Eğer bir ülke tarihinin en zorlu krizlerinden biri içindeyse ve bu krizden çıkmakta ciddi bir biçimde zorlanıyorsa, piyasalar en küçük bir gelişmeden umut devşirmeye çalışır. Ve bu hiç yoktan iyidir, zira aynı ülke son üç yılını kargaların bile güldüğü bir ekonomik model yüzünden heba etmişse... Ki bu programa, ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ diyoruz.
Seçimlerden sonra, Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı görevine gelmesiyle birlikte başlayan ‘rasyonele dönüş süreci’ beklenilen hızda gerçekleşmese bile, öncesi o kadar olumsuzdu ki, doğal olarak herkes umuda kapıldı. Bir süre sonra anlaşıldı ki, bu krizden çıkış öyle beklenildiği kadar hızlı olmayacak.
ÖNGÖRÜLEBİLİR VE ŞEFFAF OLMA ÇABALARI BİRAZ UMUT VERİYOR
Özellikle son iki aydır ise daha ‘umutlu’ gelişmeler oluyor. Bunlardan biri anladığımız kadarıyla, Mehmet Şimşek’in bastırması sonrasında, artık ‘makyajlı verileri’ olabildiğince ortadan kaldırmak. TÜİK’in temmuz ve ağustos enflasyon rakamlarında bu eğilimi gözlemliyoruz. Tabii ki TCMB’nin politika faizini 750 baz puan artırması da bu eğilimin en önemli göstergelerinden biri. Sadeleştirme çalışmalarıyla desteklenen bir faiz artırımı bu ve ekonomiyi soğutma hedefiyle uyumlu görünüyor. Biraz geç kalınsa da sanki krize karşı mücadele daha derli toplu bir hal alıyor. Bu en azından bir parça daha öngörülebilir bir ekonomik ortam yaratıyor.
‘ZORAKİ İYİMSERLİK’ DE OLSA İYİDİR YANİ!
İşte tam böylesi bir ortamda, piyasalar merakla 2024-2026 Orta Vadeli Program’ı (OVP) bekliyordu. Aynı rasyonelleşme adımlarını bu programın da teyit ettiğini görmek, en temel beklentiydi. Zaten her normal ülkede de olması gereken böyle bir şeydir, ama biz öylesine anormale alıştık ki!.. Öyle de oldu. Genel olarak OVP ile ekonomi yönetiminin son atakları arasında bir korelasyon var. OVP’yi kamuoyuna açıklayanların Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz olmasının, ‘hükümet içinde müthiş uyum’ ya da ‘cumhurbaşkanı ekonomi yönetimini destekliyor’ söylemleriyle, sevinçle karşılanmış olmasıysa, sanırım bizim ‘umarsız çaresizliğimiz’den! Çok zorlu bir krizde ‘fırtınanın gözünde’yiz ve bu krizin müsebbibi artık fikrini değiştirdi ya, işte bizi avutan bu! Kaldı ki, daha üç ay öncesine kadar, ekonomi yönetiminin kararlarına sözü geçen kişinin müdahale ettiği iddiaları ayyukayken... Her neyse, umut lazım ya bize, bunu da ‘zoraki iyimserlik’ olarak yazalım bir kenara.
ENFLASYONLA MÜCADELENİN TEYİDİ BÜYÜME ARTIK İKİNCİ MESELEMİZ
OVP’deki en temel göstergeler üzerinde biraz durmakta fayda var. Zira o rakamlar doğrudan hayatımızı etkileyecek. Tabii ki kısa vadeli öngörülerin gerçekliğe yakın olması kaydıyla... İşte burada genel mantığa uygun olan korelasyonlar da var, çok garip olanlar da! Önce, krize karşı alınan önlemler çerçevesinde, enflasyonla mücadelenin artık başat amaç olduğunu teyit ediyor rakamlar. Yani enflasyon öngörüleri artırılırken, büyüme rakamları negatif olarak revize edilmiş. En önemli mesele bu ve burada rasyonel yaklaşımın etkisi görülüyor.
ENFLASYON ÖNGÖRÜLERİ FAZLACA İYİMSER KALMIŞ
Ancak, enflasyon rakamlarındaki ‘iyimserlik’ sıkıntısı sürüyor. 2023 yıl sonu enflasyon rakamı yüzde 65! Bu rakamın hâlâ gerçeklikle bağı kopuk... Birkaç revizyon yapmak yerine, yüzde 80-90 civarı bir enflasyon oranı konmuş olsaydı, bu silsile olarak 2024, 2025 ve 2026 beklentileri için baz kabul edilseydi, daha az revize edilir bir öngörü ortaya çıkardı.
Bir başka önemli sorun var OVP rakamlarında... Dolar kuru beklentileriyle enflasyon oranları arasındaki bağlantının tümüyle kopuk olması. Dolar kurunun 36.8’e yükselmesi öngörülürken, 2024 yılında enflasyon yüzde 33 olacak!.. Nasıl olacak? Artık kurun enflasyona etkisi sıfırlanacak mı? Buradaki hesabı kitabı anlamak pek mümkün değil. Dolar gerçekten de 36.8 TL olabilir, ancak bu durumda enflasyonun yüzde 33’te kalması imkansız. 2025 için dolar tahmini 43.9 TL’yken yüzde 15.2’lik enflasyon beklentisi ise daha da garip. Hele ki 2026’da yüzde 8.5’lik enflasyon öngörüsünün herhangi bir hesap kitaba dayanmadığından, sadece ‘sonunda tek haneli enflasyonu göreceğiz’ mantığıyla programa koyulduğundan neredeyse eminim! Hemen belirtelim, dolar kuru öngörüleri mantıklı, mantıksız olan enflasyon rakamları... Dolar kuru öngörüleri mantıklı da, 2023 yılı için belirlenen 1 ABD Doları 29.3 TL nasıl bir şeydir, onu hiç anlayabilmiş değilim. Dolar bugün bile 27 TL bandındayken, yıl sonu tahminleri en az 30 TL’yken, OVP’de bu rakam 23.9 TL! Düzeltmeyi mi unuttular, ne oldu acaba?
2024’TE YÜZDE 4 BÜYÜMEK BİRAZ HAYALCİ
Büyüme rakamları daha gerçekçi duruyor, en azından 2023 için, yüzde 5’ten yüzde 4.4’e çekilmesi makul. Peki ama küresel ticaret iklimi açısından oldukça zorlu bir yıl olacak 2024 için yüzde 5.5’ten yüzde 4’e çekilen oran gerçekçi mi? Hiç öyle görünmüyor, çünkü 2024 yılı, ekonomiyi soğutmak, tüketimi frenlemek, likiditeyi azaltmak ve politika faizi artırımlarını sürdürmekle geçecek. Öyleyse bu yüzde 4 büyüme için umut ihracatta... Peki küresel ticarette durgunluk yaşanırken ve daha da artması beklenirken, Türkiye ihracata bel bağlayarak nasıl yüzde 4 büyüyecek. Yüzde 3’ün çok daha gerçekçi olacağını düşünüyorum. 2025’te yüzde 4.5’ten daha yüksek bir büyüme ise mümkün görünüyor. 2026 için de aynı şeyi söylemek mümkün, eğer ki küresel bir krizle karşı karşıya kalmazsak. Zira küresel ekonomide yapısal sorunların giderilemediği görülüyor.
KİŞİ BAŞINA GELİR NASIL 14,855 DOLAR OLABİLİR?
Şimdi zurnanın zırt dediği noktalardan birine gelelim. Dolar kuru ciddi oranda artacak, bu süreçte en az 2025 ortalarına kadar ekonomi soğutulacak, ihracat öyle sanıldığı gibi patlamayacak ve kişi başına gelirimiz 2026 yılında 14,855 dolar olacak! Bu değirmenin suyu nereden gelecek? İşte size cevap verilmesi hiç mümkün olmayan bir soru. Eğer ki, aritmetik olarak bile hayal gücünü zorlayan 1.3 trilyon dolarlık bir GSYİH büyüklüğüne inanmak istiyorsanız o başka tabii... En azından üç yıllık bir süreçte hiçbir değişken böyle bir rakamı teyit etmiyor. Hedef koymak güzeldir, ama hayal görmek, hele hele ‘aç tavuk kendini darı ambarında zanneder’ cinsinden rakamlar telaffuz etmek pek anlamlı görünmüyor. Hele ki şu krizden nasıl kurtulacağımızı bile öngöremediğimiz bir dönemde.
CARİ AÇIK DA REVİZYON GEREKTİRİYOR
Türkiye ekonomisinin en önemli yapısal sorunlarından biri dış ticaret dengesi, yani ihracatın ithalatı karşılama oranı... Şunu belirtelim, bu soruna karşı OVP’de altı çizilen ‘sanayide ürün bazlı yatırım yol haritaları’ başlığında, çözümler üretileceğini varsayıyorum, yani bir çaba olacağı kesin. Ancak bu yapısal dönüşüm, yani ihracat sektörüne yönelik aramal üretiminin ülke içinde yapılabilmesi ve yurtdışı ÜFE’den daha az etkilenen ve kâr marjı daha yüksek bir ihracat, öyle bir-iki yılda ulaşılması mümkün bir hedef değil. Siz buna, küresel ticaret ikliminin 2024 yılında oldukça zorlu geçeceğini de ekleyin. Bitmedi, bir de enerji fiyatlarının bu sonbahardan itibaren daha da artacağı beklentisi var. Bu sebeplerle, cari açık için belirlenen oranların biraz daha yüksek olması gerektiğini düşünüyorum. Burada iki değişken zorlanabilir, biri tüketim mallarının ithalatının azalması diğeri ise yeni ihracat pazarlarının bulunması... İkisi de mümkün, ama yine de yetmez!
YAPISAL DÖNÜŞÜME İLİŞKİN HER SÖYLENEN DOĞRU AMA...
Böylesi bir programda rakamlar arasındaki çelişkilerin bu denli çok olması can sıkıcı... Ama buna takılmayalım, hepsi revize edilmeye mahkum ve mecburen edilecek, peki asıl mesele, yani Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir bir kalkınmaya yönelmesi için gerekli reformlar ne olacak? İşte bu konuya ilişkin OVP’de derli toplu bir yaklaşım var. Bunu ben ya da biraz ekonomiyle ilgilenen hemen her yurttaş, kafasını toplayıp masaya oturduğunda bir solukta yazabilir. Sayayım: Yargı sisteminin bağımsızlaşması, adil bir vergi sistemi, kamu harcamalarının denetimi, sanayide ürün bazlı yatırım yol haritaları, bürokratik ve hukuki öngörülebilirlik, düşük karbonlu ulaşım ve nakliye ve diğerleri... Eksik bir şeyler var değil mi ve çok önemli! Söz gelimi, baştan sona bir eğitim-öğretim sistemi değişikliği bunlardan biri... Bir diğeri ondan da önemli, tarım sektörünün planlı biçimde yeniden yapılandırılması, demografik, coğrafi ve iklim krizi temelli tarım politikalarının oluşturulması... Daha da var da, olmazsa olmazlar işte bunlar. Ve bunların hepsi programda var, belki bazılarına yeterince vurgu yapılmamış, ama o da yapılır. Buraya kadar tamam, ya sonra!..
BU REJİMLE OLMASI ÇOK ZOR
Mesele bu yapısal reformların hayata geçirilmesi için gerekli liyakata sahip insan kaynakları, finansal kaynaklar ve aslına bakarsanız buna uygun bir siyasal rejim. İşte bu üçü de şu anda yok! Kleptokrasi ve nepotizmle anılan bir iktidarın böylesi reformları hayata geçirmesi için baştan sona kendisini bir yapısal reforma tabi tutması şart! Yine tek adam rejimi ve parti devleti anlayışıyla, her sektörde paydaşların onayı ve desteğiyle hayata geçirilmesi bile zorlu olan bu yapısal reformları, bugün olduğu gibi yandaş paydaş, taraflı bürokrasi ve teknokratlar, şirket kayırmaları, ihale yolsuzluklarıyla bir arada götürmek mümkün mü, hayır imkansız.
Tekrar belirteyim, OVP’de yer alan tüm yapısal reformların yapılması şart ve bu gerçekleşirse, Türkiye gerçekten de çağ atlayabilir. Yapacak insan ve ortam bulmak zor olanı!
IMF’E GÖZ KIPRMA HAMLESİ SONUÇ VERECEK GİBİ...
Mehmet Şimşek’in, yani Londra piyasası ve Körfez sermayesinin sevilen isminin bakan, yine Körfez’in tercihi Hafize Gaye Erkan’ın TCMB Başkanı olması, Para Piyasası Kurulu’na (PPK) yapılan son atamalar, ABD, AB ve NATO’ya şirin sözler, IMF ve Dünya Bankası ile gizli görüşmeler ve yandaş medyada artık anti-emperyalist masallar anlatmak yerine ‘dünyanın gerçekleri’nden dem vuran konuşmalar... Ve buna da uygun bir orta vadeli program. 2024 yılında IMF ile masaya oturulması çok mümkün, hatta bir zorunluluk gibi görünüyor. Dünya Bankası zaten şimdiden 18 milyar dolarlık bir ek desteği gündeme getirdi bile. Hükümete doğrudan kredi vermek ve özel sektörü desteklemek için ek bir paket gündemde...
Şimdi Türkiye’nin önünde çok ciddi bir makas değişimi var, bunu hızlı yaparsa dış politikada çok ciddi sorunlar bizi bekliyor, yavaş yapar ve idareli gider, hatta bir de ‘tahıl koridoru’nda olduğu gibi ya da Ziraat Bankası üzerinden Rusya ile Batı arasında bir ödeme sisteminin hayata geçirilmesi gibi, iki kutup arasında bir arabulucu rolünü devam ettirebilirse, elimiz daha rahat olabilir.
İKTİDAR SİYASİ MANEVRALARA MECBUR
Gördüğünüz üzere her cümlenin başında ya ‘eğer’ ya da ‘bir revizyon olması kaydıyla’ gibi sözler kullanmak gerekiyor. Birikmiş sorunları kriz sürecinde çözmek gibi bir meseleyle karşı karşıyayız. Bunun için aynı zamanda siyasi reformların da yapılması şart. Siyasi İslamcı ve aşırı sağcıların iktidarı bugüne kadar kutuplaştırmayla, baskıyla beslendi, ama bu sadece sandıkta işe yarıyor, ekonomik krizin çözümü içinse gerekli olan demokratik bir ortam. O şimdilik yok, istekleri de yok, ama mecbur kalma ihtimalleri var.