Dark - Deep Darkness and Splendor sergisi, labirentimsi iç mimarî kurgusuyla, aydınlık ve karanlığın bereketli münakaşasının hakim olduğu bir ruh hali üretiyor.
İstanbul Tepebaşı'ndaki Galerist, 10 Haziran'a dek Karoly Aliotti ve Nilüfer Şaşmazer küratörlüğünde gerçekleşen "Dark - Deep Darkness and Splendor" (dilim döndüğünce, "Karanlık: Dip Karanlık ve Nur") sergisine ev sahipliği yapıyor.
Sergi, daha kendinden önce, henüz çıkarılmış, üzerine çiçeksi parfüm değmiş bir kadın gece kostümü kadar mahrem, Valentina Abenavoli ve Alex Bocchetto tarafından elde ciltlenmiş yayınıyla hatırda kalıcı.
Sırf bahara gıcıklık olsun diye, ilginç bir inatla, açık bir duruş ve koyu bir ifade ile kurgulanan bu etkinlik ve bilhassa kitabı, disiplinler arası flörtün, Serra Yentürk editörlüğünde, Okay Karadayılar tasarımında çok ince bir ruhla hazırlanmış, buruşuk, koyu tenli, terli, özlenen türde bir emeği. Nitekim, kitabın ana metninin sonunda bir mücevher zarafetiyle, şu sunumda bulunuluyor:
"Bir sergi her zaman bir jesttir: Gelir ve gider, zamansal ve mekânsal sınırları vardır; bu nedenle yalnızca belleğimizde kalır. Diğer yandan bir kitap ise bir izdir; kalıcıdır, mevcuttur, elle tutulabilir. Şüphesiz ki siyahı, karanlığı, derin karanlığı ya da görkemi konu edinen bir kitap, maddesel yapısı bakımından, söz konusu temalarla benzer özellikleri taşır. Kaçınılmaz olarak süslerinden arınmış, mahrem, kişisel olsa da dışarıdaki hayata dönüktür; zamanın, mekânın hatta uzayın ötesindedir; temelde evrenseldir."
Karanlık: Dip Karanlık ve Nur sergisi, labirentimsi iç mimarî kurgusuyla, aydınlık ve karanlığın bereketli münakaşasının hakim olduğu bir ruh hali üretiyor. Öyle ki, gözleriniz 'baykuş'laştıkça, mekânda eserleri aydınlatır ışıkları da birilerine daha fazla kıstırasınız ve birçok yapıta kendi aydınlığını iade edesiniz geliyor. Bu 'korkusuzluk korkusu' tünelinde rastladığınız çalışmaların her biri, sizi diğerine iteklercesine yönlendirirken, geride bıraktığınız bir çalışma da, sizi tekrar kutupsuz bırakıp, aynı labirentte gerisingeri kaybolmanıza vesile olabiliyor. Görsel ve içeriksel mukayese ile muhabbetin koyu ve açık kıvamıyla tecrübe edilebildiği sergi, anlam tacını, Henri Michaux'nun Pasajlar'ındaki "Siyah benim kristal kürem. Salt siyahtan görürüm yaşamın aktığını," deyişinden almakta.
Siyahın, evrenin ana ten rengi olduğundan hareketle, aydınlığın siyahla olan 'kara sevdalı' ilişkisinden türlü yorumlar taşıyan ve Audemars Piguet katkılarıyla düzenlenen sergi, pek çok kişi ve kurumun katkılarıyla düzenlenmiş. Sergide yapıtlarıyla, alfabetik soyisim sırasıyla Murat Akagündüz, Arif Aşçı, Vahap Avşar, Kerem Ozan Bayraktar, Aslı Çavuşoğlu, Nejad Melih Devrim, Alev Ebüzziya, Nermin Er, Bilge Friedlaender, Sibel Horada, Ahmet Doğu İpek, David Lynch, Jason Martin, Füsun Onur, Mübin Orhon, Alp Sime, Ali Emir Tapan, Masao Yamamoto ve Fahrelnissa Zeid yer alıyor.
Video, desen, yerleştirme, tuval ve seramik gibi birçok disiplinin, devasa bir karanlığın manyetizmasında türlü biçim ve yorumlarla birbirlerinden geçip buluştuğu sergi, akla İznikli şair ve mutasavvıf Eşrefoğlu Abdullah Rûmi'nin 'Müzekki’n-Nüfûs' (Nefislerin Terbiyesi) adlı klasik eserinde dile getirdiği şu bölümü getiriyor:
"Kalbin merkezi yürektir. Yüreğin ortasında siyah bir nokta, 'Süveyda' bulunur. Süveyda 'iç güneş'in, bâtın güneşin doğduğu yerdir.
Çekirdeğin içinde ağaç gizlidir. Gönlün içinde de, ilahî kitabın nüshası, nâmütenâhi sırlar gizlidir.
Nokta-i Süveyda, iki yüzlü bir aynadır. Bu yüzlerden biri, görülen âleme, diğeri görülmeyen âleme, yani 'âlem-i gayb'a bakar. Bu ayna cilalı olursa, onda âlem-i gayb'ın nurları tezahür eder. Bu ayna herkeste vardır. Fakat gaflet, neşe, şehvet ve dünya sevgisi ile paslanmıştır. Cilâsı hakikati bilmek, şeriata uymak, zühdlük ve tefekkürle olur."
Yukarıdaki alıntıyı içine sindiren yapıtlara örnek vermemiz gerekirse, gerek duygusal, gerek estetik bir evrensel çilenin bütün karmaşık düzeniyle yansıtılmaya çalışıldığı sergide, Aslı Çavuşoğlu'nun 'Obsidyen' işleri veya Sibel Horada'nın hayaletsi 'Orman'ında, Vahap Avşar'ın 'geçitsi' ve devasa 'Kara Albüm' işlerinde, Mübin Orhon'un karanlığın da karanlığına yolculuk eden tuvallerinde, Nermin Er'in 'Mürekkep' videosunda ya da Masao Yamamoto'nun adeta bir 'can yırtığı' etkisi veren 'Nakazora No. 826' isimli çalışmasında söz konusu yoğunluğu tecrübe etmemiz mümkün oluyor.
Karamsarlığın samimiyetine gönlünü kaptıranlar için gün / hafta ortasında, olmadık saat ve yerde verilen bir melankoli partisi olarak tariflenebilecek demdeki sergi, üstat David Lynch'in görsel şiirleriyle mücevherlenirken, Ahmet Doğu İpek'in bir koridor / solukta eşlik ettiği yalın kara desenleri ya da Nejad Devrim veya F. Zeid'in karanlığın karşısına tüm aydınlık cüretleriyle çıktıkları kâğıt üzeri guaş veya litografi çalışmaları, bu sessiz gürültüyü perçinliyor.
Bununla da sınırlı kalmayan sergideki işler, Murat Akagündüz'ün 'Akıntı' isimli videosu ve Ali Emir Tapan'ın 'Prova'sında olduğu kadar, Füsun Onur'un 'Beyaz Kâğıt Üzerine Alan Ayırmak' isimli beşli seti veya Alp Sime'nin isimsiz bayrak karesiyle de birbiriyle dans halinde. Aynı görsel dildaşlık, Arif Aşçı, Vahap Avşar ve Jason Martin'in yapıtlarında da kesinlikle hissedilmekte.
Bu bilgilerle de ikna olmayan, ancak aktardığımız ilaçları yutmaya meyilli sanat 'hasta'larımıza, hayatı akınca - kararınca demleyen bu özgün serginin 'prospektüsü'nün şu satırlarını okumadan karar vermemelerini salık veririz:
"Eski Mısır ve Eski Yunan uygarlıklarında yaygın olan tıp pratiğine göre insan vücudundaki ahlât-erbaa olarak tanımlanan dört sıvı; sarı safra, kara safra, kan ve mukus, insanın fiziksel olduğu kadar zihinsel durumunu da etkilerdi. Sonbahar, toprak ve siyah renkle ilişkilendirilen kara safranın aşırılığına, ismi Eski Yunan'daki 'siyah' (Melaina) ve 'safra' (Chore) kelimelerinden türetilen, melankoliye yol açtığı düşünülürdü. Kara safranın kaynağı olarak görülen organ olan dalağın İngilizcedeki karşılığının (spleen) aynı zamanda hüzün, endişe, sıkıntı gibi ruh halleri için kullanılması da tesadüf değildir: Melankolik yaradılışa sahip insan, yaşamanın ağırlığını hisseder, dünya ağrısını içinde taşır, bu yoğun duygular da ruhta saf ve benzersiz bir sanatsal eylem olarak ortaya çıkar."
A, bu arada serginin tattırdığı en derin felsefî lezzet için, 'her kötülüğün içinde bir iyilik, her iyiliğin içinde ise bir kötülük vardır,' diyen Yin-Yang anlayışını anımsatmamak ayıp olacak. Onun sırf çember / nokta / akla kara sembolünü bile aklınıza damlatırsanız, gerisi gelecek.