Diyarbakır’daki Pîne Cafe’nin başına getirilenler, kafe sahibinin açıklamasından sonra koparılan vaveyla birçok yönden 1943 ve 1999 Türkiye’sinin acemice, biraz da modern birer canlandırması gibi. 81 yıl önce İstanbul’daki Dicle Talebe Yurdu’nun müdürü Musa Anter’in Kürtçe ıslık çalması, 25 yıl önce Ahmet Kaya’nın Kürtçe şarkısına klip çekeceğini duyurmasına verilen tepkilere benzeyen meselenin ayrıntılarına gelmeden önce ülkedeki çifte standardın vardığı boyutu görmek için küçük bir arşiv taraması yapmaya ihtiyaç var. Her biri keyif ve şevkle yapılmış, kimsenin milli hassasiyetine dokunmamış birkaç haber -linkleriyle birlikte- şöyle:
“Türkçe konuşmanın yasak olduğu kafe! İzmit Belediyesi tarafından kurulan 'speaking cafe' yurt dışına çıkma imkânı olmayan vatandaşlara pratik yaparak yabancı dillerini geliştirmelerini hedefliyor.” (Yeni Akit, 01/31/2016).
“Bu Kafede İngilizce Konuşmayana İkram Yok. Eskişehir’de açılan bir kafede, müşterilerin İngilizce konuşabilme becerilerini geliştirebilmek amacıyla tamamen İngilizce konuşuluyor.” (İHA, 01/11/2021).
“İngilizce başta olmak üzere 8 dilin konuşulduğu Bursa’daki kafeye gelenler, hem kahvelerini içip hem de dil bilenlerle sohbet ederek, yabancı dillerini geliştiriyor. Türkçe konuşmanın yasak olduğu kafedeki çalışanlar ise yabancı uyruklulardan oluşuyor. Kafeye gelenlerin, öğrendikleri dilleri konuşabilmeleri için ortam oluşturduklarını belirten Yusuf Özcan, “kapıdan içeri girdikten sonra kesinlikle Türkçe konuşmak yasak. Konuşan arkadaşlar tespit edilirse bunlar baklava alıyorlar. Türkçe kurduğu cümlenin uzunluğuna göre bir kilo, iki kilo…” diye konuştu. (Bursada Bugün & DHA, 24/08/2019).
“Burası görünüşte bir cafe aslında ama içeriği çok farklı. Çünkü burada Türkçe konuşma yasağı var. İngilizce öğretmeni Altan Çarıkçıoğlu bir ilke imza attı. Türkiye'nin ilk ve tek İngilizce konuşulan cafesini İstanbul'da açtı.” (Haber7 30/11/2009).
“Tokat İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından hayata geçirilen 'Çok dilli, çok kültürlü kafe' projesi kapsamında öğretmenevinin 3'üncü katında öğrenciler için kafe açıldı. Kafede cuma günleri ise sadece Arapça konuşulacağı öğrenildi.” (SonDakika.Com 08.01.2014).
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Eğitim ve Öğretimde Yenilikçilik Ödülleri'ni verdi. Tokat İl Millî Eğitim Müdürlüğü "Çok Dilli Çok Kültürlü Kafe" projesiyle ödüle layık görülen projeler arasında yer aldı. (Youtube, 25/01/2016).
Gururla sunulmuş, taltif edilmiş bu kafe projelerinden sonra Diyarbakır’daki hadisenin haberine bakalım:
“Kürt dilinin yok olmamasına dikkat çekmek amacıyla hizmetlerini Kürtçe sunacağını kamuoyuna duyuran Diyarbakır’daki kafeye polis baskın düzenledi. Kafe sahibi Ramazan Şimşek, sabah saat 05.00 sularında polisin kafeye düzenlediği baskında gözaltına alındı.” (Rudaw, 29/05/2024)
“Diyarbakır'da, işlettiği kafede Kürtçe hizmet vereceğini açıkladığı için 'Terör örgütü propagandası', 'Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama' ve 'Nefret suçu' suçlamasıyla gözaltına alınan Ramazan Şimşek'e yurt dışı çıkış yasağı getirilip, ev hapsi cezası verildi.” (Evrensel, 01/06/2024)
Kürtçe’ye yönelik yaklaşımı anlatmak için yukarıdaki gibi örnekler vermeye gerek yoktu aslında. Ancak Diyarbakır’daki Pîne Cafe’nin sahibinin kafede Türkçe’yi yasakladığı şeklinde üretilen yalan haberler üzerinden hedef gösterilmesi bir terör soruşturmasıyla sonuçlandı. Kafe sahibi Ramazan Şimşek hedef gösterilmesine yol açan haberde tam aksine Kürtçe bilmeyenlerin de kafeye geldiklerini, istedikleri dilde konuştuklarını, ancak çalışanların Kürtçe karşılık verdiğini söylüyor, herhangi bir yasaktan bahsetmiyordu.
Şimşek’in Rudaw’a verdiği demeç şöyle: "Karşılama, sipariş alma ve iletişim kurma Kürtçe yapılıyor. Kafemize Kürtçe bilmeyenler de geliyor. Onlar isteklerini kendi bildikleri dillerde dile getiriyorlar ama biz cevabımızı Kürtçe veriyoruz. Kafemize Kürtçe bilmeyenler de gelebilir. Gelsinler diyoruz. Gelip Kürtçe öğrensinler.
Bu haberin ardından ülkenin milli güvenliğinin tehdit altında olduğu hissiyle hareket eden çok sayıda kişi Şimşek’i farklı sosyal medya sitelerinden hedef gösterdi, ihbarlar yaptı ve neticesinde kafeye baskın düzenlendi, sahibi gözaltına alındı. Bu utanç verici tepkiler, ardından gelen gözaltı uygulaması AKP’nin -ne kadar umurundaysa artık- tarihine eklenecek lekelerden biri oldu.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere ülkenin birçok farklı kentinde, kiminde belediyelerin kiminde valiliklerin öncülük ettiği, İngilizce, Rusça, Fransızca, Arapça gibi diller öğrenilsin diye Türkçe konuşmanın gerçekten “yasaklandığı” kafelerle ilgili haberler büyük bir şevkle yapılıp paylaşılırken, bu yöndeki projeler ödüllendirilirken asimilasyona uğrayan anadilini korumak amacıyla hareket eden bir vatandaş cezalandırıldı. Her gün haklı olarak Filistinlilerle dayanışma mesajları paylaşanlar bir Kürdün anadiline kendi imkanları ölçüsünde, kendi mülkünde dahi sahip çıkma çabasına tahammül edemedi.
Elbette hiçbir ayrımcı sistem hedef aldığı kesimi sırf kimliği/dili nedeniyle hedef aldığını belli etmemeye ayrı bir özen gösterir. Ahmet Kaya için de Kürtçe şarkısı nedeniyle değil, arşivler tek tek açılıp yıllar önceki konserleri üzerinden saldırılar yapılmıştı. Pîne Cafe’nin sahibi de gözaltında kafedeki kitaplardan, kafeye gelenlerin kimliklerine kadar ilgisiz sorularla sorguya alınmış ki, kamuoyuna konunun esasen Kürtçe olmadığı gösterilsin. Namık Durukan’ın haberine göre polis sorgusunda "Devletin resmi dili olan Türkçeyi işyerinde yasaklama talimatını kim ya da kimlerden aldınız?" diye sorulmuş ki, meseleye örgütsel bir çerçeve verilsin. Çünkü Kürtler talimat almadan Kürtçe konuşamaz, talimat almadan dükkân açamaz, kafe işletemez. Bursa, İzmit, İstanbul, Tokat veya Eskişehir’de Türkçe dışındaki dillerde hizmet veren işletmeciler ise hür ve müstakil iradelere sahip, ülkeyi aydınlığa kavuşturacak birer girişimci.
Pîne Cafe ve sahibinin başına getirilenlerin 25 yıl önce Ahmet Kaya’nın başına getirilenlerden pek farkı yok demiştik. Anadilinde bir şarkı yaptığını ve bunu televizyonlarda yayınlatmak istediğini söylediği için Ahmet Kaya da -o dönem sosyal medya henüz olmadığından- geleneksel medyanın günlerce süren karalama kampanyalarına maruz kalmıştı. Vaktiyle “parayı veren Ahmet’i alır” diye yazı yazıp Ahmet Kaya lincine katılanlardan biri olan Fatih Altaylı Pîne Cafe sahibinin yaptığı için de “bu açık bir ırkçılıktır, çok açık bir meydan okumadır” demiş. Neyin meydan okuması acaba? Kime meydan okuma? Bursa’da, İzmit’te, İstanbul’da, Tokat’ta, Eskişehir’de Türkçe konuşmanın yasak olduğu, Türkçe konuşanlara ikramın yapılmadığı, Türkçe konuştuğu tespit edilenlerin konuşma oranlarına göre birer ikişer kilo baklava almakla “cezalandırıldığı” kafeler birer eğitim inovasyonu ve çağdaşlaşma girişimi ama insanları Kürtçe konuşmaya teşvik etmek ırkçılık ve meydan okuma oluyor.
Yüzyıldır Kürtlerin Kürtçe konuşacaklarsa mümkünse sadece evlerinde konuşmaları isteniyor. Kamusal bir mekânda konuşmak veya anadilinde eser ürettiğini duyurmak Altaylıgillerin dünyasında bir meydan okumaya dönüşüyor. Ahmet Kaya da Kürtçe şarkısını evinde söylese, Musa Anter Kürtçe ıslığını evinde çalsa umursanmayacaklardı, ancak bunu kamusal alanda açıkladıkları, belli ettikleri anda bu bir “meydan okuma”ya dönüştü ve bir seferberlik ruhuyla cezalandırıldılar. Ahmet Kaya lincinden güya utanç duyanlar da bu tarihi ezber ve refleksin izinde 25 yıl sonra bu defa Pîne Cafe lincinde bir araya geldi.