Akbelen: Sahi, hukuk iktidarın nesiydi?

Irmağın akışına türkü yazanlara inat, yaşasın ağaçlara sarılan köylüler, yaşasın ön saflarda kafa tutan kadınlar, ağlayarak jandarmaya yalvaran gençler…

Mete Kaan Kaynar metekaankaynar@gmail.com

Hukuk, iktidarın diyordu Mihail Aleksandroviç Bakunin, şeyidir diyordu; durun, dilimin ucunda. Tamam hatırladım! Rahmetli Kayahan Acar hukuk ve iktidar arasındaki bu Bakuninci ilişkiyi bir Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi başlıklı şarkısında ölümsüzleştirmişti. “Siyah beyaz film gibi biraz/ Gözyaşı umut ve ihtiras/ Bizimkisi alev gibi biraz”

Bakunin’in hukukla iktidar arasında kurduğu “dile-biber” ilişkiyi, Althusser Devletin İdeolojik Aygıtları çerçevesinde ele alıyordu; hoş, Bakunin’den pek de farklı şeyler söylemiyorlardı son analizde. Ona göre üretim koşullarının yeniden üretilmesi üretimin nihai koşulunu oluşturmaktadır. Yeniden üretim ise üretim güçlerinin yeniden üretimi ve var olan yeniden üretim ilişkilerinin yeniden üretimi ile olacak bir şey. İşte Devletin İdeolojik Aygıtları da üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde elzem hususlar arasında yer alıyor. Birçok faktörün yanında hukuk da yeniden üretimin ideolojik aygıtları arasında yer alıyor; işte tam da Kayahan şarkısı gibi “onlarınki bir aşk hikayesi”.

HANİ VERDİĞİN SÖZLER? HANİ HUKUKUN NER'DE?: PARİS ANLAŞMASI

Türkiye, Paris Anlaşması'nı 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamıştı. Lakin malum uluslararası anlaşmaların yürürlüğe girebilmeleri için iç hukukta da tanımlanmaları gerekiyor. 6 Ekim 2021 tarih ve 7335 sayılı Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile bu uluslararası antlaşma iç hukukun bir parçası haline getirilir ve böylece “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesinin 21'inci Taraflar Konferansında kabul edilen ve Türkiye Cumhuriyeti adına 22 Nisan 2016 tarihinde imzalanan Paris Anlaşmasının beyan ile birlikte onaylanması” kabul edilmiştir.

7/10/2021 tarih ve 4618 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Onaylanan “Paris Anlaşması”nın Yürürlük Tarihinin 10/11/2021 Olarak Tespit Edilmesi Hakkında Karar (Karar Sayısı: 4738) da Paris Anlaşmasının 10 Kasım’da yürürlüğe gireceğini kayda bağlamıştır.

Tam da Türkiye’nin Paris Anlaşması'nı kendi hukukunun bir parçası haline getirdiği tarihlerde bu anlaşmanın nasıl uygulanacağına dair hususları içeren Paris Anlaşması Çalışma Programı (Kural Kitabı) 31 Ekim-13 Kasım 2021 tarihlerinde Glasgow’da düzenlenen 26.Taraflar Konferansında (COP 26) tamamlanmıştır. Başka bir deyişle, 2020 sonrası iklim rejimini düzenleyen Paris Anlaşması’na işlevsellik kazandırılmıştır.

Nedir bu Paris Anlaşması ve ona işlevsellik kazandıran COP26? Gelin bunu bizzat TBMM Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop’un Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi (2/3853) ile Çevre Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu Raporları (27. Yasama Dönemi, 5. Yasama Yılı, Sıra Sayısı 279) başlıklı belgeden yararlanarak özetleyeyim size. Yani bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nin bu anlaşmayı nasıl önemsediğinden bahsedelim:

“Paris Anlaşması temel olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine dayanmaktadır ve Kyoto Protokolünün sona erme tarihi olan 2020 sonrası iklim değişikliği rejimini düzenlemeyi amaçlamaktadır. Paris Anlaşmasının uzun dönemli hedefi, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında (mümkünse 1,5°C derece seviyesinde) tutulmasıdır. Anlaşmanın diğer bir önemli özelliği, Kyoto Protokolünden farklı olarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin Ulusal Katkı Beyanları (Nationally Determined Contribution/NDC) ile azaltım eylemine katılmasıdır. Ulusal Katkı Beyanları, taraf ülkelerin ulusal şartları çerçevesinde kendi belirledikleri ve bağlayıcı olmayan gönüllü hedeflerden oluşan katkılardır. Bu kapsamda, ülkemiz Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanını sera gazı emisyonlarının referans senaryoya (BAU) göre 2030 yılında % 21 oranına kadar azaltılması hedefiyle 30/9/2015 tarihinde Sözleşme Sekretaryasına sunmuştur. Ülkemiz, coğrafi konum olarak iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz makro-iklim kuşağında yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti tarafından Paris Anlaşmasının onaylanması, Anlaşmanın hedeflerine ulaşılması ve bu hususta küresel iş birliğine dâhil olunması bakımından önem arz etmektedir.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu’nun (5/10/2021 Esas No: 2/3853 Karar No: 5) Meclis’e sunduğu raporda da, komisyonda kanun teklifin tümü üzerindeki görüşmelere geçilmeden önce (dönemin) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar’ın yaptığı sunuma yer verilir. Bu sunumda şu ifadeler yer almaktadır:

“Uzun süre boyunca iklimde gözlenen doğal değişimler ile doğrudan ya da dolaylı olarak insan faaliyetlerinin neticesinde ortaya çıkan ve atmosferin yapısını bozan değişiklik olarak ortaya çıkan iklim değişikliğinin küresel ısınma ve sera etkisine neden olduğu, bu nedenle iklim değişikliğinin olumsuz etkileri tüm dünya ülkelerinin ortak sorunu haline geldiği,

-Sera etkisine, petrol, kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtlar, atık depolama sahaları, pirinç tarlaları, çiftlik gübreleri, tarımsal faaliyetler, sanayi (özellikle naylon üretimi), soğutucular, klimalar, köpük ürünler, yalıtım malzemeleri, spreyler ve perflorokarbonların yol açtığı,

- Sera etkisinin dünyanın aşırı ısınmasına neden olması sonucu yoğun kuraklıkların yaşanmaya başladığı, Dünya Bankasının tahminine göre 2050 yılında 140 milyon kişinin göç etmek zorunda kalacağının öngörüldüğü,

- BM tarafından hazırlanan bir çalışmada yıkıcı etkiye sahip afetlerin son 20 yılda Dünyada önemli artış gösterdiği ve bu artışın özellikle de iklim ile ilişkili afetlerde gerçekleştiği ve iklim ile ilişkili afetlerin tüm afetlerin yaklaşık %91’ini oluşturduğunun vurgulandığı,

- Ülkemiz, coğrafi konum olarak iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz makro-iklim kuşağında yer aldığı, iklim değişikliği etkilerini, son yıllarda sel, orman yangını, deniz müsilajı ve kuraklık olarak ülkemizde kendisini gösterdiğini,

- Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini (İklim Anayasası) 1992 yılında onayladığı, bu Sözleşmede ülkemiz, OECD üyeliği nedeniyle gelişmiş ülkelerin bulunduğu Ek-1 ve fınans sağlayan gelişmiş ülkelerin olduğu Ek-2 listelerinde yer aldığı, bu durumun gerçekçi bir belirleme olmadığı, bu nedenle fınans sağlayan ülkeler listesi olan Ek 2’den Türkiye’nin 2001 yılında, ilgili ülkelerin onaylamasıyla çıktığı,

- BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine göre; Türkiye’nin mutlak emisyon sınırlandırmasına tabi olduğu, bu kapsamda ülkemizin sanayileşmesini tamamlamış gelişmiş ülkeler kategorisinde yer aldığı,

- BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin uygulaması olan Paris Anlaşmasını, 12 Aralık 2015 tarihinde 195 ülke tarafından kabul edildiği, Türkiye’nin bu Anlaşmayı 22 Nisan 2016 tarihinde imzaladığı, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadeledeki samimiyetini göstermek adına Anlaşmayı imzaladığı, ancak taraf olmadığı,

- Türkiye’nin Paris Anlaşmasının, sera gazı etkisine sebep olan gelişmiş ülkeler kategorisinde olduğu için onaylamadığı, çünkü öngörülen taahhütlerin ülkemizin sanayileşme çabalarına engel teşkil edebileceğinin hesaplandığı,

- Aradan geçen 5 yıl içinde, AB’nin ve diğer uluslararası kuruluşların iklim değişikliği ile ilgili yeni finansman kaynakları yaratması, AB tarafından, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına uygun biçimde iklim politikaları konusunda gerekli adımları atmayan ülkelerden ithal edilecek enerji ve karbon yoğun ürünlere sınırda karbon vergisi uygulanacağının belirtilmesi ve 2020 yılında Türkiye’nin ihracatının %42’sinin AB’ye yapıldığı dikkate alındığında, Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylamasının daha yararlı olacağının görüldüğü,

- Avrupa Birliği, 2050 yılı sera gazı emisyonlarını net olarak sıfırlamayı hedeflediği, bu kapsamda kalkınma anlayışında bir radikal dönüşüm beyanı ortaya koyduğu,

- AB’nin son dönemde yaptığı anlaşmaların tamamında Paris Anlaşması’na taraf olma ve Anlaşmayı etkin bir şekilde uygulamaya ilişkin bağlayıcı taahhüt içerdiğini, bu nedenle Paris Anlaşmasını, gelecekte yapılacak kapsamlı ticaret anlaşmalarının hepsinde olmazsa olmaz bir unsur haline geleceği belirtilmiştir."

Özetle mi, özetle Türkiye kömürden enerji üretiminden kademeli olarak vazgeçeceği sözünü vermiştir ama gelin görün ki iş dönüp dolanıp AKP’ye yakın sermaye gruplarının çıkarlarına dayananınca, hukuk şekil değiştirmeye başlar ve ağaçların kesilmesi “hukuka uygun” hale getirilir. Başa dönelim ne diyordu Bakunin: Hukukla iktidar arasındaki ilişki bir aşk hikayesiydi; tıpkı bir Kayahan şarkısı gibi “hep gözyaşı, umut ve ihtiras ama be seferki “alev gibi biraz” değil de kesile kesile açılan bir aşk hikayesi!

'IRMAĞININ AKIŞINA ÖLÜRÜM TÜRKİYE’M'

Milliyetçilik ile yurtseverlik arasında nasıl bir farkı nasıl anlatmalı? Sanırım milliyetçiliği hamasi türküler söylemek, yurtseverliği de Akbelen'de direnmek olarak tanımlayabilirim. Akbelen köyünde jandarma şiddetine rağmen ağaçlara sarılan köylüler yurtsever, 14 Mayıs’taki seçimlerden önce gerçekleştirdiği nadir mitinglerden birinde “Gönlü Toroslar kadar yüce, gönlü Akdeniz kadar engin Türkmen uşaklarına sesleniyorum” diye konuşmasına başlayarak “…Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel, Frank alayı birden Recep Tayyip Erdoğan’ı s***meye kalksalar başaramazlar, Anadolu çocuğu Recep Tayyip Erdoğan alayına yeter!” diye bas bas bağıran Devlet Bahçeli ise milliyetçidir.

Yurtseverlik için o ülkenin ağacına sarılabilecek bir yürek; etnisitesi, cinsiyeti/cinsel yönelimi, dini/mezhebi… ne olursa olsun bu ülkenin insanına sarılabilecek bir yürek gerekiyor. Milliyetçilik için neyin gerektiğini Devlet Bey söylemiş zaten.

Irmağın akışına türkü yazanlara inat, yaşasın ağaçlara sarılan köylüler, yaşasın ön saflarda kafa tutan kadınlar, ağlayarak Jandarmaya yalvaran gençler…

Linyit çıkarmak için ormanları katledenlerin milliyetçiliğine karşı yaşasın yurtseverlik!

Tüm yazılarını göster