Masamda bir süredir elimden bırakamadığım bir araştırma kitabı var: Yaklaşan Dalga Teknoloji, Güç ve 21.yüzyılın En Büyük İkilemi (Michael Nhaskar, Mustafa Suleyman, Doğan Kitap, çev: Omca A. Korugan).
CNN’den Economist’e, Bloomberg’den Financial Times’a dek birçok prestijli kuruluş tarafından yılın kitabı olarak seçilen bu samimi anlatı, yapay zekâ teknolojilerinden yola çıkarak, dijital ve teknoloji devriminde, insanlığın neredeyse tanrısal özellikler elde ettiği bu dalgada, kıyamet ve distopya arasındaki dar yolda nasıl yürünebileceğini ele alıyor. Mükemmel bir çeviriyle de Türkçeye kazandırılmış.
Benden tamamen farklı nesil kodlarının içine doğan kızımı dijital dünyayla yaşıtlarına kıyasla oldukça geç bir yaşta tanıştırdım. Hatta birçok akranı çok erken yaşta ekran bağımlısı haline gelmişken, kızım televizyonun açık olduğu ortamlarda başını başka yöne çevirir; oyun oynar; masa başı etkinliklere yönelir; kitap okur veya yapboz çözerdi.
Ekrandaki yoğun uyaranlardan uzak durdukça dikkat süresinin ve okuma tutkusunun gelişmesini, pandemiye rağmen bu konudan taviz vermemeye borçluyum; zira nöro-biyolojik açıdan çocukların yaşamlarının ilk yıllarında karşılaştıkları uyaranların çözümlenmesinde üç boyutlu dünyanın bir alternatifi olmamalıydı.
Birçok arkadaşım o dönemde beni “geri kafalı” olmakla, çocuğun “dijital okuryazarlığını” erken yaşta engellemekle itham etse de bu konuda kararlıydım. Zira dijital okuryazarlık denen şey, bilişsel açıdan olgun bir yaşa geldiğinde çocuğa İnternet’in ve dijital araçların doğru, denetimli ve etkin şekilde kullanımını içeriyordu; erken yaşta kontrolsüz şekilde, sırf çocuk karnabahar yemeği yesin veya bakıcı biraz daha “kafa dinlesin” diye mama sandalyesinde önüne konan cep telefonu ekranıyla böyle bir okuryazarlık zaten sağlanamazdı.
Bu alışkanlığı edinmesinde, karşısında dijital araçları kontrollü şekilde kullanmamın ve yanında düzenli olarak kitap okumamın etkisi oldu. Hatta bir dönem bazı arkadaşları hayat gayesi olarak “K-pop yıldızı” olmak isterken, kızım “yazar” olmak istediğini söylüyor; henüz yedi yaşındayken küçük denemeler yazıyordu.
Çocuklardaki ekran bağımlılığının birinci sebebi, rol model olarak aldığı yetişkinlerdeki ekran bağımlılığı... Şarjının bitmesinden ödü kopan, sosyal medya hesabına gelen bildirimleri sürekli kontrol etmekten çocuğuyla sağlıklı ve kesintisiz iletişim kuramayan ebeveynler, bir anlamda kendi küçük versiyonlarını yaratıyorlar zaman içerisinde…
Çocuklarda ekran bağımlılığı ve sosyal medyaya maruziyet konusunda Batılı gelişmiş ülkeler bir süredir ciddi bir beyin fırtınası yürütüp yasal girişimlerde bulunuyorlar; ekran süresi tavsiyelerini güncelliyorlar. Çünkü zaten çok kısa olan dikkat süresinin ekran gibi yoğun bir uyaran karşısında daha da kısalması, bu ülkelerdeki çocukların da bilişsel becerilerinde ciddi gerilemelere yol açıyor.
Instagram, 18 yaş altı kullanıcılar için içeriklere erişim ve diğer kullanıcılarla etkileşim konusunda yeni kısıtlamalar getirdiğini birkaç gün önce duyurdu. Kurallar Türkiye'de de Ocak ayından itibaren geçerli olacak. Buna göre, çocukların hesapları otomatik olarak gizli olacak; sadece kabul ettikleri takipçiler, paylaştıkları içerikleri görebilecek ve ancak bu şekilde etkileşime geçebilecek ve mesajlaşabilecekler. Çocukların “Keşfet” ve “Reels” alanlarındaki içerikler filtrelenecek, kozmetik ürün reklamları veya dövüş videoları gibi hassas içerikler karşılarına daha az çıkacak. Her gün 1 saati aşan kullanıcılara ise uygulamadan çıkmaları yönünde bildirim ulaştırılacak; akşam 10 ila sabah 7 arasında bu hesaplar “uyku” haline geçerken, bildirimler bu süre zarfında sessize alınacak. Bu sırada da ebeveynlerin çocukların sosyal medya kullanımını denetlemesi teşvik edilecek. Tüm bunlar, bir süredir Meta’nın çocukların dijital güvenliğini sağlayamadığı konusundaki ciddi eleştirilere bir yanıt niteliğinde.
Ülkeler de bu konuda boş oturmuyorlar.
Avustralya hükümeti, bu yıl sonuna kadar kabul edilmesi beklenen yeni yasada, çocukların sosyal medya kullanımını yasaklamak üzere çalışmalarını sürdürüyor. Yaş limiti henüz netleşmese de, sosyal medya kullanımının 14 veya 16 yaşına kadar çekilmesi planlanıyor. Sosyal medya sitelerine girişte yaş doğrulama teknolojilerine yatırım da hükümetin planları arasında. Ancak bu yasağın delinmesi için “arka kapılar” bulunacağı kesin.
İsveç Kamu Sağlığı Kurumu ise, çocuklar için ekran süresi tavsiyelerini kısa süre önce güncelledi ve 2 yaşından küçük çocukların TV de dahil olmak üzere ekran karşısında hiç vakit geçirmemesini, 2-5 yaş aralığının günde en fazla 1 saat, 6-12 yaş aralığının en fazla 1-2 saat, 13-18 yaş aralığının ise en fazla 2-3 saat ekran kullanmasını önerdi. İsveç ayrıca teknoloji şirketlerinden, çocukları ekranları sonsuz ekran kaydırmaya maruz bırakmamaları ve tehlikeli içerikleri önlerine sürmemeleri için algoritmalarını değiştirmelerini talep ediyor.
İsveç Sosyal İşler ve Kamu Sağlığı Bakanı Jakob Forssmed, bu girişimi savunurken, “Kontrolü yeniden ele almamız gerekiyor. Çocuklara farklı bir çocukluk sunabileceğimizi göstermeliyiz,” diyor.
Bakan, böylelikle ailelerin çocuklarının fiziksel aktiviteleri, sosyal ilişkileri, dersleri ve uykuları arasında denge kurmalarına olduğu kadar sağlıklı alışkanlıklar edinmelerine destek olmak istediklerini söylüyor. Yani bir anlamda İsveç hükümeti, çocukların yaşantılarında dijital disiplin sağlanmasında ebeveynlere ve bakımverenlere rehberlik ediyor.
İsveç’te uzun zamandır “uyku krizi” gibi endişe verici bir trend var: Dijital cihazların yüksek yoğunluklu kullanımı sonucunda çocukların uyku kalitesi bozuluyor; 15 yaşındaki çocukların yarıdan fazlası, yeterince uyuyamıyor ve bunun birincil sebebi olarak ekran bağımlılığı gösteriliyor.
Benzer tavsiyeler, ABD, İrlanda, Kanada ve Fransa’dan da son dönemde gelmeye devam ediyor.
Hatta Fransa bu konuda en sıkı tavsiyelerde bulunan ülke… Öyle ki, 3 yaş altı çocukların ekran karşısında bir saniye bile geçirmemesini öğütleyen Fransa’da, bu konuda Nisan ayında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un talebi üzerine bir rapor da yayımlandı. Raporun başlığı, Marcel Proust’un hayatının son 14 yılında yazdığı ve 20’nci yüzyıl edebiyatının en büyük eserlerinden kabul edilen Kayıp Zamanın İzinde adlı romana göndermede bulunuyor: “Çocuklar ve Ekranlar: Kayıp Zamanın İzinde”.
Her ne kadar ebeveynler yanlarında telefon olmadığında çocuklarına okulda acil durumda ulaşamamaktan yakınsalar da, ABD çapında birçok eyalette okul sırasında cep telefonu kullanımına dair yasaklar devam ediyor. Geçen sonbaharda ABD’de -Kaliforniya ve New York- dahil birçok eyalet, Instagram ve Facebook’un sahibi olan Meta’yı, çocuklara zarar verdiği ve kasıtlı olarak ekran bağımlılığı yapan özellikleri kullandığı için dava etmişti. Ocak ayında ise Meta, TikTok, X ve diğer sosyal medya şirketlerinin CEO’ları, Senato önüne çıkarak platformlarının çocuklara verdiği zararlar konusundaki iddialara dair savunmalarını gerçekleştirmişti.
Bir yandan da Barbie logolu kapaklı telefonun çıkması gibi “sinyaller”, yeni nesilde dijital dünyadan kopuş eğilimine veya isteğine de işaret ediyor. Dolayısıyla doğru stratejiler ve araçlarla hareket edildiğinde aslında ekran bağımlılığına karşı mücadelede işbirliğine ve dijital alışkanlıklarını dönüştürmeye yatkın bir nesille karşı karşıyayız.
Peki yasaklar ne kadar etkili? Sırf bir çocuğa dijital cihazlara erişim yasağı veya kısıtlaması getirdiğinizde onun bilişsel ve fiziksel gelişimini de otomatik olarak güçlendirmiş oluyor musunuz? Elbette hayır.
İşin sırrı belki de “Akıl açısından kötümser, irade açısından iyimserim” diyen Antonio Gramsci'nin izinden gidebilmekte ve aklın kötümserliğini iradenin iyimserliğiyle telafi etmekte gizli…
Okulların öğrencileri açık hava etkinliklerine teşvik etmesi, müfredat dışı aktiviteleri çeşitlendirmesi, ailelerin de çocuklara rol model olurken ekran bağımlılığından kurtulması önemli. Ayrıca çocukların sosyal medyada konuştukları, tartıştıkları konuları rahatlıkla konuşacakları özgür mecraların “analog dünyada da” yaratılması, bu geçiş sürecini kolaylaştırıyor.
UNESCO’nun geçen sene yayımladığı Küresel Eğitim İzleme Raporu’na göre, dijital teknolojiler eğitim süreçlerini güçlendirip yeni öğrenim ortamları yaratsa da, çocukların sosyalleşmesi ve gerçek yaşamda öğrenme süreçleri açısından büyük zarar getirdi. Rapor, ayrıca dijital araçlar üzerinden nefret söyleminin ve dezenformasyonun yaygınlaştığına, çocukların kişisel verilerinin ise ticari amaçlarla kullanıldığına dikkat çekmişti.
UNESCO, sınıfta öğrenim sırasında akıllı telefon kullanımının öğrenimi sekteye uğrattığına da dikkat çekiyor. Hatta öğrenciler ekrana bakmasalar da, sürekli bildirim gelen bir mobil telefonun ders sırasında yakınlarında olmasının dikkatlerini ciddi şekilde dağıttığı da, rapora dahil edilen bir bulgu...
JAMA Pediatrics isimli bilimsel bir dergide 2023 yılı Ağustos ayında yayımlanan ve Japonya’da 7097 anne ve çocuğun incelendiği makalede ise, çocukların ekran maruziyeti süresi ile gelişimsel gecikmeler arasında potansiyel bir bağlantı bulundu. Buna göre, 1 yaşındaki çocukların daha fazla süre ekrana maruz kalmasının, 2 ve 4 yaşlarında iletişim ve sorun çözme becerilerinde gelişimsel gerilemelere yol açtığı kanıtlandı.
Estonyalı bilim insanları, 400’ün üzerinde ve yaşları 2,5 ila 4 arasında değişen çocuğun ebeveynleriyle ekran kullanımı ve dil becerileri üzerine uzun süredir yaptıkları bir araştırmayı 12 Eylül günü yayımladı. Buna göre, ebeveynleri çok uzun süre ekran başında kalan çocukların sözcük dağarcıklarının, gramer bilgilerinin ve konuşma becerilerinin akranlarına göre daha zayıf olduğu ve video oyunların çocukların beyin gelişimi üzerinde ciddi negatif etkiler doğurduğu ortaya çıkarıldı. Yani ebeveynler ve bakımverenler olarak davranışlarımız, etkileştiğimiz kişilerin zihinlerini şekillendiriyor. Dolayısıyla omuzlarımıza da ciddi bir sorumluluk yükleniyor.
Benzer şekilde, Frontiers in Developmental Psychology isimli bilimsel dergide yayımlanan araştırma, çocukların yaşamlarının ilk yıllarında ebeveynleriyle yüz yüze, göz göze, sözlü etkileşimin öneminin büyük olduğunu ve ebeveynlerin çocuklarına “ayna” olduklarını kanıtlar nitelikte. Yani, yemek sofralarında dijital ekranların çatal, bıçak kadar “normalleştirilmesi” değil, tam tersine, ebeveynlerin çocuklarıyla dil temelli ve “offline” oyunlar oynaması, beraber kitap okuma seansları yapmaları “yeni normal” olmalı.
Ne de olsa, Mark Zuckerberg’in bile çocuklarına ekran kullanımında ciddi kısıtlamalar getirdiği bir dünyadan söz ediyoruz.
Önümüzde sayfalar dolusu bilimsel makale, yıllar süren bilimsel araştırma, onlarca hükümetin sosyal medya ve dijital araçları sınırlandırma ve çevreleme girişimi, beraberinde birçok yasak ve tavsiye var.
Prost’u yeniden anarsak, “Mesele kaybolmak değil, yolunu tekrar bulamamak…” Evet, dijital dünyaya kontrolsüz bir şekilde açık kaldıkça kaybolan bir çocukluk var, ama yolumuzu yeniden bulmak için de hepimizin aklı, sağduyusu, bilgisi ve deneyim paylaşım imkânı var.
Hükümetlerin dijital dünyanın zararlarına karşı getirdiği sınırların yanı sıra ebeveynler ve bakımverenlerin de alternatif çocukluk deneyimlerinde çocuklara eşlik etmeleri, onlarda yaratıcılık, sosyal beceriler ve dil gelişimini teşvik edecek gerçek zamanlı aktivitelere yönelmeleri ve çocuklarda dijital okuryazarlığı güçlendirecek eğitimleri okul ekosistemiyle birlikte sürdürmeleri gerekli.
Yasaklar da, başıboş bırakmak da çözüm değil. Ama çocukların gelişimsel süreçleri, dijital dünyadaki hakları ve korunmaları arasında doğru denge kurulması şart.
Michael Nhaskar ve Mustafa Suleyman imzalı kitapta belirtildiği gibi: “Değişim, insanlar talep ettiğinde gerçekleşir. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun, herkes fark yaratabilir. Esas olarak ne teknoloji uzmanları ne de hükümetler bu sorunu tek başına çözebilir. Ama “biz”, hepimiz birlikte, belki çözebiliriz.”
Yazarlar, bunun için “dizginleme” stratejisini öne sürüyorlar. Yani teknolojinin demokratik ulus devletler tarafından gerekli düzenlemeler, daha iyi teknik güvenlik, daha iyi yönetişim ve hesap verebilirlik eşliğinde kullanılması, toplumların norm ve alışkanlıklarıyla, güç ve bilgi ilişkileriyle eş zamanlı olarak “dizginlenmesi” gerekiyor. Yoksa bu teknolojik dalganın sunduğu tüm bolluk, bizi yok edebilir.
Ne dersiniz? Biz, birlikte bu işi dizginleyebilir miyiz? Çocukların iyi olma hali, bilişsel ve fiziksel gelişimi, akademik performansları, dil becerileri, sosyal yetileri, bugünleri ve yarınları için… Yapabileceğimize inanıyorum.