanımızın ilk kurtulması gereken yük,
ayrımcılıktır.
Gözlerimizin ilk silinecek pası, kimini görüp kimini
görmemektir.
Kulaklarımızın alınacak ilk kiri, bazısını duymak bazısını
hiç duymamaktır.
Ağlamak insan içindir…
Anlamak insanlık için!
Birini görüp birini görmüyorsam, beni de uyarın.
Birini görüp birini görmeyen, gizleyen görürseniz, siz de
uyanın!