Ahmet Rıza’nın İttihatçı hükümete itirazı: Ermeni malı kalmayacak
Âyan’da Ahmet Rıza’dan, Mebusan’da Trabzon Mebusu Hafız Mehmet’e ve Alman elçilik raporlarına kadar hepsinin ortak noktası, Ermeni mallarının yağmalanmasıydı. 1915’ten 1920’lere on binlerce mülk Türk-İslam’a transfer edildi. İşte bu Türkleştirmenin ekonomi politiğiydi! 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre 1,3 milyon Ermeni vardı, oysa 1927’de dinen Ermeni olarak kaydedilen 77 bindi. Bu halde bir milyonu aşkın Ermeni’ye ve mülküne ne oldu?
107 yıl önce Âyan’dan Ahmet Rıza, 1876 Anayasası’na aykırı
bulduğu Tasfiye Kanunu’yla Ermeni malının kalmayacağını söylemişti.
Maalesef Ahmet Rıza’nın öngörüsü 1920’lere gelindiğinde
doğrulanmıştı. Nitekim 15 Nisan 1923’te Maliye Vekili Hasan
Fehmi de kanunun amacının sürülenlerin malını tasfiye
etmek[1]yani malla sahibi
ilişkisini koparmak ve Türk-İslam’a aktarmak olduğunu anlatmıştı.
Artık ne Ermeni ne de malı kalmıştı. Tasfiye Kanunu’nun yürürlük
tarihinin savaş sonuna ertelenmesini teklif eden Ahmet Rıza,
İttihat ve Terakki’nin Paris’teki kurucu önderlerindendi. Zaten
zamanla partisiyle ilişkisini koparmış ve Meclisi Mebusan
Başkanlığından da ayrılmıştı.
Âyan Meclisi’ne 1912’de atanan Ahmet Rıza’yla İttihat ve Terakki
hükümeti arasında tartışma konularından biri de 26 Eylül 1915
tarihli Tasfiye Kanunu’ydu. Sürülenlerin
mallarıyla ilgili kanun hedefinde öncelikle Ermeniler vardı.
Haziran 1915’ten itibaren kitlesel olarak yerinden, yurdundan
kovalanan Ermenilerdi. Mebusan’da gündeme gelmeyen kanun, Ahmet
Rıza’nın girişimiyle 13 Aralık 1915’te Âyan’da müzakere edildi.
Ahmet Rıza’nın teklifi yürürlük tarihinin harp sonrasına
bırakılmasıydı. Kabul edilmedi. Kanunun iki buçuk aylık
uygulamasını değerlendiren Ahmet Rıza, “Ermenilerin malı
kısmen yağma edildi; Kuvve-i Teşrîyye [Meclis] kanunu reddedinceye
kadar elde bir şey kalmayacak, yapılacak şeylerin hepsi yapılmış
olacak” dedi.
Kısaca ‘Tasfiye Kanunu’ olarak bilinen 11 maddelik geçici
kanunun adı, ‘13 Eylül 1331 [26.9.1915] tarihli, 14 Mayıs 1331
[27.5.1915] Tarihli Kanunu Muvakkat Mucibince Âher (başka)
Mahallere Nakledilen Eşhasın Emvâl (malları), Düyun (borçları) ve
Matlubatı (alacağı) Metrûkesi Hakkında Kanunu Muvakkat’tır.[2]
Kanunun amacı, 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu gereği sürülen
kişinin malının tasfiye edilmesiydi (madde 1). Ahmet Rıza’nın
girişimiyle kanun Mebusan’da değil Âyan’da müzakere edilebildi.
Belirtirim ki iskân politikası olarak sürgün, bir başka mıntıkaya
yerleştirmek ve geride kalan malı kadar mülk vermektir. Bu anlamda
1915 sonrası yerinden, yurdundan edilenler aslında sürgün edilmedi,
Suriye çölüne kovalandı.
Ahmet Rıza’nın 11’inci maddenin değiştirilmesiyle ilgili 4 Ekim
1915 tarihli kanun teklifi, bir hafta sonra Âyan gündemindeydi.
Teklifte yürürlüğe girmesi hükmünün, “savaşın bitimine
kadar ertelenmesi” olarak değiştirilmesi öneriliyordu:
“Ahar mahallere nakledilen eşhasın emvâl ve düyûn ve matlubat-ı
metrûkesi hakkında, 13 Eylül 1331 tarihli muvakkat kanunun 11.
maddesinin şu veçhile tadilini teklif eyleriz. İşbu kanun harb-i
umuminin hitamından ve sulh ilanından bir ay sonra mevki-i icraya
vaz’ edilecektir.” Esbab-ı mucibesinde, mevcut savaşın yarattığı
yıkım ve imha ile anayasanın ilgili maddelerine atıf yapılan
teklif, encümene havale edildi.[3]
'100 LİRALIK MAL 10 LİRAYA
SATILACAK'
Âyan’da encümen raporu 13 Aralık 1915’te okundu. Abdülhamit
Zöhravi, Faik, Salih, Bohor, Aristidi’den oluşan encümenin
hazırladığı rapor, havale edildikten yaklaşık iki ay sonrası 4
Aralık 1915 tarihliydi. Raporda teklifin, kanun Mebusan’a
gönderildiği için Âyan’a geldiğinde görüşülmesi önerildi. Ahmet
Rıza söz alıp, kanun Âyan’a gelene kadar teklifin ertelenmesinin
yanlışlığı üzerinde durdu: “Kanun buraya gelip müzakere olununcaya
kadar ne mal kalacak ne mülk, Bâd-e harab-il Basra (Basra
yıkıldıktan sonra, iş işten geçtikten sonra) biz, ne müzakere
edeceğiz?”
Kanunun bir emvâli, emvâl-i metrûke diye
nitelendirmesinin de kanuni olmadığını belirten Ahmet
Rıza, mülklerin transferinde olacak vurguna dikkat çekti: “Çünkü bu
emvâlin sahibi olan Ermeniler, mallarını isteyerek terk etmemişler,
onlar yerlerinden teb’îd edilmiş, zorla, cebir ile çıkarılmış.
Hükümet, onların mallarını, memurları vasıtasıyla sattırıyor.
Bendenizin verdiğim takrirden maksadım, bu kanunun mevki-i icraya
konmamasını temin idi. Esbabını da arz etmiştim. Bu kanun, mevki-i
icraya vaz olunursa bu adamlara bir kat daha gadredilmiş olacak,
çünkü mallarına talip bulunmayacak veyahut mal değer fiyatına
satılmayacaktır. 100 liralık bir mal belki 10 liraya
satılacaktır.”[4]
'1876 ANAYASASI’NA AYKIRIDIR'
Hüsnü Paşa isim vermiyor, ama anlaşılan kanun gereği kurulacak
Tasfiye Komisyonu’ndan bahsederek, bunların defterler tanzim
edeceğini, emvâlin korunması için gerekli tedbirleri alacağını
belirterek, teklifin kanunun Âyan’a geldiğinde görüşülmesini
önerdi. Ahmet Rıza, Mebusan’a kanunun gelmesiyle meclisin malı
olduğuna dikkat çekerek, emvâlin tasfiyesinin yanlışlığı üzerinde
durdu: “Ben, malımı satmağa razı olmazsam kimse cebren bana
sattıramaz. Kanun-i Esasinin 21’inci maddesi buna
manidir. Eğer bu memlekette Kanun-i Esasi ve meşrutiyet
varsa bu olamaz, bu bir zulümdür. Beni kolumdan tut, köyümden
dışarı at, malımı ve mülkümü de sonra sat; bu hiçbir vakit de caiz
değildir. Bunu ne Osmanlıların vicdanı kabul eder ne de kanun.”
Geçici kanunun Kanun-i Esasi [1876 Anayasası] gereği meclis
tarafından reddedilmediği sürece yürürlükte kalacağını belirten
reise itiraz eden Ahmet Rıza devamında, mevcut
durumun kanuna uygun yönündeki değerlendirmelerin yanlışlığını
yineledi ve Ermenilerin Osmanlı tabiiyetinde olduğunu, mağdur
olmamaları gerektiğini söyledi. Osman Paşa’ya, Aristidi Paşa’ya,
reise, Abdurrahman Yusuf Bey’e, Hüsnü Paşa’ya, Abdurrahman Şeref
Bey’e karşı Ahmet Rıza düşüncesinde ısrar etti. Sonunda encümenin
“müzakere edilmesin” teklifi oylandı ve kabul edildi.[5]
Ahmet Rıza’nın kanunda değişiklik teklifi, Tasfiye Kanunu Âyan’a
geldiğinde görüşülmek üzere rafa kaldırıldı ve daha sonra
indirilmedi. Kanun Mebusan’da hiç görüşülmedi, ta ki 15 Nisan
1923’e kadar. Kanun TBMM’de yapılan müzakereyle yeniden
düzenlendi ve 8 Kasım 1988’e kadar yürürlükte kaldı.
HAFIZ MEHMET: MALLAR YAĞMALANDI
Âyan’da Ahmet Rıza’nın teklifiyle ilgili 13 Aralık 1915 tarihli
müzakere tutanağı, İttihatçı hükümetin gerçek niyetini ortaya
koyması bakımından önemliydi. Ermeni malının ve mülkünün
yağmalandığını belirten Ahmet Rıza, üç yıl sonra 21 Kasım 1918’de,
geçmiş harp yıllarıyla ilgili olarak, “Harpten, cinayâttan,
hükümet-i icraiyye mesuldür” değerlendirmesinde bulundu.[6] Ahmet
Rıza ifadesiyle, harp dâhil bütün cinayetten İttihatçı hükümet
sorumluydu.
Ahmet Rıza’nın 13 Aralık 1915’te söylediğini Mebusan’da Trabzon
Mebusu Hafız Mehmet, ancak 4 Kasım 1918’de tekrarladı. Ermeni ve
Rum halkına yapılanların müzakeresinde söz alan İttihatçı Hafız
Mehmet, “Evet efendim bizim memurlarımız birçok Ermeni
çoluk ve çocuklarını kestiklerini ben de söylüyorum. Ve malları da
yağma edildi. Fakat bunun bir ibtidası (başlangıcı) var.
Şurada bulunan bütün Ermeni rüfeka ile bendeniz Muş’ta bulunduğum
esnada da müddeiumumiliğim esnasında vakıf olduğum birçok hakayık
(gerçekler) dolayısı ile sizi biraz taciz etmek istemiyorum” diye
konuştu.[7] Muş’taki olanları da hatırlatarak iki itirafta bulunan
Hafız Mehmet, dedi ki, bizim memurlar, çoluk çocuk demeden herkesi
kesti ve Ermeni malları yağmalandı.
Ahmet Rıza
ENVER: CEVAP VERMEYE DEĞMEZ
Ahmet Rıza, İttihatçı hükümete Meclis’te birçok konuda itiraz
edendi. Dahiliye Nazırı Talât ve Harbiye Nazırı Enver, Ahmet
Rıza’ya pek yanıt vermemeyi tercih ederdi. Ahmet Rıza’nın iki
itirazından bahsedeceğim.
1916 bütçesi, 28 Şubat 1916’da Âyan’da görüşüldü. Ahmet Rıza,
hükümetin bütçe yapma politikası üzerinde durdu ve hükümete
Mebusan’ı küçümsediğini söyledi. Hükümetin bütçe parasını
“gayesi meçhul birtakım na makul [akıllı olmayan]
teşkilata” harcamasının yanlış olduğuna dikkat çeken Ahmet
Rıza, bütçedeki gelirin sadece borçların faizine yettiğini ve bu
gidişin sonunda iflas edileceğini öne sürdü. Dahiliye Nazırı ve
Maliye Nazırı Vekili Talât, zaman zaman sinirlenerek söz kesen
müdahalesi dışında, “Teşkilatın vatan ve memleket için nafi
(yararlı) olduğuna kaniyiz” diyerek, teşkilatı savundu. Ahmet
Rıza’nın isim vermeden faaliyetini eleştirdiği teşkilatı, nazır
Talât da isim vermeden savunmaya devam etti.[8] Tartışmanın
bütününe bakıldığında Ahmet Rıza ve nazır Talât arasında
isim vermeden tartışılan bahse konu teşkilatın Teşkilât-ı
Mahsusa olduğu anlaşılıyor. Teşkilât-ı Mahsusa’nın
finansman kaynağını, tartışıldığı gibi harbiye bütçesi ile örtülü
ödenek[9] ve Alman Askeri Heyeti’nden düzenli alınan altınlar[10]
oluşturuyordu. Peki bütçe tamam da Alman altınları neyin
bedeliydi?
Ahmet Rıza’nın açıklamasını dikkate alırsak, bütçede 1916’tan
bugüne pek değişiklik olmamıştır; 2023’ün sorunu da borç faiz
ödemeleridir.
Bir diğer tartışma konusu da yine bütçeyle ilgilidir. 7 Aralık
1916’da Harbiye’ye 15 milyon liralık ek bütçenin müzakeresinde
Harbiye Nazırı Enver’den sonra söz alan Ahmet Rıza,
“İstiklâl-i siyasimizi istihsal edelim derken, iflas
ederek, istiklal-i malî ve iktisadimizi mahv ve kaybedecek olursak,
Dimyat’a pirince gider iken evdeki bulgurdan olmuş oluruz”
diye konuştu. Böylece İttihatçı hükümetin savaş politikasıyla
ülkenin iktisaden mahvolacağına ve evdeki bulgurdan da olunacağına
dikkat çekildi. Ve hükümetin bakanları Dahiliye Nazırı Talât ve
Harbiye Nazırı Enver, Ahmet Rıza’yı cevap vermeye değer bulmadı.
Nazır Enver, “Rıza Beyefendinin söylediği sözler cevaba değmez”
dedi.[11]
Tarih, Ahmet Rıza’yı haklı, İttihatçı nazırlar Talât’ı ve
Enver’i haksız çıkardı!
NAZIR TALÂT’IN ABD ELÇİSİNDEN TALEBİ
1913-1916 yıllarında Osmanlı’daki ABD elçisi Henry
Morgenthau'nun 1918’de kaleme aldığı anılarındaki gözlemi
Ahmet Rıza’nın tespitini doğruluyordu. Elçi, Ermenilerin
eşyalarının birkaç saatte (yazar notu: istisnai hallerde de birkaç
günde) yalnızca İslam ahalisine satılması zorunluluğu nedeniyle
gerçek fiyatının çok altında elden çıkarıldığını yazdı. Elçi, bir
görüşmesinde Dahiliye Nazırı Talât’ın Ermenilerin sigortalı
mallarıyla ilgili olarak kendisine yaptığı öneriyi de
aktardı. Talât, elçiye, “Amerikan sigorta kumpanyalarının bize
Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini vermesine yardımcı
olsan, hepsi şimdi ölü sayılır ve arkalarında parayı alacak
varisleri yok. Tabii ki hepsinin devlete mahlûl olması [kalması]
lazım, zira hak sahibi şimdi hükümettir. Öyle değil mi?” demişti.
Elçi, Talât’a o listeyi alamayacağını söylediğini yazıyor
anılarında.[12]
Nazır Talât da Ahmet Rıza’nın öngörüsünü doğruladı. ABD elçisine
açıklanmıştır ki, mevcut İttihatçı politikaya göre Ermeni
mallarının sahibi artık Osmanlı hükümetiydi.
Osmanlı’nın müttefiki Almanya’nın elçisi de
Ermeni mallarının yağmalandığını yazdı. Almanya Başbakanına
gönderilen Ocak 1916 tarihli elçilik raporunda, Osmanlı polisi ve
askerinin sürgünlerin malının yağmalanmasına katıldığı,
“sürgünlerin gayrimenkullerinin sadece Türk vatandaşlarına, tam
olarak sadece İslam ahalisine” devredildiği ve hükümet tarafından
belirlenen arazi fiyatlarının da çok düşük olduğu
belirtildi.[13]
MEBUS NALBANTYAN’IN 15 BİN DÖNÜM ARAZİSİ
Altı Ermeni mebusun öldürüldüğünü ve bir Ermeni mebusun idam
edildiğini, yüz binlerce Ermeni’nin ölüme kovalandığını bilen
Kozan Mebusu Mateos Nalbantyan’ın valinin
kardeşine mülkünün hâsılatını vererek, canını kurtardığı Almanya
Başbakanına raporla bildirildi.
Adana Konsolosu Büge’nin 1 Ekim 1915 tarihli
rapor ekine göre, Nalbantyan’ın mülkünün ürününe el koyan
valinin kardeşiydi. İkisi de sürgünde [19 Temmuz 1915] katledilmiş
olan [İstanbul Mebusu] Kirkor Zohrab ve [Erzurum Mebusu]
Vartkes’in korkunç akıbetiyle sarsılmış olan mebus
Nalbantyan, kendisini sürgünden ve ölüm tehlikesinden
kurtarmak için her şeyini vermeye hazırdı. Adana valisinin kardeşi
Hamdi ile iki yıllık bir sözleşme yaptı. Buna göre valinin kardeşi
onun bu yılki ürününün yarısını alıyor, buna karşılık Nalbantyan da
tamamen özgür oluyordu. Nalbantyan’ın aşağı yukarı 15 bin dönümlük
arazisiyle, Kozan’daki büyük toprak sahibi tek Ermeni olduğu
söyleniyor. Bu halde valinin kardeşinin bu yılki kazancı en
az 1500-2000 liradır. Ayrıca Adana’daki Ermeni ticaret
firmaları ve zanaatkârları ve işyeri sahipleri, polis şefi Cemal ve
Vali Hakkı tarafından sömürülüyordu.[14] Hasılatta kalındığını
sanmıyoruz, o günün politiğinde birkaç yıl sonrasında Nalbantyan
mülküne de el konulmuştur.
Âyan’da Ahmet Rıza’dan, Mebusan’da Trabzon Mebusu Hafız Mehmet’e
ve Alman elçilik raporlarına kadar hepsinin ortak noktası, Ermeni
mallarının yağmalanmasıydı. 1915’ten 1920’lere on binlerce mülk
Türk-İslam’a transfer edildi. İşte bu Türkleştirmenin
ekonomi politiğiydi!
Rakamlar da ortada. 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre 1,3 milyon
Ermeni vardı, oysa 1927’de dinen Ermeni olarak kaydedilen 77
bindi.[15] Bu halde bir milyonu aşkın Ermeni’ye ve mülküne ne
oldu?
NOTLAR
[1] TBMM ZC, devre: 1, cilt: 29, s. 163.
[2] Takvim-i Vekayi gazetesi, 14 Eylül 1331
[27.9.1915], no: 2303, s. 2-3.
[3] MAZC, devre: 3, cilt1, sene: 1, s. 441.
[4] MAZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 2, s. 133
[5] MAZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 2, s. 134-136.
[6] MAZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 5, s. 119.
[7] MMZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 5, s. 114-115.
[8] MAZC, devre: 3, cilt: 2, sene: 2, s. 151-154.
[9] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler,
cilt: 3, İletişim Yayınları, İstanbul-2000, s. 343.
[10] Eşref Kuşçubaşı’nın 9 Şubat 1962 tarihli mektubu, aktaran
Philip H. Stoddard, Teşkilât-ı Mahsusa, çeviren: Tansel
Demirel, Arma Yayınları, 3. baskı, İstanbul-2003, s. 60.
[11] MAZC, devre: 3, cilt: 1, sene: 3, s. 119-122.
[12] Henry Morgenthau, Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü,
çeviren: Attila Tuygan, Belge Yayınları, İstanbul-2005, s. 229-230,
249.
[13] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı
1915-1916, Çeviren: Zekiye Hasançebi&A. Takcan, Belge
Yayınları, İstanbul-2012, s. 648, 652.
[14] Wolfgang Gust, age, s. 483,
491.
[15] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914),
çeviri: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003,
s. 226-227; 1927 Umumi Nüfus Tahriri, Fasikül 1,
Ankara-1929, s. lx.