Akıcı dil, kaotik kontrast: Alâmetler Kitabı
Gaye Boralıoğlu'nun kaleme aldığı Alâmetler Kitabı, İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Şüphesiz karanlık bir dünya anlatılan dünya, bugünü ve yarını şimdileyen, son derece güçlü öykülerden oluşan tuhaf ve karanlık bir bütün.
Büşra Uyar
Birbirimizi kandırmayalım: Herkes alâmetlerden ürkütücü bir zevk alır! Kulaktan kulağa yayılma şanssızlığını bir türlü üzerinden atamamış kutsal kitapların kıyamet alâmetleri, her daim korkuyla karışık muazzam bir heyecan uyandırır. İnsanların ütopyalar yerine distopyaları yutarcasına okumasının sebebi de budur: alâmetler. Öyle ya, ütopyalar zamanla tanımını dahi evrensel ölçüde karşılayamayan, sıkıcı fikir jimnastikleri haline gelir ve raflardan yavaşça eksilir. Oysa iyi ya da kötü yazılmış hemen her distopya, yeni dünyanın kayışının nerede koptuğunun ya da ne zaman kopacağının belirtileri çarşaf gibi serer önümüze. Eh, biraz gizemliyse de biz bulur çıkarırız onları. Ellerimiz titrer heyecandan!
Peki, neden zevk verir bu bize? Nihayetinde gerek kutsal kitaplar gerekse distopyalar yazıldıkları dönemin meselelerini somutlaştırır, onların eleştirisi haline gelir; tıpkı bilim kurgu eserleri gibi. Ama ilginç bir şekilde bu türde karşımıza çıkan eserlerin bizi alakadar etmediğini düşünürüz. Özellikle yeni bir düzen kurulmuşsa, fantazya da girmişse işin içine, salıveririz tedirgin nefesimizi. Neticede sayfaların arasında ya da beyaz perdede var olan dünya bizi bağlamaz! Koltuklarımıza yayılabilir ve kaosun tadını çıkarabiliriz.
Oysa bu alâmetler yaşadığımız zamanda ve yaşadığımız toplumda, o büyük yapıtlara kıyasla küçümsediğimiz sıradan hayatlarımızda da pek güzel gelip bulabilir bizi. Gaye Boralıoğlu’nun Alâmetler Kitabı, tam da buna yönelik başarılı bir örnek.
Alâmetler Kitabı, Gaye Boralıoğlu’nun İletişim Yayınları’ndan çıkan yedinci kitabı, son derece ilginç bir karmaşa hâli. Şüphesiz karanlık bir dünya öykülerin dünyası. Ama okurun hiçbir şekilde “Amaan, benim dünyam değil ya sonuçta!” diyerek kestirip atamayacağı bir dünya. Zira isimler, mekânlar, zevkler; bunların hepsi bir cımbızla yerleştirilmiş gibi; sahici, yıllanmış ve buraya ait. Hiçbir şekilde yabancı olmadığımız imgelerle örülü dünyanın üzeriyse absürd. Absürdün kimi zaman sesini çıkarmayan kimi zamansa tüm hâkimiyeti ele geçiren can dostu tekinsizlik de bu sefer hiç geri planda değil.
Boralıoğlu “basit” şeylerden bahsediyor aslında: Artık uygun fiyata bulunamayan -dünya hâli işte!- satın alınması gayet tabii bebekler, gizemli ve romantik bir aşkın uzun seyri, annesinin katili bebekler, “çok gizli” görevi için pek heyecanlı gardiyanlar... Bu kaotik dünyanın faturası hep saflara, ötekilere, sevenlere ve bekleyenlere kesiliyor elbet. Bizim dünyamız olduğunun en büyük kanıtı işte!
Bu ürkütücü tuhaflığına rağmen son derece akıcı öyküler bunlar. Bunda kutsal kitaplardan ve Dante’den bu yana alâmetleri, cehennemleri okumak konusunda muazzam becerimizin de katkısı var tabii! Ama esas itici güç Boralıoğlu’nun sade, akıcı dili. Alâmetlerin form olarak ne kadar yoğun ve güçlü olduğunu biliyor yazar; bu nedenle bu baskın ihtişamla sade akıcılık arasında kontrast yaratıyor. İşte bu kontrast okurun her şeyin tanıdık geldiği bu mizansende şok geçirmesine sebep oluyor.
İletişim Yayınları’ndan çıkan Alâmetler Kitabı, bugünü ve yarını şimdileyen, son derece güçlü öykülerden oluşan tuhaf ve karanlık bir bütün. Sanki birey ya da toplum olarak uyanmamızın fark etmeyeceği bir sabah, Boralıoğlu’nun kaleminden çıkmışçasına şekillenecekmiş gibi. Ki, hakiki bir alâmetin ta kendisi olabilir bu: Her şeyin bu şekilde başlamayacağının garantisini bize kim verebilir?