Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlarının ardından Libya’daki sürece müdahil olması, ‘bizim Ortadoğu bataklığında ne işimiz var?’ tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Özellikle az sayıda muhalif, ama iktidarın ulusalcı çizgisini muhalefet adı altında başka biçimlerde içselleştiren, basın yayın organlarının uzun süredir meseleyi “İhvan destekçiliği” ekseninde, ama her şeyi aynı sepete boca eden, bölgedeki hassas dengelere odaklanma ihtiyacı hissetmeksizin, sekter bir dinsellik karşıtı çizgide ele almakta ısrar ettiği görülüyor. Bu tutumun daha solunda yer alanların ise benzer dinamiklerle ama farklı saiklerle eleştirel çizgiyi daha ileri noktalara götürmeye çalıştığına tanık olunuyor.
Bu son yaklaşım, AKP’nin içeriyle dışarı arasında fark gözetmeyen, dış politikayı iç politikanın bir aparatı haline getiren meydan okumasını aynen kabul edip buna misliyle mukabele ederek, “madem sen iç-dış ayrımı gözetmiyorsun ben de gözetmiyorum” modunda ilerliyor. Stratejik bir duruş geliştirerek defansı kendince sağlam bir noktada kurmaya çalışıyor. AKP politikalarını sistematik ve bütünlüklü bir muhalefet çizgisiyle göğüsleyip etkisizleştirmeyi hedefleyen bu yaklaşım, giderek otoriterleşen AKP iktidarına yönelik etkili muhalif çizginin ancak topyekûn bir reddiye çerçevesinde geliştirilebileceği naifliğine de düşebiliyor.
Arapların işlerine karışma ya da daha stratejik bir dille Ortadoğu’da çıkarlarını maksimize etme amacıyla gerçekleştirdiği AKP müdahalesine ilişkin tartışmalar, iktidarın baskısı ve düşük seviyeli tartışma ortamı yüzünden giderek sekterleşiyor. Hatta iktidar sahiplerinin seviyeyi kasıtlı olarak düşürerek meseleyi analitik bir bağlamda ve sistematik olmaktan uzaklaştırarak kendi iç çelişki ve tutarsızlıklarının koşullanmamış, zihni boş kitlelere ulaşmasının önüne geçmeye çalıştığı bile söylenebilir.
Tıpkı ekonomi gibi dış politikada da işin ahlaki yönü olduğu gibi fayda/maslahat boyutu da mevcut. Ve ahlaki zeminden yoksun maslahatçılığın giderek AKP’nin içinde debelendiği girdaba sürükleyeceğini fark etmeyen aymazlıkla meseleyi katı ideolojik zeminde algılayan zihinsel tutum arasında sıkışıyor tartışmalar. O nedenle AKP’nin yanlış ideolojik çizgisine işaret edip dış politikayı ya da herhangi bir politik meseleyi etikten ve moral değerlerden soyutlamaya çalışmak en az iktidarınki kadar sorunlu bir yaklaşımı teşkil ediyor.
Dil sertleşirken mesele muhtevasından boşaltılıyor, dış politikanın rasyonel bir temelde analiz edilmesi imkanı giderek yitiriliyor. Muktedir partinin yer yer acziyet içerisine düşen açılımlarına haklı itirazlar getirilirken mesele giderek seküler-dinsel ayrımını zeminleştiren toptancı bir vizyonun labirentlerinde yitiriliyor. Meselenin dinsellik olmadığı en azından salt dini bir perspektiften kaynaklanmadığı, İhvan’a ilişkin tavrın doğru ya da yanlışlarının ayrıntılarına girmek lüzumsuz bir uğraş addedilirken, at iziyle it izinin birbirine karıştığı atmosferde aklı selim heba ediliyor.
AKP’nin dış politikasına köklü eleştiri getirdiği halde, Mısır darbesini eleştirip Sisi yönetiminin baskıcı tutumuna tavır alanlar “İhvancılık”la damgalanıp etkisizleştirilirken AKP’nin Mısır ya da Arap coğrafyasının bir başka parçasında işlediği yanlışlara daha sahici eleştiriler getirme imkanı ıskalanıyor. Yaratılan kurgusal vizyonda, Kemalist ideolojinin tek parti döneminin kendi koşulları içerisindeki pasifist tutumun birebir günümüze taşınması savunularak Arap ve İslam dünyasıyla ilişki kurmanın bizzat kendisi kriminalize ediliyor, farklı bir zaman diliminde yaşadığımız gerçeği göz ardı ediliyor. Daha da kötüsü, başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmek yerine etik zeminde adil ve hakkaniyetli bir dış politikanın yürütülmesinin önüne aynı sekter tutumla setler inşa ediliyor.