Ahlâklı bir hayatın nasıl sürdürülebileceği konusu bazılarımızın giderek daha fazla kafasını kurcalayan bir mesele oluyor. Yakın çevremizdeki insanların, iyi, dürüst, doğaya, başka canlılara ve başka hayatlara saygılı ve adil çocuklar yetiştirmeye daha fazla kafa yorduğunu fark ediyoruz. Bu kendiliğinden, hayatın ve geleneğin gündelik örüntüsü içinde olmuyor artık. Bir mesele olarak önümüze koymamız gerekiyor. Fakat bir yandan da dışarıda bekleyen dünyanın zalim ve adaletsiz bir dünya olduğu ve bu “iyi” çocukları duygusal ve davranışsal “öz savunma” mekanizmalarıyla donatmak gerektiği gerçeği de kendini hatırlatıp duruyor. Hemen hiçbir şeyi sorgulamayan ve çeteleştiği aşikâr bir hale gelmiş bile olsa her “düzen”in yanında duran ve her devrin adamı olan ibişlerin dünyası. Nasıl ve niye ahlâklı olacaksın?
Bu konuyu tanınmış bir kadın filozofun geçen haftaki ölüm haberi ve bu haberi okumamın akabinde denk geldiğim İranlı sanatçı Ali Miri’nin çizimleri getirip önüme koydu. Haftalardır bakışımı ve düşüncemi kaçırdığım başka bir trajik fotoğrafı da uzaklaştırdığım yerden alıp tam karşıma getirdi. Bunları hep birlikte düşünelim istedim ben de.
Başka bir insanın zarar göreceği her durumda kaçınmadan sorumluluk almamız gerektiğini söyleyen dünyaca ünlü Macar filozof Ágnes Heller (1), yüzmeye gittiği Balaton Gölü’nden dönemedi. Heller doksan yaşındaydı ve toplumsal muhalefetin bir parçası olmaktan hiç vazgeçmemişti. Annesi ile birlikte, Yahudi soykırımından sağ kurtulanlardan biriydi. Fakat babası ve ailesinin birçok üyesi toplama kamplarında hayatını kaybetmişti. Ahlâki sorumluluk meselesine çok kafa yormuş olan filozof Heller -ömrünün son demlerinde- sorumluluğunu almadığımız, almaya gönüllü olmadığımız veya alamadığımız binlerce göçmenin “medeni” dünyanın elini uzatsa yetişeceği “karasularında” ölüp ölüp durmasına da muhakkak ki çok üzülmüştür diye düşünüyorum...
Ágnes Heller, felsefenin gündelik hayatla ilişkili ahlâki meseleler üzerinde durmak gibi mütevazı bir işi, makbul ve dürüst insanları izleyerek yapması gerektiğini söylerdi. Heller’in bazı metinleri Gündelik Hayat İncelemeleri adlı doktora dersimin dönemden döneme değişen ve çeşitlenen okumaları arasında yer alırdı. Çok zihin açıcı ve heyecan verici metinlerdi. Oradan gelen bir gönül borcum da var kendisine. Heller’in Balaton Gölü’nde beklenmedik biçimde ölümüyle, hiç amaçlamamış bile olsa, gündelik hayatımızın bir parçası haline gelen bir meseleye de işaret ettiğini düşündüm. Göçmenler ve sığınmacılar meselesi. Sorumluluk almamızı gerektiren ahlâki bir mesele olarak her gün tekrar tekrar yüzleşiyoruz.
Mesela geçtiğimiz günlerde etkisi kısa süren bir fotoğraf dolaştı sosyal medyada. Ahlâk ve öteki için adalet çığlığını “irrasyonel” hale getiren reel politiğin neredeyse önemsiz bir detay olarak bir kıyıya sürüklediği bir baba-oğulun, birbirine sarılı haldeki bedenlerinin imgesi. Baba, minik evladını sırtına alıp “bedenine sımsıkı sararak,” tişörtünü de her ikisini içine alacak biçimde giyinmiş. Belli ki böylece çocuğunun azgın sulara kapılmasını önleyebilmeyi ummuş. Kırmızı şortlu minik çocuğun kolu hâlâ babanın boynunda. Hiç değilse sularda sürüklenip birbirlerinden kopmamışlar...
Önceki gün de yeni bir göçmen dramından söz eden bir yazı ilişmişti gözüme: “Türkiye-İran sınırında karların erimesiyle, kışın kaçak şekilde sınırı geçerken donarak ölen 25 sığınmacının cesedi ortaya çıktı.” diyordu İsmail Saymaz. İnce giysilerle yolculuk yapan, büyük ihtimalle Afrika’dan gelen ve yaşları 16 ila 30 arasında değişen 24’ü donmuş, 1’i silahla vurulmuş erkek cesetleri. Sınırın öte tarafında başka bedenlerin de olduğu sanılıyormuş. Bu konuda düzenlenen rapor “Kış koşullarında düzensiz hareket eden göçmenler açısından bölge açık mezarlık haline gelmiştir.” diyormuş. Açık bir mezarlık…
Dünya böyle bir yerdir. Böyle bir dünyada hâlâ normal normal “yaşayabildiğimiz” gerçeği burada dursun. Biz yine sorumuza dönelim. Nasıl ve niye ahlâklı olacaksın? İşte aklımın bir köşesinde bütün bunlarla birlikte bu soru dolaşırken, İranlı sanatçı Ali Miri’nin çizimlerine rastladım. Geçmişin kapı aralığından “ahlâklı bir dünya”nın resmini seyrediyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Link açılınca ileri geri giderek görebileceğiniz kusursuz çizimler. “Bana ahlâklı bir dünyanın resmini çizebilir misin Miri’m” diye biri sormuş olmalı... Evdeki yüklüğe tırmanan ve özenle dizilmiş yastık, yatak ve yorganları altüst ederek hoplayıp zıplayan çocuklar. Yıkanmakta olan halının sabun köpüklerinde kaydırak oynayanlar. Yüzüstü uzanmış babanın sırtına çıkarak ayaklarıyla masaj yapan çocuklar... Ev içinde perdeler ve yastıklarla kendi “evlerini” kuran çocuklar. Çocuklar niçin “evcilik” oynar?
Ahlâklı bir hayatın imgelerini tahayyül etmeye çalışırken, çocukluğumuza ait bir dünyaya gidiyoruz genellikle. O kadar eskiye. Ali Miri’nin çizimleri de işte dünyanın bir zamanlar ahlâklı bir yer olduğu yanılsaması veren o eski zamana götürüyor insanı. Adı üstünde “nostalji;” geçmişin mutlu bir zaman kesitine sığınma. TDK geçmişseverlik, “gündedün” diye Türkçe karşılıklar da bulmuş anlaşılan. Oysa ki dünya, yıkanmakta olan halının köpüklü sularında oynadığımız, babamızın sırtını adımladığımız veya annemizin yüklüğünde hoplayıp zıpladığımız zamanlarda da adil, güvenli ve ahlâklı bir yer değildi. Sadece henüz o güvenli yüksekliklerden kayıp boylu boyunca dünyanın içine düşmemiştik.
Şimdi “düşmüşüz” madem. Yine de “ahlâklı” olabilir miyiz? Niçin?
Ahlâkın niçin sorusuna cevabı yoktur. Ahlâk karşılıksızdır. “Ahlâk, hakkında hiçbir şey soramayacağımız bir jestle başlar.” (2) Bu, su gibi duru ve güzel cümleyi, Ágnes Heller söylüyor. Ne dediği açık ama biraz daha netleştirmekte bir sakınca yok. Gündelik hayat etiğine dair yazısında yer alıyor bu cümle. Niçin başkalarına özen göstermesi, niçin ahlâklı ve “iyi” olması, niçin sorumluluk alması gerektiğini soran bir kişiye cevap olarak tasarlanmış bir cümle. Filozof, “İlk ahlâki jestin bu karşılıksız karakterinin altını iyice çizmek gerekir” diyor. Ahlâk felsefecilerinin ahlâkı bıktırıcı ölçülerde bir karşılıklılığa bağladığını belirtiyor. Öldürmeyiz çünkü öldürülmek istemeyiz gibi bir örnekle bu karşılıklılığı açıklıyor.
Oysa bir gün biz de sığınmacı, göçmen, mülteci olacağımız için, böyle bir ihtimal bulunduğu için değil, karşılıksız bir biçimde “yersiz yurtsuz kılınmış” herkes için, kimse yersiz yurtsuz kalmasın diye sorumluluk almak zorundayız. Bu varoluşsal nitelikte ahlâki bir seçimdir. Herkes için güvenli bir dünyanın seçimi...
1- Heller, Ágnes (1999). “Gündelik Hayatın Temel Etiği” Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek içinde. Der. G Robinson ve J Rundell. Çev. Ertuğrul Başer. İstanbul, Ayrıntı: 76-98. (s.84).
2- A.g.e., 88-89.