Geçtiğimiz hafta ekonomik reform paketi açıklandı, ondan önceki hafta da gençlerin, kadınların neredeyse her gün gözaltına alındığı bir süreçte insan hakları alanında afili cümleler eşliğinde eylem planı, yeni bir lütufmuş gibi önümüze serildi. Böylece AKP iktidarına karşı etkili bir hamle, adeta muhalefetteymiş gibi davranan AKP’den geldi. 19 yıllık iktidarın olanca yıpranmışlığına, pandeminin ağır etkilerine rağmen oyu hala yüzde 30’larla ifade edilen bir parti, ayağa kalkma hamlelerini, sanki bunca zaman muhalefetteymiş de iktidara gelince krizlerden nasıl kurtulacağımızı peşi sıra açıklayarak yapıyor. Çok partili hayatımızın en uzun, kesintisiz başta olma rekorunu kıran parti, tıkanmışlığı en iyi bildiği siyaset üzerinden açmaya çalışıyor ve rasyonelliği belirsiz vaatler satıyor. “Geçen 19 yılda, ekonomik reform paketlerindeki, insan hakları eylem planındaki onca maddeyi neden hayata geçirmediniz, kim engelledi sizi” sorusunu aklına dahi getirmeyen, lider aidiyeti güçlü, kapitalizmin en vahşi özelliklerinden olan ahbap-çavuş ilişkisi çerçevesinde, her an sistemden nemalanma beklentisi diri tutulmuş, kemikleşmiş bir seçmen kitlesinin varlığı AKP’nin temel alemetifarikası. Siyasal, sosyal ve ekonomik yaşanmışlıklara rağmen sorgulamayı gönüllü olarak pas geçmiş, 80’lerden sonra yaşamımıza giren Türk-İslam sentezinin 2020’lerdeki mükemmel versiyonuna inanmış, inandırılmış kitledir iktidarı yaşatan.
Elbette bu demek değil ki sistem tıkanmadı. En nihayetinde anketlerde yüzde 49’lardan 30’lara inen bir oy oranı var, ancak bu rakama hiçbir muhalefet partisi henüz ulaşamadı. Muhalefet partilerinde yüzde 25’i aşabilen ve bunu aşmak için de çaba gösteren bulunmazken AKP, yeni çırpınma ve krizden çıkma girişimlerini önümüze sürüyor. Çünkü AKP’ye karşı etkili muhalefeti yine AKP yapıyor. İktidar mağrurluğuna rağmen; 5 yıl önceki FETÖ darbesinden, 25 yıl öncesinin ikna odalarından, 45 yıl öncesinin yağ kuyruklarından, 85 yıl öncesinin tek parti uygulamalarından en iyi mağduriyet kanallarını yaratmayı başarıyor. FETÖ’nün en çok palazlandığı yılların AKP dönemi olması da önemli değil, zira Fikret Kızılok’un “Süleyman hep Başbakan, Başbakan Süleyman” şarkısında olduğu gibi “AKP hep mağdur, mağdur AKP.” Muhalefetin yaşadığı olanca baskılara karşın, mağduriyet silahına etkili biçimde sarılmamış olması bu alandaki boşluğu da yine iktidarın doldurmasına neden oluyor. Muhalefet; HDP’siyle, CHP’siyle “dik duruyoruz” mesajı verme adına, sözgelimi Dolmabahçe tutanaklarını açıklamıyor, Adalet Yürüyüşü gibi herkesi heyecanlandıran eylemlerden imtina ediyor. İlk seçimde gidiyorlar inancı neredeyse hiçbir alanda söz sahibi olmama, radikal olarak nitelendirilebilecek her hareketten kaçınmayı beraberinde getiriyor.
Bu da tuhaf bir biçimde Ayasofya gibi bariz bir meselede dahi sessiz kalabilme anlamına geliyor. Ayasofya Cami imamının neredeyse her hafta zırvalamaları “laiklik halkın şu anda gündeminde değil” mantığıyla pas geçiliyor. Nitekim imamın kadınlarla ilgili ipe sapa gelmez sözlerine ilk tepki CHP’den değil, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ve partinin kadrolu televizyoncusu Mehmet Metiner’den geliyor. Bu örnek ne ilk ne de son olacak. AKP hemen her toplumsal katmanla mücadele ederken, kendi içindekileriyle de eylemleriyle de mücadele ediyor, kimileri ayrılırken, kimileri gemiyi hiç terk etmiyor.
AKP’yi, yeri geldiğinde kendi kendiyle mücadele ederek yoktan mağduriyet yaratan bu anlayış ayakta tutuyor. Otoimmün hastalığı Lupus gibi bir parti AKP, bağışıklık sisteminin hatalı çalışması sonucu kendi hücrelerini yabancı madde olarak algılıyor ve vücut her seferinde bu saldırılardan güçlenerek çıkıyor. Sanki hiç iktidar olmamışlar gibi yaşananları eleştirmek sıklıkla başvurdukları yöntemlerden biri. İşin tuhafı genel, kim olduğu belirsiz, muallak bir sorumluyu işaret ediyorlar her seferinde, “AKP olarak biz sorumlu değiliz çevrenin talan edilmesinde, para peşinde koşan üç-beş insan suçlu.” Hatta muhalefet rolünü o kadar üstelenmiş durumda ki AKP, sokak röportajlarında sık sık ortaya çıktığı üzere, halkın önemli bir kısmı şaka gibi de olsa CHP’yi iktidar sanıyor.
Örneklerle meramımızı zenginleştirelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok sayıda demecinde bu anlayışı görebiliriz: “Vesayetçi zihniyetin en çok ihmal ettiği alanlardan biri de afetlere dayanıklı yapı inşaatıdır”, “Halkı sömürenden hesap soracağız”, “Eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor”, “Şu para var ya nelere muktedir. Bu kapitalizm nelere muktedir. Orman morman ne var ne yok kesiyor atıyor, götürüyor oralara dikey mimari, oradan da malı götürüyor. Yapılan iş bu. 'Doğa şöyle olmuş böyle olmuş' umurunda değil.”
Bu örneklerin hiçbiri elbette insan hakları eylem planı ve ekonomik reform paketi ayarında olamaz. 19 yıl içinde muktedir olmayı gayet başarabilmiş, CHP Lideri’nin “ne istediniz de engel olduk” itirafı yaptığı bir iktidar partisi, ancak sıkı bir muhalefet partisinin iktidara gelmesi durumunda yapacağı vaatlere sığınıyor, günü kurtarmaya çalışıyor. Üstelik bu vaatlerin temeli öyle 19 yıl öncesine falan da tarihlenmiyor, düpedüz yüzlerce yıl öncesindeki mücadelelere dayanıyor. İktidarı da muhalefeti de dizayn etme lüksüne sahip bir parti olarak AKP, “Dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın, herkes hukuk önünde eşittir” sözünü vermekte hiçbir beis görmüyor. Alevi evlerine X işaretleri konmuşmuş, Kürt meselesi olduğu yerde durmuşmuş, LGBTI bireyleri her fırsatta günah temsilcileri olarak sunulmuşmuş ne gam! Aynı şekilde on binlerce kamu aracının nasıl alındığını kimse bilmiyor gibi, “Kamuda taşıt alımı ve kiralanması temsil ve ağırlama gibi harcama alanlarını sınırlamalar getiriyor, bunların ayrıntılarını kamuoyuna duyuracak ve takibini de yakında yapacağız” diyebilme lüksüne sahip bir iktidar var karşımızda. 19 yılda 23 paket, sayısız “reform” açıklayan ve bunları asla hayata geçirmeyerek, son tahlilde hepimize “siyasetsiz”, rant ekonomisine dayalı bir ülke sunan iktidarla, iktidarın her an gideceğine inanan ve bu nedenle “siyasetsiz” kalmayı tercih eden muhalefet, bu hiçlik siyasetinin potasında paradoksal olarak birleşiyor.