Ahmet Taşgetiren: İnsan hakları, İslam ülkelerinin yumuşak karnı
Abdullah Gül’ün "Siyasal İslamcılık paradigması çöktü" ifadesi birçok okumayı gerektiren bir yaklaşım. Her şeyden önce "İktidar İslamcı mı?", "İslamcılar nerede hata yaptılar?", "Tartışma doğru bir mecrada mı ilerliyor?", "Yaşanan sıkıntılar temel metinlerle kurulan çarpık ilişkinin bir sonucu mu?", "Mesele teorik mi yoksa daha çok pratik nedenlerden mi kaynaklanıyor?" Ahmet Taşgetiren’le bunları konuştuk.
Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçtiğimiz haftalarda kendisiyle bir yapılan röportajda ‘Siyasal İslam paradigması çöktü’ ifadesi, aslında yeni bir tespit değildi. Ancak yine de geçmişte Milli Görüş hareketi içerisinde üst düzey görev almış, siyasal İslam’ın ne olduğunu bilen ve muhtemelen de halen bu akıma mensup birçok insanla iletişimini devam ettiren Gül’ün ağzından yapılan bu vurgu, kendi özel anlamı olan bir çıkıştı.
Troll mantığıyla yapılan eleştiriler bir yana, Gül, söz konusu röportajında sadece yeni kurulacak bir siyasi hareketin akıl hocasının düşüncelerini değil; aslında muhafazakâr camianın belki de söylemekten çekindiği bazı duygu ve düşünceleri dile getirmiş oldu. Bu itiraf, aslında Milli Görüş çizgisinden gelenlerin yaşadığı haleti ruhiyeyi mi yansıtıyor yoksa gerçekten toplumsal gerçekliğin bir ifadesi mi bu zaman içerisinde açıklığa kavuşacak. Ancak her ne olursa olsun İslamcılığın ciddi ve derinlemesine tartışılması gerektiğini İslamcıların kendileri de kabul ediyor.
İslamcılığın çöküşüne ilişkin Sayın Abdullah Gül’ün söylemi üzerinden ne tür bir yaklaşım geliştirilebilir? Sayın Gül’den bağımsız olarak İslamcılık paradigmasının çöküşü tespitine nasıl bakıyorsunuz?
Önce bir düzeltme yapmak lazım, sayın Gül’ün söyleşisindeki ifade “Siyasal İslamcılık”la ilgilidir. Siyasal İslamcılık, İslamcılığın bir alt kategorisidir. İslamcılık daha kapsayıcı bir yaklaşımdır. Bu yönüyle İslamcılık, farklı zamanlarda farklı ihtiyaçları karşılamak için kullanılmış olsa da, genel anlamıyla, Müslümanların güç kaybettiği, mazlum, mahkum olduğu zamanlarda İslam’ı yaşayabilme gayretinin, mücadelesinin adıdır, denebilir. Siyasal İslamcılık, bu mücadelenin siyasal alanda yürütülmesini ifade eder. Bunun anlamı, siyasal alanı İslam’ın yaşanmasını kolaylaştıracak bir zemine dönüştürmektir. Sonuçta Müslüman için önemli olan, İslam’ı bihakkın yaşayacak alana sahip olmaktır. Siyasetten maksat güç sahibi olmak değildir, her türlü güç sahibi olma durumunda Müslümanlık sınavı verilemiyorsa adına İslamcılık dense bile gayeden uzaklaşılmış demektir. Onun için terör grupları İslam adına hareket ediyor görünse bile İslamsız alanda kalmış demektir. Onun için siyasi iktidar olup, diyelim zulme yöneliniyorsa yola nasıl çıkılmış olursa olsun, “İslamcılık” amacına ulaşılmamış demektir. Yani İslamcılık bir kere kuşanıldı mı, artık ne yapılırsa yapılsın “İslamcı” kalınır demek mümkün değildir. Buradan bakıldığında “İslamcılık çöktü” söyleminin de “Siyasal İslamcılık çöktü” söyleminin de kategorik bağlamda doğru olmadığını, çöküşlerin olay bazında değerlendirilmesi gerektiğini düşünürüm.
İSLAM’LA YENİDEN BİR İLİŞKİ KURMAK MÜMKÜNDÜR
İslamcılığın kan kaybettiğini düşünüyorsanız, bunun nedenlerine ilişkin neler söylemek istersiniz?
İslam’la birlikte yürüyüş herkes için sonsuz bir sınavdır. İster kişiler olarak düşünülsün ister gruplar olarak… İnsanlar toplum olarak ve örgütlenerek yaşıyorlar. Gerek birey gerek toplum ve gerekse örgütler planında kan kaybı her zaman mümkündür. Her zaman yeniden toparlanmak da mümkündür. İslam’ın 14 asırlık yürüyüşünden ve çok geniş coğrafyalarda varoluşundan söz ediyoruz. Bugün de tüm dünyada İslami varoluş söz konusu. Bu varoluş biçimlerini bütünüyle olumlamak mümkün olmadığı gibi olumsuzlamak da mümkün değildir. Göreceli olarak belirleyici konumda olmadığını söylemek mümkün. Ama ben “İslam güzeldir, onunla her zaman dünyanın her yerinde yeniden ilişki kurmak mümkündür ve bu ilişkiyi kurabilenler yeni bir süreci başlatabilirler” diye bakarım.
Bu noktada çözüm arayışlarına bakışınız nasıl? İslamcılar İslamcılığı doğru bir yerden tartışıyor mu? (Örneğin yerlilik tartışması, modernlik-gelenek ilişkisi, çoğulculuk tartışmaları, sistem içi-sistem dışı mücadele vs. gibi)
Burada örnek olarak sunduğunuz tüm alanlar, Müslümanların karşı karşıya kaldığı meydan okuma alanlarıdır. Başka alanlardan da söz edilebilir. Müslümanlar hayatla sınanıyor. Mazlumiyetle sınandı, sistem dışı kalmakla sınandı, modernlikle sınandı, mesela kimi ortamlarda parasal iktidarla, siyasi iktidarla, sistem içi iktidarla sınanıyor. Mazlumiyetin sınavı ayrı, dışlanmanın sınavı ayrı, iktidar olmanın, hükmetmenin sınavı ayrı. Dediğim gibi İslam orada duruyor, her insan İslam’ı yeniden okuyor ve içinden geçtiği zemini nasıl Müslümanca biçimlendirebileceğine kafa yoruyor. Liberalizm de sınanıyor, sosyalizm de sınandı. Şu bitti, şu tarihin sonudur gibi yaklaşımlar insan-toplum realitesine uymuyor. Bir sıkıntı, “iktidar perspektifi”nin her şeyi bürümesidir. Bir tür açlık psikolojisi içinde. Bence daha “İslam eksenli” bakılabilirse -ki kadim olan ve kalıcı olan odur- kimi sendromların aşılması mümkün olur.
Tam da devletin her şeyi domine ettiği bir atmosferde İslamcılığın toplumsallığı güçlendirmesi ve sivilliği ön plana çıkarması gerektiğini savunan tezleri nasıl değerlendirmeli?
Türkiye Müslümanları şu anda böyle bir ikilemi yaşıyor. Devleti yönetiyorlar ve devlet adına yapılan her şey, İslam’ın yansıması gibi algılanma ihtimalini gündeme getiriyor. Devlet dilinin İslam dili gibi algılanması söz konusu. Şu anda İslami camianın bunun ne tür sonuçlar doğuracağını değerlendirdiğini söylemek zor. Devlete de dışarıdan bakan bir İslami duyarlılık bana göre İslam yaklaşımına daha uygun. Onun için sivil İslami bakışı her halükarda korumak ana duyarlılık olmalı. İktidarda sorumluluk alan kişiler de, devlet tavrını her halükarda kutsamak yerine, kendilerinin dışarıdan nasıl göründüğüne önem veren bir denetleme sistemini hayata geçirmeli.
‘İSLAMCILAR MUHALEFETTE BAŞKA İKTİDARDA BAŞKA’ ELEŞTİRİSİ YABANA ATILAMAZ
İslamcılık Türkiye’de muhalefetken son 20 yılda geçirdiği dönüşüm, onu bambaşka bir yere konumlandırmış durumda. İktidar çizgisinde, muhalif duruşundan vazgeçmiş bir İslamcılık sağcılaşma süreci yaşıyor diyebilir miyiz?
Onun adı sağcılaşma mıdır, bilemiyorum, ama yukarıda da ifade ettiğim gibi -Müslümanların, demiyorum çünkü Türkiye’de Müslümanlık çok geniş bir aidiyeti ifade ediyor- muhafazakarların iktidar deneyimi, “İslamcılığın iktidar sınavı” gibi algılanıyor ve muhalefette ikenki duruşlarından bir hayli farklı bir yere savruldukları değerlendirmesi yapılıyor. Bu değerlendirme yabana atılamaz. Bu değerlendirmenin sadece dışarıdan yapılmadığını, içeriden de çok radikal eleştiriler geldiğini biliyoruz. Geniş kitleler “iktidarın getirileri”ni belki daha çok önemsiyor halen, ama fikri planda kayıpların sorgulamasının yapıldığı bir gerçek. Bu sorgulamanın daha etkin hale gelmesini temenni ederim.
Bu süreçten sonra İslamcılık kendini yeniden üretebilme potansiyeline sahip mi? Sahip olduğunu düşünüyorsanız bunun koşulları neler?
Yukarıda söyledim: İslam orada duruyor. Bana göre İslam insan için olmazsa olmazdır. Birisi onu okuyup yeniden yola koyulacaktır. Her insan kendi sınavını veriyor. Gruplar da sınav veriyor. Yolda düşenler olabilir. Örnekler arkadan gelenlerin önünü açacaktır. Olumsuz örneklere bakıp İslam’la insanın arasının açılacağı ve bir daha asla buluşulamayacağı gibi bir yaklaşımın hiçbir makul yanı yoktur.
İSLAMCILIK HOMOJEN BİR AKIM DEĞİLDİR
Nasslarla ilişki kurma çerçevesinde İslamcılık’ın durumunu nasıl görüyorsunuz? İslamcılık nasslarla (dini metinlerle) doğru bir ilişki kurmayı başarabildi mi?
Nasslar, İslam’ın sabiteleridir. İslamcılık tek bir hareketten ibaret değil, tek bir okuyuş da söz konusu değil. Doğru okumalar olabilir yanlış okumalar olabilir. Doğru okuyup netice alamamak da söz konusu olabilir. Zaman-zemin de okumayı etkileyebilir. Belki burada şu söylenebilir: Kur’an’a, Rasulullah’ın hayatına derin tefekkür boyutunda bakmak ve oradan hayat için ölçüler çıkarmak gerekir.
İslamcıların ABD, NATO, İsrail, Rusya vs. gibi ülkelere karşı konumlanışıyla ilgili düşünceleriniz nasıl? İslam ülkelerine yönelik yabancı müdahaleler konusunda İslamcıların sınavı geçebilecek bir duruş sergilediğini düşünüyor musunuz?
Bu sorudaki İslamcılardan kimi anlamalıyız, bilmiyorum, Türkiye’deki iktidarı mı, “İslamcı” diye nitelenecek düşünce adamlarını mı, medya mensuplarını mı, başka İslam ülkelerindeki iktidarları mı… Bunların her birisinin duruşu farklı. Dış politikada kategorik duruşları sürdürmek kolay olmayabiliyor. Ülkeleri, uluslararası örgütleri ideolojik bir tasnife tabi tutmanın ve ona göre politika geliştirmenin de tıkandığı durumlar olabilir. İslam ülkeleri dediğimizde 100 sene önce statüleri emperyalist güçlerce belirlenen bir alandan bahsediyoruz. Oraların gerçek bağımsızlığını kazanma gibi bir sorunu var. Kategorik bir yaklaşım yerine süreci doğru yönetmek gibi bir tavır daha gerçekçi gözüküyor.
İSLAM TARİHİNİ İDEALİZE ETMEDEN DEĞERLENDİRMELİ
Selefiliğin İslamcılığı gereğinden fazla etkilediğini düşünüyor musunuz?
İslamcılığın bir çizgisinde Selefi etkiden söz edilebilir. Ama selefilik de tek tip değil. Ayrıca selefilikle ilişki kurulan dönemden bugüne de köprülerin altından çok su aktı.
Emeviler, Abbasiler ve Osmanlı İmparatorluğu tartışmaları bağlamında İslamcılığın tarih değerlendirmesi nasıl yapılabilir?
Bunların her biri İslam tarihi diye nitelediğimiz 14 asır içindeki farklı yönetim örnekleridir. Her birine İslam’ın bir devlette aradığı şartların hangi ölçüde gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği açısından bakılabilir. Ve her biri için çok şey söylenebilir. Bize en yakını olan Osmanlı Devleti de, kendi zamanının şartları içinde bir gerçekleştirme yapmıştır. İdealize etmek yerine (Cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi) üzerini çizmeden kritik etmeyi tercih etmek doğru olur diye düşünüyorum.
İSLAM ÜLKELERİNİN EN SORUNLU OLDUĞU ALAN İNSAN HAKLARI
Gerek Türkiye’de gerekse dünyada İslamcılar genel hatlarıyla bakıldığında insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konularda sizce tutarlı bir duruş sergileyebildi mi?
İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü İslam’ın olmazsa olmazlarıdır. İslam ülkelerinde bu alanlar en sorunlu alanlardır. Ülkemizde dindar insanların hak-hukuk sorunu olduğu dönemlerde güçlü bir hak-hukuk söylemi geliştirildiği bir vakıadır, ancak, iktidar döneminde hak-hukuk alanının diğer dönemlere benzer bir sorunlar yumağı haline geldiği de bir vakıadır. Türkiye, İslam dünyasına örnek olacak bir insan hakları ve hukuk devleti örneği sergileyebilmeliydi. Dünya İslam coğrafyasında Türkiye örneğine bakıyordu. Maalesef görüntü iyi değil.
ARAP BAHARI, İSLAMCILIĞIN KRİMİNALİZE EDİLMESİNE YOL AÇTI
Arap Baharı’nın İslamcılık üzerinde etkilerine ilişkin neler söylemek istersiniz? Bu süreç İslamcıları nasıl etkiledi?
Arap Baharı İslam ülkelerinin 100 yıl önceki dizayndan kurtulma çabalarının ürünü idi. İslami kesimler bu süreçten önce özgürlüğe, insan haklarına açılan bir kapıya varacaklarını, sonra da insanca bir düzen inşa edilebileceğini ümit ettiler. Batı dünyası da sanki başlangıçta birlikte hareket ediyormuş gibi davrandı. Sonra aynı Batı dünyası süreçten “İslamcı tehdit” üretti ve sabotajlara başladı. Mısır’da, sonra Suriye’de… Sonra Suud’u, BAE’yi iğfal etti. Türkiye’yi zora soktu vs.
İslamcıların şeffaflık, toplumla sağlıklı ilişkiler kurma, sistem içi-sistem dışı olma, legalite/illegalite gibi konularda hâlâ net bir duruşa sahip olamadıklarına bakıldığında Darülharpçi mantığın İslamcılık üzerindeki izlerini halen sürdürdüğünü söyleyebilir miyiz?
Hangi İslamcıların, sözünü ettiğiniz hangi sorunlarla malul olduğu, bunun da Darülharpçi mantığın izlerini yansıttığı konusunda sanırım nokta atışı yapmak mümkün değil. Darülharpçi mantık dediğinizde ne anlaşılmalı, bu da hayli su götürür bir konu. İslam dünyası dediğimiz alan büyük bir coğrafya ve büyük bir nüfusu kapsıyor. İslam dünyasının gelecekte nasıl bir şekilleniş içine gireceği konusu, küresel güçlerin teyakkuz halinde bulunduğu bir konu. Örtülü bir kuşatmanın varlığı da göz ardı edilemez. Normal demokratik süreç içinde yürüyenlerin bile iktidar olduğunda nasıl davranacağı gibi bir sorgulama devam edip gidiyor. Provokatif oluşumların varlığı da dikkate alınmalı. Sancılı bir süreç yaşanıyor, sözünü ettiğiniz problemli alanlar bu sancılı sürecin ürünü, diye düşünüyorum.
MUHAFAZAKAR MUKTEDİR ÇİZGİ, İSLAMİ AİDİYETİ DE OLUMSUZ ETKİLİYOR
Seküler kesimdeki İslamcılık eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de otoriter bir rejime doğru dönüşümde İslamcıların katkıları göz önüne alındığında, söz konusu kesimlerin İslamcılara duydukları menfi yaklaşımları, kısmen de olsa anlayışla karşılamayı gerektirmiyor mu? En azından reel İslamcılık açısından haklı oldukları yönler yok mu?
Bu tespitiniz bence iktidardaki kadrolar tarafından önemsenmeli. Aslında otoriter görünüm, uzun süre birlikte yürümüş insanlar tarafından da “Biz gerçekte bu değiliz” yaklaşımıyla eleştiriliyor. Muhafazakâr insanların iktidardaki problemli görünümlerinin, içinde sizin seküler diye nitelediğiniz insanların da bulunduğu, bir yanlarıyla İslam aidiyeti içinde bulunan insanları olumsuz etkilemesi söz konusudur ki, bundan insanların İslam aidiyeti üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurması mümkündür. Bu da, İslam duyarlılığı ile yola çıkanların, insanların İslam’la arasına mesafe girmesi sonucunu doğurmasıdır ki, buradaki çarpıklık açıktır. İktidar ortamı bunu görünmez kılsa da, bunun İslamcılıkla çeliştiğini görmek de bir bilinç duyarlılığıdır.
Ahmet Taşgetiren kimdir?
Ahmet Taşgetiren, yazar ve gazeteci. 1965 yılında Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi'nden, 1970 senesinde ise İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. Yeniden Millî Mücadele, Pınar, Türk Edebiyatı, Altınoluk dergilerinde makaleler yazdı. Bayrak, Tercüman, Zaman ve Star gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Taşgetiren, son dönemde Karar gazetesindeki yazılarında içedönük eleştiriler içeren köşe yazıları kaleme alıyor.