Tüm tahmin ve iddiaların test edileceği güne üç gün kaldı. Tarihi tarih yaklaşıyor. Anket şirketleri birbiriyle örtüşmeyen araştırma sonuçlarını peş peşe yayınlarken, iktidara yakın bir televizyon kanalı, Anadolu Ajansı’nın 24 Haziran seçimleri “sonuçlarını” “sehven” yayınladı bile!
Maruz kaldığı baskılar, tutuklanmalar ve gösterdiği dirençle, mahkeme salonlarındaki savunmalarıyla Türkiye’deki gazetecilerin simgelerinden biri haline gelen, ancak gazetecilik yapma koşulları büyük ölçüde ortadan kaldırıldığı için aktif siyasete yönelerek 24 Haziran seçimlerinde HDP’den İstanbul milletvekili adayı olan Ahmet Şık’ın kapısını çaldık ve kendisinden hem gazeteci hem siyasetçi gözüyle son virajda durum muhasebesi yapmasını istedik.
Yaklaşık iki aydır milletvekil adayı olarak sahalarda, daha ziyade HDP seçmeniyle karşılaşıyorsun. Bir siyasetçi değil de gazeteci gözüyle 24 Haziran’a ilişkin sahadan edindiğin izlenim nedir?
Sadece HDP seçmeniyle değil, milliyetçi olduğunu söylediği halde “sen orada olduğun için” deyip HDP’ye oy vereceğini ifade eden insanlarla bile karşılaşıyorum. Gazetecilik yaparken acı hikâyeleri dinlemek, onları aktarmak insanı mutsuz, karamsar kılıyor. Ama açıkçası son iki aydır edindiğim izlenim beni çok umutlu ve iyimser kıldı. AKP açısından işler hiç de iyi görünmüyor.
Seçime üç gün kaldı. 24 Haziran tahminin nedir?
Olağan koşullarda, adil ve dürüst bir seçim yapılabilseydi HDP’nin bir baraj sorunundan söz etmeyecektik. Aslında HDP’li olmadığı halde HDP’ye oy vereceğini söyleyen insanların çokluğuna bakınca, şu anda da bir baraj sorunu olmadığını ileri sürebiliriz. Ama en iyi bildiği şeyin hırsızlık olduğunu bildiğimiz bir iktidarla karşı karşıyayız. O yüzden de 9,9 bandındaymışız gibi çalışmamız, insanlara taktiksel oy kullanmalarının ne kadar hayati olduğunu anlatmamız lazım. HDP’nin barajı aşması, haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalan tüm ezilenlerin sesinin TBMM’ye en gür şekilde yansıması anlamına gelecek. Açıkçası 24 Haziran’da HDP’ye taktiksel oy verecek insanların orta veya uzun vadede HDP’nin kalıcı seçmeni haline gelebileceğini de düşünüyorum. Çünkü HDP artık tüm Türkiye’yi kapsayacak bir seçmen profiline sahip.
24 HAZİRAN’IN SLOGANI ŞU: YA OYUN YA GELECEĞİN
7 Haziran’da da HDP’nin “taktiksel oylar” sayesinde oylarını yüzde 13’e çıkarttığı fakat izleyen süreçte yaşanan savaşın ve baskıların 1 Kasım’da oy düşüşüne sebep olduğu biliniyor. 7 Haziran’da HDP’ye oy verip 1 Kasım’da geri çekilen kesimler hangileriydi?
Çoğunlukla HDP’ye oy veren CHP’lilerin o dönem geri çekildiğine ilişkin yanlış bir algı var. Elbette 7 Haziran’da CHP tabanındaki sol damarı temsil eden veya Kürt meselesinin barışçıl bir biçimde çözülmesini isteyen kitleden gelmiş bir oy vardı. Ama kamuoyu araştırmaları, 1 Kasım’da HDP’den kopanların çoğunluğunun bu kesim olduğu iddiasını doğrulamıyor. Araştırmacılar, 18-32 yaş bandındaki 19 milyon seçmenin 10 milyonunun partisiz olduğunu, 9 milyonunun da sürekli tercih değiştirdiğini söylüyor. Kanımca, 1 Kasım’daki kopuşun büyük bölümü bu kesimde gerçekleşti. Bu kitle içinden, özellikle Kürt meselesinin barışçıl yollarla çözülmesini isteyenlerin, yani 7 Haziran’da oy verip 1 Kasım’da geri çekilenlerin önemli bir kısmının 24 Haziran’da yine HDP’ye oy vereceğini düşünüyorum. Çünkü HDP’li olmadığı halde HDP’ye oy verecek seçmenin temel motivasyonu şer ittifakından kurtulmak.
HDP’nin barajı aşamayıp AKP-MHP’nin parlamentodaki çoğunluğu elde etmesi halinde 24 Haziran sonrasının tufan olacağına ilişkin öngörülere katılıyor musun?
Kesinlikle öyle! Bu seçimin sloganı şu: ya oyun, ya geleceğin. AKP-MHP ve menfaatleri için onlara yancılık edenlerin, cemaatlerin, tarikatların şer ittifakı HDP’yi baraj altında bırakabilirse, ki bunu sadece hileyle yapabilirler, geriye nasıl bir ülke kalacağını hepimiz biliyoruz.
Avukatları aracılığıyla söyleşi yaptığımız Selahattin Demirtaş ise şöyle demişti: “24 Haziran çok önemli bir seçim. Ama öyle insanlığın kaderini falan da belirlemeyecek bu seçimler. Biz her seçimde demokrasi ve özgürlük mücadelesinin çıtasını, kazanımlarını yükseltmeye bakalım. Sonrası ne tufandır ne de sınırsız özgürlükler. Mücadele her iki durumda da sürmek zorundadır.”
Baraj altında bırakılmamız asla mücadeleden vazgeçeceğimiz, tufana seyirci kalacağımız anlamına gelmez. Biz ülkemizde kalacağız ve direneceğiz. Bu iktidara karşı, farklı ideolojilerden insanları “Hayır”da buluşturan şey direnme iradesi zaten. Bıraktık gittik diye bir şey olmayacak. Bu ülkeyi teslim almak o kadar kolay değil. Erdoğan, “Dünya 5’ten büyüktür” diyor ama bu ülkenin de bir kişiden büyük olduğunu unutmasın.
HDP BARAJI GEÇERSE, ERDOĞAN İKİNCİ TURA KALSA DA SEÇİLEMEYECEK!
HDP’nin barajı aşması iktidar açısından üstesinden gelinmez sonuçlar yaratır mı?
İddia ediyorum, HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP meclis çoğunluğunu kaybedecek, Erdoğan da ikinci tura kalsa bile seçilemeyecek! Çünkü 24 Haziran’da AKP’nin çoğunluğu sağlayamadığını gören seçmen Erdoğan’dan da kopacak. Nitekim o kopmayı şimdiden görüyoruz da. Cumhuriyet Gazetesi’nden ayrılmadan önce muhafazakâr ailelerin deist veya ateist olmuş çocuklarıyla görüşüp bir yazı dizisi hazırlamaya giriştim. Adaylığım söz konusu olduğu için yapamadığım bu yazı dizisi için 20-25 gençle görüştüm. Bu gençler ciddi bir sorgulama içindeler ve siyasal İslamcılığın gerçek yüzünü gördükleri için dinden kopmuş durumdalar. Bu gençlerin oranı da az-buz değil. AKP ve Fethullah Gülen cemaatinin sahte dindarlık üzerine kurulu çatışmasının altında devletin yağmalanma savaşını, anne-babalarının teori ve pratikleri arasındaki çelişkileri gördükleri için bu noktaya geldiler. İslamcı medya bu kaymayı Kore dizilerine, ergen özentilerine bağlayarak geçiştirse de, hakikat anlattığım gibi. Konuştuğum kadınlardan iki tanesi kırklı yaşlarının sonundaydı, 28 Şubat aktivistiydi ve kendilerini ateist veya deist olarak tanımlıyorlardı. Türkiye, yakın zaman içinde ciddi bir İslami sekülarizme, siyasal İslamın gerçek yüzünü görmüş olan bu gençler sayesinde tanıklık edecek. Az önce sözünü ettiğim 18-32 yaş grubundaki seçmen arasında bu gençler de var. AKP’den kopuş bunlarla oluyor. AKP, yargıyı kullanarak ciddi bir korku iklimi yarattı. Ama seçim süreci başladığından beri korku duvarı yıkıldı. İktidar şu anda sadece kendi tabanını ve suç zamkıyla kendisine yapışmış bileşenlerini korkutabiliyor.
Korku, AKP’nin aldığı oy oranını izah etmeye yetiyor mu?
Elbette tek unsur bu değil ama son yapılan 16 Nisan referandumun meşru olmayan sonuçları bile yaşadıkları oy kaybını gösteriyor. Öte yandan 16 Nisan’ın adı bir referandum olsa da, o bir provaydı. 16 Nisan’da oylanan sistemin esas referandumu 24 Haziran’da olacak. Türkiye toplumu nasıl bir gelecek tahayyülüne sahip olduğunu üç gün sonra gösterecek. Toplum, devletin bütün kaynaklarını yağmalayarak zimmetine geçiren bir anlayışla mı yönetilmek isteniyor, yoksa demokrasiyi inşa sözü veren bir anlayışla mı?
ERDOĞAN’IN BU KADAR ÜST ÜSTE HATA YAPTIĞI BİR DÖNEM HATIRLAMIYORUM
Sence HDP’nin Millet İttifakı’na dahil edilmemesi yüzünden muhalefette resmileşmeyen büyük uzlaşı, 24 Haziran’dan sonra fiilen söz konusu olabilir mi?
HDP’nin dışlanması yüzünden geniş bir uzlaşı sağlanamamış olabilir ama tabanda, toplumda bir uzlaşma var. Bu uzlaşma kamuoyu araştırma şirketlerinin verilerini tersyüz edecek düzeyde, AKP’yi yüzde 40 bandında tutarsa, hatta Muharrem İnce, Erdoğan’dan daha fazla oy alırsa kimse şaşırmasın. 24 Haziran hepimizin ezberini bozabilir. Erdoğan’ın, prompter’lı veya prompter’sız, üst üste bu kadar hata yaptığı, bu kadar panikte olduğu başka bir dönem hatırlamıyorum. Bu panik, önüne gelen araştırma sonuçlarından kaynaklanıyor. AKP, Kürtlerden büyük bir ders alacak. O yüzden Erdoğan, Demirtaş’ın hapsedilmesi yetmiyormuş gibi idamını bile ima etmeye başladı. Elinde kutuplaştırma, milliyetçilik ve şovenizm dışında tutunacak hiçbir dal kalmadı. Fakat yaşanan kutuplaşma, insanların birbirini boğazlamasına doğru gidiyor ve bu gidişat çok çok tehlikeli.
Hemen her hafta kamuoyu araştırması yaptıran, politikalarını ve hatta çıkaracağı kanunları bile buna göre belirleyen AKP’nin, 24 Haziran sonuçlarını da önceden kestirmesi olası. 24 Haziran’da kaybedeceğini gören bir AKP, sence nasıl bir tutum geliştirir?
Daha büyük bir hile kurmaya çalışır.
Nasıl bir hile?
16 Nisan referandumundaki gibi bir hileye başvurulabilir. Keza Fethullahçılarla ittifak halindeyken veya değilken ne yaptılarsa, aynısını yapmaya çalışacaklar. Oyları çalarak mı, olmayan seçmenleri varmış gibi gösterip yerlerine oy kullanarak mı, sandıkları kaçırıp içindeki oyları değiştirerek mi, bilgisayar yazılımında birtakım hileler yaparak mı bu hileye başvururlar, bilemiyoruz. Hile yapacaklarına kuşkum yok ama buna karşı tedbirler de alınıyor.
HDP, CHP, SAADET VE İYİ PARTİ SANDIK GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMA KONUSUNDA UZLAŞTI
Ne tür tedbirler alınıyor?
Bir kere kendiliğinden ortaya çıkmış bağımsız inisiyatifler veya çeşitli partilere bağlı kişiler bazı kontrol mekanizmaları geliştiriyor. Bağımsız bir inisiyatif olan Oy ve Ötesi, Ergenekon sürecindeki kumpasın mağduru olan CHP adayı Mehmet Ali Çelebi’nin kurduğu Sandık Gücü, Hayır Meclisleri’ni kurmuş olan arkadaşların oluşturduğu Seçim Süreci Meclisleri, Adil Seçim Platformu gibi çok sayıda yapı var. Ayrıca HDP, CHP, Saadet ve İYİ Parti, sandık güvenliğini sağlama konusunda bir uzlaşmaya varmış durumda. Sandıkların herkesin gözü önünde açılıp sayılmasından sonra ortaya çıkacak tutanakların kaydı ortak bir yazılımda toplanacak.
Bu belgeleme yönteminin YSK nezdinde hükmü olacak mı?
Zaten şikeli olan maçın taraflı hakemlerinden birisi YSK. Ama veriler birbirini tutmazsa, seçimin meşruiyeti tartışma konusu olacak. Şunu açıkça söyleyeyim ki, HDP’nin baraj altında kalacağı seçim hilenin teyididir. Çünkü adil, dürüst bir seçimde Erdoğan ve AKP’nin kazanması da söz konusu olamaz, HDP’nin baraj altında kalması da. Aksi bir sonucun kamuoyu nezdinde hiçbir meşruiyeti olmayacak. Ayrıca sonucu bir şekilde lehlerine çevirseler bile Erdoğan ve AKP iktidarının sürdürülebilirliğinin kalmadığını herkes biliyor. Batıyla ilişkilerde hiçbir saygınlıkları kalmamış, sadece şantaj politikalarıyla ilişki kurmaya çalışıyorlar. İçeride yargı berbat durumda, basın özgürlüğünün esamesi yok. Türkiye’nin en büyük medya patronu aynı zamanda cumhurbaşkanlığı yapıyor. İfade özgürlüğü yok; barış isteyen akademisyenler okullarından atılıyor, öğrenciler tutuklanıyor. Kürt meselesi çok kanlı bir sarmalın içinde. 1990’lardan daha ağır bir süreç yaşanıyor. Ve ekonominin hali ortada. Bu noktaya getirdikleri ülkeyi nasıl yönetecekler?
1990’lar demişken, Erdoğan’ın Yenikapı mitingine Tansu Çiller de katıldı. Mehmet Ağar da iktidarın destekçisi olduğunu ilan etti, oğlu AKP’den aday gösterildi. 1990’ların aktörlerinin AKP ve Erdoğan’ın etrafında kenetlenmesini nasıl yorumluyorsun?
1990’ların siyasi hortlaklarını kendi mitingine getirmesi hiç şaşırtıcı değil. Çünkü zihniyet ittifakı kurmuş durumdalar. Erdoğan bu hamleyle oylarını artırmayı mı hesaplıyor, bilmiyorum ama kendi cenahından bile eleştiri alıyor. Tabii “7 Haziran sonrasında yaptığım gibi ülkeyi tekrar kaosa sürükleyebilirim ve bunun için işin profesyonellerini istihdam ediyorum” mesajı da verilmek isteniyor olabilir.
Az önce “yaşanan kutuplaşma, insanların birbirini boğazlamasına doğru gidiyor” dedin ama söyleşinin başında milliyetçi olduğu halde size oy vereceğini söyleyen insanlarla karşılaştığını ifade ettin. Kutuplaşma bu kadar derinse, nasıl oluyor da bir Türk milliyetçisi HDP’ye oy verebiliyor?
MHP veya AKP dururken HDP’ye oy vereceğini söyleyen bir milliyetçi, milliyetçiliğin AKP veya MHP’de temsil edilmediğini düşünenlerin olduğuna dair bir işarettir. Ne yazık ki bir CHP’li, HDP’li, İYİ Parti’li yahut bir Kürt, bir Türk, bir muhafazakâr, eleştirdiğimiz bir şey yaptığında bunu o gruba genelleme eğilimindeyiz. Oysa yaptığımız genellemelerin gerçek hayatta karşılığı olmayabiliyor. CHP’nin dokunulmazlıklar konusundaki tutumuna bakarak CHP’li seçmene ilişkin genelleme yapıyoruz da, biz o CHP’lilerle Gezi’de yan yana değil miydik? Genelleme yaptığımızda, mevcut şer ittifakına karşı toplumun bazı asgari müştereklerde uzlaşabildiği gerçeğini de görmezden gelmiş oluruz.
Devlet Bahçeli’nin seçim sürecinde sahada görünmemesini nasıl yorumluyorsun?
Kendi memleketi Osmaniye’de miting yapıp “sizden Erdoğan için oy istiyorum” mu diyecek? Bunu dediğinde, o milliyetçi seçmen çıkıp “hani sen odandaki saati 17/25’te durdurduğunu, hırsızlardan hesap soracağını söylemiştin” diye sormayacak mı? Bu nasıl bir vatanseverlik?
DEVLET YARDIMLARINA MUHTAÇ KİTLE, SİYASİ REHİN KONUMUNDADIR
AKP’nin önceki seçimlerde yoksul sınıf katmanlarına dağıttığı yardımların, onu iktidara taşıyan unsurlardan biri olduğu biliniyor. Fakat yaşanan ekonomik çalkantı ve belirsizliğin, muhalefetin vaatlerine rağmen, bu yardımlara muhtaç olan kitlenin sandıktaki tercihini AKP’den yana kullanmayı sürdürmesine neden olacağı söyleniyor…
Devlet yardımlarına muhtaç olan kitle siyasi rehine konumundadır. Araştırmalara göre 8 milyon hane bu yardımları alıyor. Yani bu ülkede en az 8 milyon hane, bu sosyal yardımlarla karnını doyurmak zorunda. Maaşlı çalışanların yüzde 82’si tasarruf yapamıyor. Ya karın tokluğuna çalışıyor veya yoksulluk sınırının altında yaşıyorlar. 8 milyon hane, devletin dağıttığı makarnaya, kömüre muhtaçsa, muhalefetin bu insanları oy tercihlerinden dolayı aşağılaması değil, onları siyasi rehine pozisyonundan kurtarmaya odaklanması lazım. “Aldıkların senin hakkındır ve iktidara geldiğimde daha fazlasını vermeye, insani koşullarda yaşamanı sağlamaya çalışacağım” sözü vermek zorundasın. Sadece bununla da yetinilemez. “Seni devlet desteği karşılığında oyuna ipotek koyan sistemden kurtaracak bir alternatif de üreteceğim” sözü verilmeli.
Herhangi bir muhalefet partisi, sosyal yardımlar yüzünden AKP’ye oy veren bu kitleyi aşağılayacı bir dil mi kullanıyor?
Hayır ama kutuplaşmış toplumda böylesi reaksiyonlar olduğunu örneğin Soma’da gördük. Soma katliamından sonra cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Herkes gözünü Soma’ya dikti. Erdoğan, oradan küçümsenmeyecek bir oy alınca, sosyal medyada korkunç tepkiler gördük. Oysa Soma’da tarım bitirilmiş, zeytinlikler kesilmiş, araziler madenlere açılmış. O madenlerde de konsantrasyon kampları koşullarında çalışmak zorunda olan insanlar, AKP’ye oy verme sözüyle iş bulabilmiş zaten. AKP’nin yarattığı ve hayatını tamamen kredilerle çeviren bir orta sınıf da var ama onlar açısından da bir gelecek yok. 24 Haziran’dan sonra bu ülke AKP’nin yarattığı ekonomik enkazın altında kalacak. Bütün parametreler, bu enkazın altında AKP’yle kalınırsa, faturanın çok daha ağır olacağını gösteriyor. O yüzden AKP’den uzaklaşacak önemli bir orta sınıf nüfusun da olacağını düşünüyorum. Her şey herkesin gözü önünde yaşanırken elbet buna karşı bir tepki oluşacak.
AKP’DEN SONRA SİYASAL İSLAM BİR DAHA İKTİDAR OLAMAYACAK
Sence bunca yıkıma rağmen AKP’nin iktidarda kalabilmiş olmasının temel nedeni ne?
AKP, bizimki gibi gelişmemiş demokrasilerde kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmanın diktatör bozuntuları yarattığını, göreli de olsa bağımsız bir medyanın önemini ve üçüncüsü de siyasal İslâmın gerçek yüzünü gösterdi. AKP iktidardan düştükten sonra bir daha bu ülkede siyasal İslâmın iktidar olamayacağını herkesin bilmesi lazım. Çünkü hem AKP hem Gülen cemaati, birlikteyken de savaşırken de dini bile kirletebileceklerini gösterdiler. Buna rağmen Erdoğan’ı destekleyen bir kitle olduğunu kabul ediyorum. Çıkarları dolayısıyla içlerine sinmiş kötülüğün temsiliyetini destekliyorlar çünkü. Ama ben bu kötülüğün düşündüğümüz kadar derine inmediğini, 24 Haziran’da bu kötülüğü sıyırıp atacağımızı düşünüyorum. Bunu yapamazsak, kötülük, kötücüllük derinlere iner.
HDP olarak bunu yapabilecek misiniz?
HDP tam da bu kötücüllüğe karşı bir adres olduğu için, bu sistem HDP’nin önünü kesmek üzere her şeyi yapıyor, yapar. 7 Haziran sonrası savaşın sebeplerinden biri Erdoğan’ın kişisel menfaatleri olabilir ama bir diğer neden de “eyvah, sistem elimizden gidiyor” korkusu yaşayanlardı. O yüzden Erdoğan’la HDP karşıtlığında birleştiler. Öyle bir alçaklıkla karşı karşıyayız ki, sistem üzerindeki tahakkümlerini sürdürmeleri için yoksul çocukların ölmesinden utanç duymuyorlar. Bu savaş o yüzden kırk yıldır devam ediyor.
Devlet içinde Fethullahçılardan boşaltılan yerlere başka cemaatlerin doldurulduğu söyleniyor. Cemaatler cephesinde neler dönüyor?
Geçenlerde selefi bir grup “demokrasiye inanmıyoruz ama Erdoğan’a oy vereceğiz” diye açıklama yaptı. Onun meali şu: “Biz selefiyiz ve inancımızda partileşme Allah’ın hükmüne aykırıdır ama AKP’yi destekliyoruz. Çünkü bize menfaat sağlıyor, devlet kaynaklarını aktarıyor…” Ayrıca “Demokrasiye inanmıyoruz ama Erdoğan’a oy vereceğiz” demek, Erdoğan’ın demokrat olmadığını da ilan etmeleri anlamına geliyor. Devlet içinde kadrolaşmayan cemaatlere de inanılmaz paralar aktarılıyor. Hapse girmeden önce bir haber için AKP döneminde kurulmuş dinci vakıf ve dernek sayısına ulaşmaya çalışıyordum. Yüzlerce, binlerce! AKP destekli bu yapılar en az medya kadar muazzam bir güç oluşturuyor. Nasıl ki Gülen cemaati büyük bir sorun haline geldiyse, beş-on yıl sonra da başka bir cemaatin veya tarikatın devlet içinde nasıl bir örgütlü çete heline geldiğini göreceğiz.
Gazeteciliği bırakıp iki aydır siyaset yapıyorsun. Gözünün arkada kaldığı oluyor mu?
Dürüst olmak gerekirse gazetecilik daha iyiymiş ama buna rağmen buradayım. Birilerinin bu taşın altına elini koyması gerekiyordu. Fakat gazetecilik yaparken de hakikatin, doğrunun peşindeydim ve acı hikâyeleri bizzat dinleyip bunların telafisi için uğraşıyordum. Siyasette de bunun için uğraşacağım. Eğer bu ülkede insanlar ölmesin, barış içinde yaşasın istiyorsak, HDP’ye destek vermek zorundayız. Kimse bu desteği esirgememeli. Çünkü Kürt sorununun barışçıl çözümünü en net biçimde tarifleyen, hedefleyen ve bunun bedellerini göze alan tek siyasal parti HDP’dir.
AKP’Lİ ADAYIN DEDİĞİ GİBİ, SURUÇ BU DÖNEMİN ROBOSKİ’SİDİR
Son iki ay içinde karşılaştığın en ilginç olay neydi?
Sanırım en şaşırdığım şey, siyaset yapma biçimi. Hayatımızda esnaf ziyareti diye bir şey var yahu! Bence emek, enerji, zaman, para kaybı dışında siyaseten hiçbir getirisi olmayan bir faaliyet. Günde yüz esnafı ayaküstü ziyaret etmek yerine yirmi kişiyle buluşup sohbet etmeyi daha kıymetli buluyorum. Çünkü insanlar ancak o şekilde aklındaki her soruyu sorabiliyor, yalan söyleyip söylemediğini, samimi olup olmadığını tartabiliyor. Dolayısıyla siyaset yapma biçimini değiştirmemiz lazım. Öte yandan tabii sayısız ilginç olayla da karşılaşıyoruz. Geçenlerde karşılaştığım bir çift, müşahit açığı olduğu için Urfa-Akçakale’ye gideceğini söyledi mesela. Herhangi bir yurttaşın, bunun için kalkıp Akçakale’ye kadar gidecek olması… İhtiyacımız olan böylesi bir azim.
Akçakale’nin hemen yanındaki Suruç’ta 14 Haziran’da, AKP milletvekili adayının esnaf ziyareti kanlı bitti. AKP adayının ziyaret ettiği esnaf oy vermeyeceklerini söyleyince adayın yakınları tarafından saldırıya uğradı. AKP’li adayın kardeşi ile HDP’li Şenyaşar ailesinden baba ve iki oğlu öldürüldü. Bir oğlu da hastaneden taburcu edilir edilmez tutuklandı. AKP yetkilileri mağdur aileyi fail, hatta PKK’li ilan etti. Seçim sürecinde Van’dan Bursa’ya, Büyükada’dan Ankara’ya kadar hemen her yerde, başta HDP olmak üzere muhalefet partilerinin stantları, seçim büroları, araçları saldırıya uğradı. Suruç’u bu olaylarların neresine koymak lazım?
Sistematik saldırılar olduğu doğru ama Suruç’u ayrı değerlendirmek lazım. AKP’nin bu saldırıyı özellikle planlayıp emrini verdiği söylemi fazla iddialı. Ama AKP’nin bu kanlı olayı, bir provokasyonun zemini olarak kullanmaya çalıştığı da ortada. Geçmişte Erdoğan’a etmediği küfür kalmamış ama biat ettikten sonra İçişleri Bakanlığına kadar terfi etmiş bir adam, çıkıp ortalıkta yalan söylüyor, “görüntüleri izledim, yumruk atmışlar” diyor. Zaten yalan söylediği de kısa süre sonra, görüntüler sayesinde ortaya çıktı. Tabii bir de kırılan hastane kameralarının görüntülerini de ortaya çıkarmaları lazım. Saldırıya uğramış, linç edilmiş, katledilmiş bir ailenin fail ilan edilmeye çalışılmasını unutmayacağız. AKP’nin diğer Urfa adayı Hüseyin Şeyhanlıoğlu, Suruç’u Roboski’ye benzetmiş. Helâl olsun, dürüst adammış. Gerçekten de Suruç, katledilenlerin sayısına bakılmaksızın bu dönemin Roboski’sidir. AKP, yalan üzerine oluşturulmuş bir mafyadır. Bunu gerçekten hakaret etmek için değil, somut bir gerçeği tespit etmek üzere söylüyorum. Zaten bu bir hakaret değil, siyasal bir tespittir. Bırakın medya ve yargının düşürüldüğü hali, Suruç’taki olay ve AKP’nin sonrasındaki tavrı bile bunun yakın zamanlı kanıtıdır işte.