Paris Jeu de Paume'daki Albert Renger-Patzsch fotoğrafları, yabancılaşmanın bereketiyle dolu. Modernliğin bulantısını barındıran kareler, akla karayı seçtiğimiz şu yeni yıl arifesinde insanı kendinden tahliye edip, ötekine buyur ediyor.
Yılın son günü kadar ağır bir yazı yazmaya gerek var mı ? Ya da, akşamdan sızma, neredeyse kendine çatlayacak kelimelerinizin ağız kokusu ile, herkese işkembeden attığınız, hafife aldığınız bir diğer yazıyı ezişe - büzüşe okumaya? Bunlar muğlak, ama yazıldıkça mübah, mutlak, müstahak sorular...
Her yeni yıl hepimizin başı ve sonuna gelen malum 'yeni yıl bulantısı', telaş ve muhasebe hissi, önümüzdeki ve arkamızdaki arasında kalmış sıkışıklık halimiz, elime yeni geçen bir kitap ve halen zihnimde pozlanmayı sürdüren 'eski' bir sergiyle eşzamanlı sürüyor.
Fransa'nın başkenti Paris'teki çağdaş sanat kurumu Jeu de Paume'da yer alan 'Şeyler' isimli fotoğraf sergisi, 21 Ocak'a değin izleyiciyi kendine çekerken, kitabevi vitrinlerinde ise Emel Binbirçiçek Akdeniz'in 'Sartre'da Yabancılaşma Fenomeni' kitabı, Pales Yayınları etiketiyle öne çıkıyor.
'Şeyler'in fotoğrafını, Albert Renger-Patzsch çekmiş. Almanya'da, 1920'lerin ortalarında beliren 'Yeni Objektivite / Tarafsızlık' akımı, onun kadrajından sorulmuş. 45 yılı aşan kariyerine, ışık ve gölgeyle tütsülü siyah - beyaz doğa ve modernlik 'resimleri' sığdırmış, Renger - Patzsch.
Belgesel genetikteki karelerinde göze çarpan teknik yeterlik ve itina, kapasitesini dönemin bilimsel heyecanı ve icat zenginliğinden edinirken, 1847 - 1966 arasında yaşamış sanatçı, yine aynı kompozisyonlarında, adeta bir ressamın duyarlığını gözetmiş. 'Bitkiler Dünyası' ve 'Orkideler'in (1924) yanında, egzotik - yabani varlıkları, grafik bir kaygıyla belgeleyen Renger-Patzsch, özneler kadar, nesneleri de kayırmış, ölümsüzlüklerinden yana (tek) göz yummuş.
1924'te 'Bitkiler Dünyası' için yazarken, görüntülediği varlık ve nesnelerde biçim, yapı ve maddesel unsurların doğanın karakterini nasıl şekillendirdiğine atıfta bulunmuş Albert Renger-Patzsch. Gerçekçilik, tarafsızlık ve doğallığı harmanlarken, hakikati de olabildiğince estetik ve biricik kılmak adına, müthiş kompozisyonlara imzasını bırakmış.
Bu fotoğraflara günümüzde hayran kalmak, kuşkusuz onları kâğıda 'basılmış' ve 'yaşlanmış', olgun imgeler olarak tecrübe etmemizle de ilgili olabilir. Küratörlüğünü Sergio Mah'ın üstlendiği etkinlikte, sanatçının Almanya Ruhr - Essen endüstri bölgelerinde, erken 1930'larda çektiği mimari ve grafik yoğunluklu işleri de yer almakta. Bunlar, Dünyayı dönüştüren Modernlikle yüzleşen bir bireyin de ilk gözlemleri gibi.
Yine sergide, kendisinin 1928 tarihli, 'Dünya Güzeldir' / 'The World is Beautiful' dizisinden türlü nesneler de, tarihsel ve mekanik bir dönüşüm skalasıya izlenmekte. Mimarlık, manzaralar, insanlık, hayvanlar âlemi ve nice unsur, hep bu serginin gözdeleri.
Renger-Patzsch, kariyerinin son halkasını, 1962'deki 'Ağaçlar' ve 1966'daki 'Kayalar' ile zirveye taşımış adeta. Kompozisyonları, doğadan da, insandan da alabildiğine kaçmayı başarmış, isimsiz nice yerde kök salmış, bambaşka boyutlarda kendini bulmuş, bırakmamış, tutunmuş.
Bugün artık 'şıp' diye çekip, 'tıp' sildiğimiz fotoğraf, vaktiyle belki de bu yüzden gördüğüm gördük bir vakurluktaymış. Fotoğraf, vaktiyle Dünyaya yabancılaşmayı daha iyi başarıyor gibiymiş. Çünkü fotoğrafları çeken kişiler, neredeyse gerçekten 'gördüklerine inanamıyor' oldukları için tam da o inanılmazlığa şahit olmayı başarabilmiş.
Karelere bir de buradan bakın, vaktiyle aynı kitabı Karakoyun Yayınları'nca da basılmış Emel Binbirçiçek Akdeniz ne diyor:
"Simone de Beauvoir'ın belirttiği gibi, 'Kendini arayan kimse yitirir; ama yitirirken de kendisini bulur.' Sartre bundan dolayı, ontolojik durumdan ben sorumluyum, ben başkası için oluştan sorumluyum, ben bu varoluşun doğuş noktasıyım diyerek, 'Özgürlüğüm ve seçimlerim, hatta bunu belirleme açısından da ben sorumluyum,' düşüncesini temel alır." (s.95)
Karşılarına dikildiğimiz Albert Renger-Patzsch fotoğraflarında, bu sorumluluğun o yaban sahiciliği yok mu? Bir Babun'un yüzüne, bir Orkide itinasına, bir kar manzarasına, bir yılan kesinliğine, bir dalın çıplak inadına 'çarptığımızda' da aynı yabancılaşmanın 'soğuk düş' etkisini hissetmiyor muyuz?
Akla kara arası, yeni yıla eski bulantı iyidir. İnsanı kendinden tahliye edip, ötekine getirir.