Özal döneminden gelen “köşeyi dönme” felsefesi, günümüzde daha da gelişerek bireysel ve toplumsal ilişkilerin büyük ölçüde maddi çıkarlara göre belirlendiğini ortaya koyuyor.
Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” anlayışından Tayyip Erdoğan’ın “ülkeyi bir şirket gibi yöneteceğim” anlayışına uzanan kapitalist mantığın toplumun tüm kılcal damarlarına nüfuz ettiği görülüyor.
Kişisel ilişkilerde yalanın, birbirini kandırmanın, amiyane tabiriyle “kazık atmanın”, en insani sayılabilecek sevgi/aşk ilişkilerinde bile çıkarın ön planda tutulduğu bir süreç yaşanıyor.
Seçim sürecinde de görüldüğü gibi siyasal iktidarın her türlü dezenformasyona başvurup yalan olduğu bilinen montajlı videolarla seçmenleri aldatmak istediği, sahte broşürlerin dağıtıldığı, gerçek dışı afişlerin asıldığı bir kampanya dönemine şahitlik ettik.
Yalan, iftira, kayırma, yolsuzluk nerdeyse doğal bir hale geldi. Daha genel bir tanımıyla toplumda ciddi bir ahlaki çöküş yaşanıyor. Hırsızlığın, fuhuşun artması da dikkat çekici.
Öte yandan kişisel ya da siyasi çıkarı için “aklını kullanmayan” enayi sayılıyor. Peki bu ahlaki çöküntünü esas kaynağı nedir, bu pazar yazısında biraz onun üzerinde durmaya çalışalım.
AHLAK NEDİR?
Öncelikle ahlak kavramını tanımlayalım. Ahlak, insanlığın ya da bir toplum biçiminin kendine özgü bir gelişme düzeyinde bireylerin davranışlarını iyi ya da kötü, yararlı ya da zararlı şeklinde değerlendirmeye çalışan bir kurallar bütünüdür, denebilir.
Bu anlamıyla ahlak, toplumdaki düşünce, duygu, gelenek, görenek, kültür gibi değerlerin bütünsel bir toplamıdır.
Daha değişik bir ifadeyle toplumsal bilincin bir parçasıdır. Toplumsal bilinç de, insanın yaşadığı maddi koşullar tarafından belirlenir. Daha net bir tanımlamayla her toplum, kendi ekonomik ve toplumsal gelişkin düzeyine göre ahlak kurallarını yaratır.
Örneğin eski çağlarda hırsızlık yapanın kollarını kesmek ahlaki bir davranışken burjuva kültürlü bir toplumda bu tutum ahlaki olarak görülmez. Yine eski çağlarda kimi toplumların dini anlayışında, çok eşlilik ahlaki bir davranış olarak kabul edilirken günümüzde ise tek eşlilik bir ahlaki kuraldır...
EGEMEN İDEOLOJİNİN AHLAKI
Toplumu hangi sınıf yönetiyorsa o sınıfın ahlak kuralları egemendir. Padişahlık, krallık söz konusuysa, yani feodal bir toplum yapısı varsa egemenlerin çıkarları ahlaki kurallar olarak yönetilenlerin beyinlerine işlenir.
Kapitalist bir toplum söz konusu ise, özel mülkiyet ilişkilerine göre toplum şekillendirilir. Bu nedenle ahlak biçimi, üretim ilişkisine göre şekil alır. Marksist düşünür Friedrich Engels, bu ilişkiyi şöyle tanımlıyor:
“İnsanların ister bilinçli, isten bilinçsiz olsun, ahlak anlayışlarını son çözümlemede, sınıf durumlarının dayandığı pratik ilişkilerden, içinde üretim ve değişimde bulundukları ekonomik ilişkilerden aldıkları sonucunu çıkartabiliriz”.
Ahlakın kaynağı toplumsal ihtiyaçlardır. Toplumsal ihtiyacın ne olduğunu belirleyen ise, o dönemdeki egemen koşullar ve egemen düşüncedir. Egemen düşünce, o toplumda iktidarı elinde tutanların düşüncesidir. “Adaletli olalım” ahlaki ilkesi, bu anlamda geçerliliği olmayan bir sözdür. Çünkü toplumsal adalete/adaletsizliğe üretim ve değişim koşulları karar verir.
İNSAN AHLAKLI YA DA AHLAKSIZ DOĞMAZ
Ahlaki değerler, esas olarak ideolojik bir üst yapı kurumunun değerleridir. Ekonomik koşullara bağlı olarak egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda değişir. Herkesin parasal çıkarlar için birbirini ezmeye çalıştığı bir toplumda, soyut biçimde “birbirinizi sevin”, “egoist olmayın” gibi ahlaki ilkeler pratikte pek geçerli olmaz.
Sonuç itibariyle insan doğuştan ahlaklı veya ahlaksız olarak doğmaz. İnsan hangi ekonomik/toplumsal koşullarda (parasal değerlerin etkili olduğu kapitalist toplumda) yaşıyorsa hangi üst yapı kurumlarından etkileniyorsa (örneğin din, milliyetçilik gibi) ve bu koşulları hangi sınıf şekillendiriyorsa (burjuva sınıfı, siyasal İslamcı yöneticiler) ona uygun bir ahlakla yetişir.
(Yukarıda ifade ettiğim görüşler için Mehmet İnanç Turan’ın Hayat, Kadın ve Aşk isimli kitabından yararlandım.)
ETİK BİR HAYAT, NASIL?
Şimdiye kadar anlattıklarımızdan ortaya çıkan sonuca göre, gerçekten ahlaklı bir toplum olabilmek istiyorsak toplumda radikal bir dönüşümü başlatmak zorundayız. Tabii bu kolay değil. Kolektif süreçler ve mücadele gerekiyor.
Kişisel anlamda hayatımızı daha ahlaklı ve anlamlı kılabilmek için ne yapmalıyız? Burada da yine Alman düşünür Erich Fromm’a başvuruyorum. Erich Fromm’a göre, hayatı anlamlı kılabilmek ve bireysel değişimi sağlayabilmek için bir takım yöntemleri kullanmak gerekiyor. Fromm’un “Yaşama Sanatı” isimli kitabında bu yöntemler şöyle sıralanıyor:
1) Yanlışların farkında olmak,
2) Değişim isteği taşımak,
3) Korkudan kurtulmak,
4) Deneylerde bulunmak,
5) Yeni tecrübeler edinmek.
Yine Fromm’a göre, insan, hayatı, “olmak”tan ziyade “sahip olmak” şeklinde algılayıp yaşamaya kalkarsa kendisi olmaktan çıkarak bir “nesne” konumuna gelir. Böyle bir hayat anlamsız ve acı kaynağı haline dönüşür. Çaba göstermeden, korkulara göğüs germeye hazır olmadan da gelişim sağlanamaz…