Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumu başladı. 1-3 Kasım günlerini kapsayan, üç günlük sempozyum, aile hukuku alanında her konuyu ayrı oturumlarda ele alan geniş ve iki yıldır süren bir projenin parçası. Adalet Akademisi sitesinde projeye ve ayaklarından birine ilişkin verilen bilgi icat edilen aile adaleti kavramını uluslararası veya evrensel bir kavrammış gibi göstermek için bir e-kütüphane kurulup, erişime açıldığı yönünde: “Akademimiz ile Avrupa Konseyi tarafından ortaklaşa yürütülen 'Aile Mahkemelerinin Etkinliğinin Artırılması: Aile Bireylerinin Haklarının Daha İyi Korunması' Avrupa Birliği - Avrupa Konseyi Ortak Projesi kapsamında, aile adaleti ve aile hukuku yargılaması alanındaki temel Türk mevzuatı ile Avrupa Konseyinin arka plan belgeleri İngilizceye ve dilimize çevrilerek e-kütüphanede yayımlandı.”
2 yıldır sürmekte olan projenin ayaklarından birisini oluşturan Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumu, Adalet Akademisinin ev sahipliğinde gerçekleşiyor. Akademi, sitesindeki haberde projenin genel amacının ülkemizde hukukun üstünlüğünün ve temel hakların, Avrupa ve dünya/evrensel standartlarla uyum hedefine dayandığını belirtiyor. “Proje, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün ve temel hakların, uluslararası standartlarla ve Avrupa standartlarıyla tam uyumlu hâle getirilmesini sağlamayı ve aile mahkemelerinin özellikle kadınların, çocukların ve diğer aile üyelerinin haklarını korumadaki etkinliğini arttırmayı amaçlamaktadır. Proje, Türkiye Adalet Akademisi tarafından Avrupa Konseyi ile birlikte AB ile ortak olarak finanse edilerek 33 aylık bir süre boyunca yürütülecek ve 19 Aralık 2023 tarihinde sona erecektir. Projenin uygulama süresi boyunca e-kütüphane de düzenli aralıklarla güncellenecektir."
Projenin genel amacına bakınca itiraz edilecek hiçbir unsur görülmüyor. “Aman ne iyi, hukukun üstünlüğü ilkesi yerleşecek Türkiye’de. Temel haklar evrensel değerler doğrultusunda Avrupa Konseyi ve Avrupa birliği standartlarıyla uyumlu hale getirilmek için çalışılıyor” denilebilir. Nitekim böyle değerlendirilmiş olmalı ki pek çok akademisyen ve hukukçu yer ve görev almış bu projede. Oysa projenin iki yıl içinde tamamlanmış ayaklarından birisinin adı “Nafakanın süresi” ifadesini içeriyor. Bir diğerinde, 6284 sayılı şiddet yasası hakkında “tüm aile bireylerinin haklarının gözetilmesi” söylemiyle ev içi şiddetin mağduru kadar failinin de yargı tarafından gözetilmesini mümkün kılacak kırpmalarda bulunulacağı nasıl olur da sezilmez, anlamak zor. Mevcut boşanma hukukundaki kadının velayet hakkını kısıtlayacak şekilde ortak velayet üzerine çalışılması da böyle bir restorasyon izlenimi vermeli herkese. Ya da hızlı boşanmaların kadın aleyhine bir düzenleme ile hak kayıplarına yol açacağı ihtimali hemen akla gelip davet edilen herkesi yerinden zıplatmalıydı.
Projenin her bir parçası bütüne dair fikir verecek sembolik ifadeler içeriyor. Avrupa Konseyi-Avrupa Birliği ortaklığında Türkiye Kamu Kurumlarından Adalet Bakanlığı ve Aile Bakanlığının, Adalet Akademisinin tarafı olduğu projenin bütünü, öyle görünüyor ki iktidar tarafından çok iyi analiz edilerek kritik öneme sahip parçalara ayrılmış. Fakat bu projenin ayaklarında yer alan bireyler, içinde görev üstlendikleri parçalardan yola çıkarak bütüne dair bir senteze ulaşamamış olmalı ki projenin genel amacına uyumlu olmayan adımlarda yer alabilmişler. Dahası kamuoyunu ve kadın hareketini bilgilendirme gereği dahi duymamışlar. Projenin son büyük toplantısı olduğu tahmin edilebilecek bu sempozyuma, AB ve AK şartları ile ‘dayatıldığı’ için olsa gerek sadece birkaç gün önce bazı kadın örgütleri izleyici olarak davet edildiğinde haberdar olundu. Katılma/katılmama onayı için sadece bir günlük bir süre tanınması da ayrı bir facia elbette ama davet eden kurum açısından iyi tasarlanmış bir facia şüphesiz. Tam bir tuzak.
Tuzak çünkü projenin önceki ayaklarında parça parça aile hukukuna dair her bir konu zannımca detaylı görüşlerle ele alınmış, pek çok çıktı elde edilmiş. Bu sempozyum o toplantıların sonuçlarının duyurulacağı, önceki görüşler doğrultusunda akademik ve hukuki yorumların yapılacağı bir uluslararası cila çekme işi. Ki Adalet Bakanı Yılmaz Tunç açış konuşmasında 81 ilde yapılan Aile Çalıştaylarında, geçen hafta Sarayda yapılan 8. Aile Şurasında ve projenin önceki toplantılarında oluşan görüşler ve bu Sempozyumdan çıkan görüşler doğrultusunda yasal düzenleme yapılacağını dile getirdi. ‘Aile hukukunu sil baştan yazacağız’ derken tüm bu ilerleyişe dayanarak konuştuğu netleşti.
Tüm bu proje ayaklarından birisi “Aile Adaleti” kavramı üzerine kurulmuş. Hatta yazının başında belirttiğim e-kütüphane ile Adalet Akademisi icat edilen bu kavrama dair külliyat oluşturmuş. En az son on yıldır kimi üniversitelerin bu konuda gençlere yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırdığı da YÖK sitesinden görülebilir. İktidara yakın kişi ve kurumlarca oluşturulan bu ‘akademik’ çalışmaların ne derece bilimsel dayanaklara sahip olduğu, ne derece yanlışlanabilir bilimsel bulgu içerdiği incelenmeye değer bir konu. Fakat bu yazının konusu tüm bu tezleri incelemek değil. Aile adaleti ifadesini evrensel değer olarak adalet üzerinden minicik tartışmaya niyetliyim sadece.
Evrensel değerlerin en kıymetlisi olan adalet kavramı, Platon’dan bu yana felsefe tarihinin temel konuları arasında. Dinler tarihinde de hep adalet üzerine ilahî emirler yer alır. Siyasi kuramlar içinde de aynı şekilde adalet kavramı önemli yere sahiptir. En basitinden dilimizde ‘adalet mülkün (yani devletin) temeli' sözü yaygındır. Mahkeme salonlarının duvar süsü olmaktan öteye geçtiği pek görülmeyen adalet, hak kavramıyla açıklanır hep. Haklıya, hakkını vermek olarak açıklanır adalet ve adil olmak. Yani bir hak meselesi var kavramın içinde. Kavramın hayata geçmesi için bir de bu hakkı veren el var. Birisi verecek o hakkı ki adalet yerini bulsun. Birisi yargı dağıtacak yani. Kimin neye, ne kadar hakkı olduğunu tespit edip bunu uygulayacak bir üstün, aşkın yetkili gerek. Modern devletlerde yargı erki bunu üstlenmiş halde. O kadar üstün/aşkın bir yerde konumlanması için yargı erkine ölçütler belirlenmiş halde. Kanunlar var, kanunlara göre tespit edilmiş suçlar var. Tespit edilen suçlara göre ölçülü biçimde belirlenmiş cezalar var. Peki aile adaleti dediğiniz zaman yargıç kim olacak? Aile bireyleri arasında adaletli davranma yani haklıya hakkını verme yönündeki aşkın görev kimin sorumluluğuna tevdi edilecek? Peki ölçütler var mı bunun için? Somut kurallarla aile bireylerinin hakları belirlenmiş, suçlar tespit edilmiş, bu suçlara uyumlu ve ölçülü, her aile için aynıyla geçerli kriterler oluşturulmuş mu? Diyelim ki aile bireyleri hata yaptı ceza yargısı kimin işi olacak? Neyse bu absürt soruları bırakalım bir kenara daha temel bir soruyla aile nedir, diyelim ve Aile Bakanı'na kulak verelim. Sempozyum açış konuşmasında Bakan Mahinur Özdemir Göktaş “Türkiye Yüzyılında yol arkadaşımız aile olacak” buyurdu. Daha ötesini sorgulamaya gerek var mı?
Hak kavramının yanı sıra adaletin sağlanması için gerekli olan eşitlik ilkesine bakalım. Modern insancıl hukuk, hak kavramının yanına kanun önünde eşitlik ilkesini oturtmuş halde. Bütün insanların haklarını tanıyacaksın ve bunu tüm insanların eşit haklara sahip olduğu bilincine dayanan bir sistemle gerçekleştirdiğinde adaleti sağlamış olacaksın diyor hepimize. Vaktiyle şiddet konulu bir toplantıda Erdoğan’ın gözünün içine bakarak söylediğim gibi “soyut bir kavram olan adaletin tecellisi yani somut olguya dönüşmesi ancak eşitlik ilkesinin uygulanmasıyla mümkün. Eşitlik yoksa adalet yok. Tüm insanlar için eşit haklar kabul edilmezse adalet sağlanamaz.”
Parçalı yapıya sahip projelerin farklı ayaklarına bakarak bütününde hedeflenen şeyin proje amacından çok farklı olabileceğini düşünmek gerekir. Ülke gündemini, kadın hakları ve kazanımları yönündeki tehditleri takip edenler için böyle projenin parçalarından bütününü ve yazılı olanın dışındaki amacını kestirmek mümkün olmalıydı. Hele aile adaleti kavramı herkesi yerinden zıplatmalıydı. Hadi senaryonun tümünü tahmin etmek mümkün olmadı o halde tamamı bilinmeyen senaryoda figüran olmak reddedilmeliydi. Özellikle cinsiyet eşitliği yerine cinsiyet adaleti kavramını kullananların, aile adaleti kavramını icat etme gerekçesinin, eşitlik ilkesini inkar etme aracı olduğu anlaşılmalıydı. İnsan hakları hukukuna takla attıran TİHEK tarafından aile hakları sempozyumları yapıldığı hatırlanmalıydı. Bu taklanın devamı olarak bir de aile adaleti icat edilişiyle, adaletsizliğin paçalardan aktığı ülkede erkek egemenliğine dayalı bir aile hukuku oluşturulacağı şüphesiz.
“Hani Medeni Kanun, bir yere gitti mi?” sorularını politikacısından filozofuna, gazetecisinden sivil toplum örgütlerine kadar her kesimden duymuş bir insan olarak şimdi ne yapacaklarını merak ediyorum. Laik aile hukukuna, demokratik eşitlikçi aile modeline ve dolayısıyla insan haklarına dayalı bir toplum yapısına “güle güle” demeye hazırlanın, diyorum. Bir ihtimal var ki o da cumhurun, Cumhuriyet'i sahiplenişi gibi sokaklara akarak laik Medeni Kanunu ve Aile Hukukunu sahiplenmesi. Çalıştaylar, şuralar ve sempozyum dayanak olarak kullanılıp Meclis'e yasa teklifi götürülmeden önce bu hazırlıklar yüksek itiraz sesleri ile durdurulursa ancak o zaman geleceğe biraz daha güvenle bakabiliriz.