En çok Lance Armstrong yıktı hayallerimizi. Kalbimizi, sevgimizi, umudumuzu vermiştik ona. Sadece bizim değil. Onlarca kanser hastasının umuduydu o. Kanseri yenerek dünyanın en prestijli bisiklet turu olan Fransa Bisiklet Turu nam-ı diğer Tour de France’ta 7 defa şampiyon olmuştu. Bir hastalığın asla bir insanı ele geçiremeyeceğinin, bir hastalığa asla teslim olmaması gerektiğinin canlı simgesiydi o. Efsaneler üstü efsaneydi. Başarılarında Fransızların ünlü gazetesi L’Equipe’in şerhleri dışında bulunabilecek tek bir kara nokta yoktu. Ta ki her şeyi itiraf edene kadar. İnsan ne kadar yüksekten düşerse o kadar o kadar canı yanar ya, en sevdiklerinin verdiği hasar onanmaz ya hiç, işte öyleydi Lance’in sistemli bir şekilde doping yapması. İlk başta kabul etmek zordu. Ortada resmi belgeler, mailler dolaşsa da “Yok canım Lance Armstrong yapmaz öyle şey’ diyenimiz çoktu.
Lakin en büyük darbe de böyle geldi. Oprah Winfrey’e konuşan ABD’li bisikletçinin dudaklarının arasından, “Tur’u kazanırken doping yapmam bana yanlış yapıyormuşum gibi hissettirmedi. Biliyorum, korkutucu. Kötü de hissetmedim. Biliyorum, daha korkutucu. Bu durumu hile yapıyormuş gibi görmüyordum. Biliyorum, bu en korkutucu olanı. Bu daha çok diğerleriyle aynı koşullara gelmeye çalışmak gibiydi. Evet, söylediğim en büyük yalanlardan biri, defalarca doping almayı kabul etmekti” sözcükleri döküldükçe dünyanın dört bir tarafında kırılan kalp sayısını tahmin bile edemeyiz. Artık o kalpler, sahiplerinin septik bakışları arasında kendisini dolduracak başka bir ferdi arıyordu.
Ama kolay olmayacaktı. İnsan her sevdiğine 'Ya o da' diye bakmaktan kendini alamayacaktı. Her spor efsanesi artık kendisini tekrar tekrar turnusol kağıdında bulacaktı. Sonucu ne olursa olsun bir yenisi daha gelecekti şüpheci bakışlardan. Her ufak haber ‘işte yine başlıyoruz’ kaygısını tetikleyecekti.
Öyle de oldu. Sistematik bir şekilde, devlet eliyle doping yaptırdığı gerekçesiyle büyük organizasyonlardan men edilen Rusya’dan çıkan hacker’ların WADA’yı amiyane tabiriyle ‘patlatması’yla yürekler ağızda dolaşma dönemi başladı. Adlarını ‘Süslü Ayılar’ olarak açıklayan hackerlar, aralarında kadınlar tenisinin efsanesi Serena Williams’tan Olimpiyat şampiyonu genç jimnastikçi Simone Biles’a, Britanyalı bisikletçi Chris Froome’dan bir başka Olimpiyat şampiyonu boksör Nicola Adams’ın da olduğu 40’a yakın atletin sağlık bilgilerine ulaştıklarını açıkladı. WADA da bu bilgiyi “Saldırılarla, 2016 Rio Olimpiyatları’na gölge düşürülmesi ve raporlarda adı geçen sporcuların karalanması hedeflenmiştir” sözleriyle doğruladı.
Süslü Ayılar’ın iddiası WADA’nın bazı sağlık bilgilerini sakladığı yönündeydi. Hem de yine en yumuşak karnımızdan vurarak iddia ettiler bunu. Yani başta Simone Biles’la sarstılar bizi. Umudumuzu bağlamıştık Biles’a . Öyledir ya neden sevdiğini anlatamazsın bazen. Öyleydi Biles’a olan sevgimiz.
Hani şu aşamadaydık ‘Hangimiz sevmedik ki Biles’ı?’ Nadia Comaeci ile kıyaslanmak için tek Olimpiyat yetmişti. Her hareketi inceleniyor, her müsabaka sonrasında yüzündeki o eksilmeyen gülümseme kalpleri fethetmesini sağlıyordu. Ne kadar büyük ve nadir bulunan bir yetenekle karşılaştığımız dilden dile aktarılırken, milyonlar (Türkiye dahil) onun ekrana çıktığı anda gözlerini dahi kırpmıyordu. Lance Sendromu’nu unutmuştuk ki, ‘Süslü’ hayallerimize kara çaldılar.
Rus hackerlara göre Biles, WADA tarafından yasaklanan bir maddeyi kullanıyordu. Yani kısaca doping yapıyordu. Malum Dünya Anti Doping Ajansı her yıl yasaklı maddeler listesi açıklıyor. Bir hastalığın tedavisi gibi istisnai durumlarda WADA, sporculara bir esneklik tanıyor ve bildirmesi durumunda bu maddenin kullanılmasına izin veriyor. Biles için de benzer bir durum olduğu kendi kaleminden daha doğru bir ifade ile kendi klavyesinden açıklandı. 4 Olimpiyat madalyalı genç sporcu, hiperaktivite tedavisi için uzun süredir kullandığı ilacın WADA’ya her zaman bildirildiğini söyledi.
Fakat Süslü Ayılar amaçlarına ulaştı. Öyle ya da böyle su bulandı. Kalplerde Lance Armstrong kırıklığı, akıllarda Maria Sharapova’nın hastalık tedavisinde kullandığını açıkladığı ama sonradan yasaklılar listesine giren Meldonyum ve aldığı ceza, tabii ki tüm bünyelerde yine aynı korku: O da mı?
Farkındaysanız daha ne Serena’ya girdim ne de Froom’a. Onların da zikzaklı yollara, dikenli tarlalara girdiği ihtimalinden bahsetmedim bile. Eğer olumsuz bir haber gelirse onların ki de çok can acıtır ama Biles’ınki bir ayrı. Sanırım yaralar sarılmak üzereydi onunla. ‘Yeniden sevebiliriz’ diye düşünmeye başlamıştık ki kara bulutlar dolanmaya başladı. Umarım ki Biles dağıtır bulutları ama biz yine de imtina edeceğiz birini sevmeye çalışırken. Çünkü yine gardımızı indirdiğimiz andan çalışmaya başladı çark. Ardından ne çıkacak korkusu peşimizi bırakmayacak belli. Kesin konuşmak artık yabancı bize. Maalesef…