Ai Weiwei: İnsanlığımız hakkında bir teste tabi tutuluyoruz

Dünyayı sürekli kendinden söz ettiren Çinli sanatçı ve eylem insanı Ai Weiwei ile İstanbul sergisi vesilesiyle tanışıp konuştuk. “Bugün sanatı sanatçı tanımlar” diyen Ai Weiwei, son yıllarda mülteci sorununa odaklanmış durumda. Bu konuda bir de film çeken sanatçı, yaşananları ‘insanlıktan ne anladığımız ve kendimiz hakkında bir test’ diye tanımlıyor.

Cem Erciyes cemerciyes@hotmail.com

Ai Weiwei son on yılın en ilginç sanatçısı. Dünya sanat medyası on yılı aşkın bir süredir onun birbirinden ilginç işlerini yakından takip ediyor. Bu işler bazen dev mimarlık eserleri, bazen şaşırtıcı videolar ve fotoğraflar, filmler, porselen ya da ahşap heykeller, enstalasyonlar bazen de politik karşı çıkışlar ve eylemler. Ülkesi Çin’de dev vergi cezalarıyla, ev hapsiyle, gözaltıyla, stüdyosunun yerle bir edilmesiyle ve hatta bir beyin ameliyatıyla sonuçlanan şiddetle karşılaşmış bir sanatçı. Yolsuzlukla mücadele ettiği, düşünce özgürlüğünden yana tavrını koyduğu ve asla geri adım atmadığı için. Karşılaştığı güçlüklerin pek çoğunda sosyal medyayı kullanarak durumu bir kampanyaya çevirmeyi bildi; kendisini seven binlerce insanın desteğiyle meseleleri aştı. Ama bugün ülkesinden uzakta, Almanya’da yaşıyor. Dünyanın bütün ünlü müzelerinde aynı anda sergiler açan, büyük işler gerçekleştiren ve sürekli kendinden söz ettiren bir ‘süper star’ o.

Sadece ülkesi Çin’in değil tüm insanlığın sorunlarıyla ilgili. Bu nedenle geçen yıl stüdyosunu geçici olarak bir Yunan adasına taşıdı ve orada mülteci meselesiyle ilgili bir film çekti. Devasa bir şişme bot ya da binlerce can yeleğinden oluşan etkileyici enstalasyonlar gerçekleştirdi. Hükümetlerle de oyuncak firmalarıyla da muhafazakar gruplarla da çatışmaktan asla kaçınmıyor. En son geçen hafta, İstanbul ile eş zamanlı olarak Washington’da açılacak bir işinden memnun olmayan muhafazakar Amerikalılar ile söz düellosuna girmiş vaziyette.

Ai Weiwei, ruhunu Çin geleneklerinden alan bir sanatçı. Hemen bütün işlerinde Çin geleneksel sanatlarından yararlanıyor. Günümüz Çin’i, endüstrisi, komünist partisi ve tüm halklarıyla onun pek çok işinin en önemli konusu. Porselen de, antika ahşap tabureler de kağıt işleri de onun sanatında yerini buluyor. Bütün bu önemli işlerini çağrıştıran ama en çok porselene odaklanan bir sergiyle İstanbul’a geldi.

Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergi dün açıldı ve 28 Ocak’a kadar sürecek. Yaklaşık 100 parça ile sanatçının ülkesi dışında açtığı en büyük sergilerden biri bu. Sergide onun Ay Çekirdekleri, Nehir Yengeçleri, Han Hanedanı Vazosunu Düşürmek fotoğrafı ve onun LEGO’larla yapılmış versiyonu gibi çok ünlü bazı işleri de var. Ama özellikle Çin’le özdeşleşen porselenle yarattığı düşünceler görmeye değer. Gerçekten çağdaş sanat alanında son yılların en ünlü, en çok merak edilen ve en cesur sanatçısını getirmeyi başardıkları için Sakıp Sabancı Müzesi’ni, yöneticilerini ve tabii ki sponsorları Akbank’ı tebrik etmek gerekiyor.

Serginin benim için diğer güzel yanı bizzat bu efsane sanatçıyla tanışmak, söyleşi yapmak ve onunla selfie çektirenler kervanına eklenebilmek oldu. Ai Weiwei daha önce kendisiyle tanışanların anlattığı gibi, ağır ağır konuşan, sevecen ve mütevazı biri. Kısa süreye sığdırdığımız söyleşide sorularımı heyecanlı bir eylemciden çok, Çinli bir bilge gibi cevapladı.

İstanbul’da bir sergi teklifi aldığınızda ilk reaksiyonunuz ne oldu?

Benim için ilk tepki hep biraz endişeli olur. Ben sadece birbiri ardına sergiler düzenleyen bir sanatçı değilim, sergilerin açıldıkları yerlere ve onu kimin düzenlediğine göre de bir anlamı olması gerek. En başta hep biraz gergin olurum zaten ve bu kez de öyleydim. Çünkü Türkiye, doğu toplumları içinde çok güçlü bir kültür. İyi bilmediğim bir şeyin içine dalmak ise güzel bir fikir değil. Ama daha sonra mülteciler hakkında bir film çekme şansım oldu ve bunun için Türkiye’de pek çok farklı yeri İzmir’i, İstanbul’u, Suriye sınırını ziyaret ettim. Türkiye’deki insanları tanıma, bir miktar altyapı oluşturma olanağı buldum. Bugünü ve geçmişi hakkında bir şeyler öğrendim, müzelerini ziyaret ettim, porselenin kullanılışını, metal işlerini gördüm. Müze koleksiyonunda Hindistan’dan İran’a, Mezopotamya’ya farklı bölgelerden erken dönem işleri gördüm. Bu bana hemen eski ticareti, kültürel alış verişi getirdi.

Dünyada Çin’den sonraki en büyük Çin porseleni koleksiyonu olduğu söylenen Topkapı’daki koleksiyonu gördünüz mü?

Hayır onu görmedim. İslam Eserleri Müzesi’ni gezdik.

Mültecileri anlatan filminiz Human Flow’u (İnsan Seli) çekerken kırka yakın ülke gezdiniz. Bunlardan biri de az önce söylediğiniz gibi Türkiye’ydi. Buradaki mülteciler için, Türkiye’nin mülteci krizindeki siyaseti için ne düşünüyorsunuz?

Benim için Türkiye’nin mülteci krizindeki siyaseti daha kabul edilebilir. Çünkü buranın kültürü Suriyeli, Arap mültecilerle alakalı, onlara yakın. Milliyetçiliğin temel millet fikri aslında Batıdan gelir. Bütün o sınırlar, egemenlik alanları sanki doğal sınırlar, dağlar ve nehirler gibidir, ama aslında birileri tarihi değiştirir... Bence Türkiye ve pek çok Ortadoğu ulusu bu ‘insan akışına, insan seli’ne karşı daha toleranslı ve esnek. Pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi hemen insanları dışarı atmaya çalışmıyorlar. Biliyorsunuz sınır kavramı, hiçbir tarih, hafıza ya da insani anlayışa aldırmayan ekonomik ve politik bir egemenlik alanına dönüştü. Bu büyük düş kırıklıkları yaratabiliyor. Ama Türkiye bu meseleleri rahatlatıyor. Elbette muazzam toplumsal sorunlarla da karşılaşıyor…

'YAŞANANLAR ULUSLARARASI SİYASETİN BİR ÜRÜNÜDÜR'

Peki bu mülteci meselesi bugünkü uygarlığımızın geleceğini ya da en azından bildiğimiz dünya düzenini nasıl etkileyecek sizce? İnsanlığı ne bekliyor?

Bence bu mülteci dalgası ve can kayıpları bizi çok temel insanlık anlayışı ve hümanizm hakkında test ediyor. Ben bunu mülteci krizinden çok insanlık krizi olarak adlandırmayı tercih ediyorum. Çünkü bu küreselleşmeyle, bugünkü bölgesel sorunlarla ilgili. Bu sorunlar coğrafi değil küresel aslında. Bugün mülteci ölümlerinin Batı’nın ekonomik ve politik sömürgeci savaşları nedeniyle olduğunu anlamalılar. Tıpkı Irak savaşında olduğu gibi, Afganistan savaşında olduğu gibi, Afrika’daki Bangladeş’teki pek çok sorunda, çevresel sorunlarda hatta ABD ve Meksika arasındaki yeni gerilimde olduğu gibi… Yani bu yaşananlar kesinlikle şimdiki uluslararası siyasetin bir ürünüdür ve bizim politikadan ya da her milletin üstlendiği rolden ne anladığımızı gösterir. Ve tabii kendimizle ilgili vizyonumuzu da. Bu çok önemli bir mesele, kendi toplumumuz hakkında insanlık anlayışımız hakkında bir test.

Ve porselenler…

(Gülüyor) Şimdi de sanata atladık.

Evet atladık, zamanımız az ne yapalım... Porselenler bir zamanlar zanaatkarlar tarafından yapılırdı. Onlara sanatçı denmezdi. Ama şimdi sanatçılar porselenle uğraşıyor. Bir sanatçıyla zenaatkear arasındaki benzerlik nedir?

Eski zamanlarda sanatçı denilen insanların tamamı üst sınıflar tarafından istihdam edilirdi. Tabii ki gündelik kullanım için de porselenler yapılırdı ama en güzeli, üst seviyedeki porselenler imparatorluk sarayı için üretilirdi. Bu nedenle porseleni döneminin üst düzey estetiği bakımından bir örnek kabul edebiliriz. Bu tür bir iş, zamanının en üst düzeydeki zihinsel yapısını ve güzellik anlayışını temsil eder. Ve bizim bugün çağdaş hayatta ulaşamayacağımız düzeyde bir seviyeye ulaşır. Çünkü biz artık daha demokratik bir çağda yaşıyoruz ve bu seviyede bir kusursuzluk ve seçkinlik çok maliyetli. Dolayısıyla bir zamanların o porselen ya da bronz ya da kumaş ustalığı kayboldu gitti. Ve bir daha geri gelmeyecek, çünkü toplum değişti. Ama bugün sanatçı olarak siz de zamanınızı tanımlayan bir örnek yaratmak için çalışıyorsunuz. Bu aynı zamanda geçmişteki anlayışı da tanımlıyor. Çünkü unutmayın ki yaşadığımız zaman her daim geçmiş geçmiş tarafından avlanır.

Peki kavramsal sanat, işin bu zenaatkar tarafını özellikle ortadan kaldırmıyor mu? Sanatçının elleri aklı karşısında her geçen gün önemini biraz daha yitiriyor gibi. Bana katılır mısınız?

Size katılırım çünkü modern kavramsal sanat aklınızda ne olduğuyla ilgili. Konsept bir formdur. Marcel Duschamp’tan bu güne neler olduğuna bakarsak, kavram onun zamanında her daim sanatın içinde sunulurdu. İnsanlar resim yapardı ve resim gayet kavramsaldır çünkü içinde güçlü bir anlam vardır. Benim yürüdüğüm yola bakarsak benim tarihi ele alma biçimimde güncel durum bir nevi hazır nesne olarak yer alır. Politik ya da toplumsal durum sanatımın içinde yer alır ki bu gayet kavramsaldır. Ve kavramın kendisi bir zihinsel aktivitedir.

'SANAT, SANATÇI TARAFINDAN TANIMLANIYOR'

Peki, şöyle bir orta yoldan politikaya geri dönelim: Siz hem aktivist hem de sanatçısınız. Aktivizmin kendisi de sanat olabilir mi? Mesela Çin’deki deprem kurbanları için yaptığınız eylemler daha sonra sanat işlerinin yolunu açtı.

Bence 21'inci asırda sanat tamamen sanatçı tarafından tanımlanıyor. Ben bir sanatçıyım ve aynı zamanda pratik, toplumsal, politik olaylarla da ilgiliyim. Benim geliştirdiğim sanatsal dil içinde formun nasıl olacağı gayet nettir. Form, röportaj da olabilir, video kaydı da. Benim bu kendime göre geliştirdiğim form geleneksel sanatın belirgin kontekstine uygun olmayabilir. Ama açıkça yeni bir geçmiş yaratır. Ben bunu sanat olarak tanımlarım çünkü bu estetik ve ahlaki ve felsefi anlayışları etkiler. Tüm bunlar yeni bir formun yapısını oluşturur. Bu yeni doğmuş bir formdur. Mevcut estetiği tekrar etmez, hatta onlarla tehlikeli bir şekilde mücadele eder. Onunla iletişime girer ve yeni bir zihinsel durum oluşturmayı başarır. Ve izleyiciyle iletişime girer. Ben bu pratiği sanat pratiği olarak adlandırırım. Dolayısıyla aktivizm sanatın çok önemli bir bileşenidir. Fark yaratan sanatçı aktivist olmanın anlamını bilir. Çünkü sanatın ne olduğu hakkında kendi tanımınızı yaparsınız.

Pekin Olimpiyatları için Kuş Kafesi diye adlandırılan stadyumun tasarımını üstlendiğiniz dönemde Çin hükümetiyle iyi ilişkileriniz vardı. Ama ne zaman ki deprem kurbanı ilkokul çocuklarının hesabını soran eylemler yapmaya başladınız, o zaman istenmeyen adam oldunuz. Tecrübenize dayanarak söyler misiniz, otokrat bir yönetimin limitleri nereye kadardır?

Benim babam Çin'in en vatansever insanlarından biriydi. Tanınmış bir şairdi. Hiçbir zaman Çin’i terk etmeyi düşünemezdi bile. Biliyorsunuz anne babalar ve çocukları her zaman aynı şeyleri düşünmezler. Ben Çin’in bir gün değişeceği umudunu koruyorum. Çünkü Çin değişmek zorunda. Bütün dünya değişiyor. Sanıyorum sorduğunuz limit insan hakları ve ifade özgürlüğünde yatıyor. Bunları önemli değerler olarak savunmak zorundayız. Bu değerler sizi birey yapar. Bireyler olarak hayatı ve sağlıklı bir toplumu inşa ederiz. Bu herkesin yararınadır. Bireysel ve toplumsal olarak. Bir toplum çok zengin ve refah içinde olsa bile dertleri devam edebilir. Çünkü hayatın o çok değerli anlamını yitirirler. Doğru ya da yanlış, kendini ifade edebilmek hayatın merkezidir. Yani biz hayatı suçlayamayız. Tabii ki toplumların pek çok zorlu problemleri olur. Zengin ya da yoksul, bu sorunları aşabilirler. Ama önemli olan her bir bireyin kendini bu topluluğun bir parçası sayabilmesidir.

Son sorum biraz eğlence dünyasına dair olsun. Venedik Film Festivali’nden yeni geldiniz. Filminiz Human Flow yarışmalı bölümde gösterildi. Emenim daha önce Venedik’te Sanat Bienali dolayısıyla defalarca bulunmuşsunuzdur. Bu kez sinemacılarla birlikteydiniz. Bize uluslararası sinema ve sanat dünyaları arasındaki farkı anlatır mısınız? Sinemacıların Venedik’i nasıldı?

İyi soru. Başta, yüzeysel bir bakışla aynı gibi gelebilir. Ama yapısal olarak çok farklılar aslında. Çünkü sinema dünyası çok fazla parayla alakalı. Sanat çok daha geride kalıyor, çünkü bilirsiniz sanat hep biraz gizli saklıdır, koleksiyoncular, sunum biçimleri hep biraz gizemlidir, ben çok hoşlanmasam da… Sinemanın ise kendi dili, alanı, alışkanlıkları var. Benim içinse sanatçı ya da film yönetmeni olarak orada bulunmanın bir farkı yok. Çünkü benim vazifem kendi sözümü söylemek. Kabul görür ya da görmez diye bakmadan… Biliyorsunuz, ben her zaman yerleşik yapılara karşıyım. Çünkü siz bu egemen yapıları onaylarsanız, onların bir parçası olursunuz. Ki bu çok tehlikelidir. Bireyselliğinizi korumanın yolu, dürüstçe kendi hissettikleriniz konusunda ısrarlı olmaktan geçer. Bu sizin topluma verebileceğiniz en iyi şeydir.

Yani sinema ya da sanat dünyasında fark etmez, diyorsunuz.

Evet, kendi dürüstlüğünüzde, açık sözlülüğünüzde ısrar etmeniz, katkıda bulunmanızın tek yoludur. Yoksa doğru olmayan bir anlaşma yapmak üzeresiniz demektir ki bunun sonunda çok şey kaybedersiniz.

Tüm yazılarını göster