Altın Küre’nin ardından Oscar’da da yabancı dilde en iyi film kategorisinde beş filmlik aday listesinde yer alan “Kefernahum”, kurmaca ile belgeselin iç içe geçtiği çarpıcı bir Ortadoğu portresi. “Karamel” (2007), “Peki Şimdi Nereye” (2011) filmleriyle Cannes’da dikkat çeken Lübnanlı kadın yönetmen ve oyuncu Nadine Labaki, bu filmiyle de geçen yıl festivalden jüri ödülü kazanmıştı.
İlk iki filmde hüzün ve neşenin için içe geçtiği ve kadınların başrole kurulduğu hikayeler anlatan Labaki, bu kez çocukları alıyor odağına. Yine ilk iki filmde olduğu gibi ağırlıklı olarak amatör oyuncular kullanıyor. Ki, filmin başrolünde yer alan Zain Alrafeea, Suriye’den göç etmek zorunda kalan ve sokaklarda hayatını kazanan bir çocuk. Tıpkı aynı adla rol aldığı filmdeki karakter gibi bir kimliği bile yokmuş ilk tanıştıklarında.
Labaki, “Peki Şimdi Nereye”de riskli bir işe soyunmuştu. Farklı dinlere mensup kadınların ‘ölüm’ temasının etrafında dönen hikayesi bir yandan yaşanan acıları hafifletme, öte yandan da sömürme riski taşıyordu fakat Labaki bunun altından ustalıkla kalkmayı başarmıştı. Hem ele aldığı karakterler hem bu karakterlerin çocuk olması nedeniyle “Kefernaum”da bu risk oldukça yüksek.
Film yöntem olarak Dany Boyle’un “Milyoner” filmini andırıyor. Kendisini dünyaya getirdikleri için anne ve babasına dava açan 12 yaşındaki Zain’in mahkemede anlattıklarıyla gelişmeleri takip ediyoruz. Zain, kalabalık ve yoksul bir aileye sahiptir. Bir şekilde hayatta kalmaya çalışan ailesine destek olmak için kardeşleriyle birlikte sokaklarda çeşitli şeyler satarak hayatta kalmaya çalışır. Ancak kız kardeşi Sahar’ın ilk adetini görmesinin ardından işler değişiyor. Aile kendisinden yaşça çok büyük mahalle bakkalı ile Sahar’ı zorla evlendiriyor. Buna tepki gösteren Zain ailesini kararından vazgeçiremeyince evden kaçıyor. Hikaye tam da bu noktada başka bir yoksulluğa bağlanıyor. Etiyopya’dan kaçak yollarla Beyrut’a gelmiş Rahil isimli bir kadın Zain’e sahip çıkıyor ve onu barakadan bozma evine götürüyor. Rahil çalışırken Zain’de küçük oğlu Yonas’a bakıyor.
“Kefernahum”un yönetmenlik açısından Labaki’nin en çarpıcı işi olduğunu belirtmekte yarar var. “Ortadoğu’nun Paris’i” Beyrut’un en yoksul bölgelerinde dolaştırıyor kamerasını. Bunu yaparken de çoğu zaman belgesel estetiğine yaklaşıyor. Bu da anlatılan hikayenin sahicilik duygusunu artıran bir faktör olarak dikkat çekiyor. Zain’in Yonas ile birlikte hayatta kalma çabasına eşlik eden görüntüler bir yandan toplumun en alt kesiminin nasıl yaşadığına ve hayatta kalmak için yapmak zorunda kaldıklarına seyirciyi tanıklığa zorlarken, diğer yandan da sömürülmeye müsait bir alan açıyor. Öncelikle böylesi bir gerçekçiliğin rahatsız edici bir yanı var. Öte yandan Labaki’nin kamerasının tanıklık dışında özel olarak karakterlerini ve hikayeyi sömürdüğünü söylemek zor. Fakat hem Zain’in yaşadıklarının ağırlığı hem de seyircinin göçmenlik, yoksulluk ve tabii ki çocukluk gibi kavramlara karşı oluşturulmuş hassasiyeti filme duygusal tepkiler verilmesine de yol açabilir. Ki filmin hem Türkiye hem de dünyanın çeşitli ülkelerindeki gösterimlerinin ardından yazılan yorumlarda seyirciler gözyaşlarını tutamadıklarını ifade ediyorlar. Ama böylesi bir filmin ardından seyirciden beklenen şeyin sarsılmak, öfkelenmek olmasını dilerdim.
Filmin çarpıcı bir diğer yönü ise, mültecilik, göçmenlik, kaçak işçilik gibi bugün çoğunlukla Batı merkezli ülkeler üzerinden tartıştığımız durumların Ortadoğu’daki yakıcılığına dikkat çekmesi. Filmin ilk sahnelerinden birisinde Rahil ile birlikte gözaltına alınmış çoğunlukla Afrika ve Asya kökenli olduklarını anladığımız kaçak mülteciler yer alıyor. Bir yanda ülkenin en yoksulları, diğer yanda savaş yüzünden Suriye’den gelmek zorunda kalanlar ve bir de iş bulmak umuduyla kendilerini bu ülkeye atanlardan örülü bir dünya fotoğrafı aynı zamanda film. Labaki, bütün bunların yükünü sırtlanmak zorunda kalan kadın ve çocukların dünyasının içine sokuyor seyirciyi.
Filmin, Zain’in hayata tutunma, büyüme ve kendini bulma süreçlerini anlattığı bölümleri ne kadar sahici ve çarpıcıysa; mahkeme sahnelerinin de o kadar aksadığını eklemeden geçmeyelim. Zain’in ailesini kendisini dünyaya getirdikleri için dava etmesi güzel bir buluş olsa da mahkeme sahnelerinde bunun altı pek de doldurulamıyor açıkçası. Filmin diğer bölümündeki gerçeklik, burada yerini kurmaca ve pek de ikna edici olmayan bir masalsılığa bırakıyor. Kaldı ki filmin bağlandığı noktada bu hamlenin Zain’den çok yönetmenin motivasyonu olduğunu anlamak da kolaylaşıyor.
Labaki, yoksulluğu, eğitimsizliği, çaresizliği ve bunu oluşturan toplumsal-politik-ekonomik koşulları göstermek yerine sonuçlarını gösteriyor. Bunda bir sorun yok. Ama sözü döndürüp dolaştırıp “bakamayacağınız kadar çocuk yapmayın” gibi “kentli konformizmi”ne bağlamak biraz işin kolaycılığına kaçmak gibi duruyor. Çünkü Labaki’nin göstermemeyi tercih ettiği nedenlerin sonuçlarından birisi de bu!
Çekimler öncesinde bir kimliği bile bulunmayan Zain Alrafeea’nin etkileyici bir performans sergilediği filmde bütün çocuk oyuncular çok iyi. Ama daha bebek olan Yonas’ı canlandıran Boluwatife Treasure Bankole’nin doğuştan bir yetenek olduğunu belirtelim. Labaki, sorunun kaynağının yoksulluk değil de çok çocuk yapmak olduğunu düşünse de “Kefernahum” oldukça çarpıcı bir film.
KEFERNAHUM
ORİJİNAL ADI: Capharnaüm
YÖNETMEN: Nadine Labaki
OYUNCULAR: Zain Alrafeea, Cedra Izam, Nadine Labaki, Fadi Youssef, Yordanos Shifera
YAPIM: 2018 Lübnan, Fransa
SÜRE: 120 dk.