Kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptıkları anketlerde önde görünen bir CHP var ama ortada Bold Pilot’a dönmüş bir CHP örgütü, Halis Karataş’a dönmüş bir Özgür Özel gören var mı? CHP’nin bir seçim daha kaybedecek takâti var mı?
Balıkesir, Bilecik, Kahramanmaraş, Gaziantep, İzmir, Aksaray ve en son Uşak’da traktörleriyle sokağa/karayoluna çıkan çiftçiler; Rize, Konya, Eskişehir, Yozgat ve Burdur'da maliyetin altında kalan fiyatları protesto eden çiftçilerin eylemleri; Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası üyesi işçilerin, Fernas ve Polonez işçilerinin eylemleri; sosyal medya platformlarında AKP’ye yönelik artan yurttaş tepkileri ve tutuklamalar; eğitim yılı açılırken ilkokullardan üniversitelere kadar yükselen homurtular; yolsuzluklar ve akıllara ziyan mafyöz ilişkiler; Cumhur-kardeşlerin yerle yeksan olan uhuvveti… ama hepsinden önemlisi ekonomik kriz ve onun bize yansıyan yüzü enflasyon. AKP İktidara geldiği 2002’den bu yana en zor günlerini yaşıyor.
Erdoğan’ın Malazgirt’te yaptığı konuşmadaki “Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır” sözleriyle bile sosyal medyada dalga geçilmekte; haksız da değiller. Erdoğan zırhlarını da yitirdi; artık her başarısızlığını, hatasını başarıyla başkasının üzerine atabilen bir Erdoğan da yok. Şartsız koşulsuz ona biat eden kitle de hatta “Erdoğan’ın g*nün kılıyım” diyen, “Erdoğan’a canım, karım kızım feda olsun” diyen, “Allah çocuklarımın ömründen alsın size versin diyen”, ona dokunmayı bile bir ibadet sayan ebleh sayısında bile bir azalma olduğu görülüyor. Erdoğan için yukarıda mavi gök çökmekte, altta yağız yer delinmekte.
Erdoğan’ın kendisini iktidara mahkûm ettiğini ve AKP’nin -özellikle 2017 Mayıs’ında Erdoğan’ın yeniden genel başkan olmasından sonra- tarihsel pik noktasına ulaşıp düşüşe geçtiğini yıllardır dilim döndüğünce söylemeye, yazmaya çalışıyorum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin bile hem Erdoğan’ın hem de partinin güçten düşmesiyle birlikte okunması gerektiğini iddia etmiştim. 2022 yılında da “Türkiye’de parlamenter sistemle başkanlık sistemleri arasında bir tercih tartışması yaşanm[adığını]; Türkiye’nin böyle bir sorunu[nun], bir tartışması[nın] asla ve kat’a [olmadığını] Başkanlık sistemi adı altında yürütülen tartışma[nın], Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ile yitirmeye, formel dayanaklarından mahrum kalmaya başlayan gücünü tekrar kazanma çabasından başka bir anlam da taşım[adığını]” dile getirmiştim. Ve yine daha önce de söylediğim gibi Erdoğan’ın “…iktidarın dışında bir siyasi yaşamı tahayyül edemediği için otoriterleştiğini söylemek daha doğru” -ki bu da, yeniden Cumhurbaşkanı seçilememesi, onun güçlü bir muhalefet lideri olmasına değil siyasal yapıdan tasfiyesine neden olacaktır. Nitekim hâlâ AKP’nin otoriterliğinin temelinde onun iktidarda kalmak istemekten çok gitmekten korkması, gitmeyi göze alamaması, iktidarın dışındaki bir durumu tahayyül ve tasavvur edememesi olduğunu düşünüyorum.
Evet Erdoğan bu tarihlerden sonraları da seçimler kazandı. Seçim başarıları da bu güçsüzleşmenin dışarıdan görülmesini zorlaştırdı. Bu güçsüzleşme 2019 Yerel Seçimlerinde biraz ama 31 Mart seçimlerinde ayan beyan görünür hâle geldi.
CHP, 14 Mayıs’taki travmatik yenilgiden sonra ciddi bir iç hesaplaşmaya gitti; parti kadroları, lideri de dahil baştan aşağı değişti. CHP kurultaydan kısa süre sonra gerçekleştirilen 31 Mart seçimlerinde kendisini bile şaşırtan bir başarı elde etti.
Evet Erdoğan her geçen gün gücünü biraz daha kaybetmekte; evet AKP “varlığı bir dert yokluğu yara” bir Erdoğan-Funclub’a dönüşmekte; evet 31 Mart Seçimleri Özgür Özel’e ciddi bir özgüven verdi ve evet, CHP yerel seçimlerde elde ettiği oyu bir sonraki genel seçimlerde de elde etmek için çabalıyor çabalıyor. Evet, evet, evet ama tüm bunlar Erdoğan ile Özel arasında, AKP ile CHP arasında bir “kapalı kaplar kanunu” olduğunu düşünmemize sebep olmamalı.
CHP, AKP’den umudu kesenlerin partisi olmaktan hâlâ uzak ve kamuoyu araştırma şirketleri her ne kadar CHP’yi birinci parti olarak gösterse de aradaki fark AKP’nin tüm devlet ve medya gücünü fütursuzca kullanarak kapatamayacağı kadar asla ve asla fazla değil.
31 Mart Yerel Seçimleri’nin hemen sonrasında Yöneylem’in 31 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasından 2.036 kişilik bir örneklem üzerinden yaptığı kamuoyu araştırmasında AKP yüzde 31,4, CHP ise yüzde 33,9 görünüyordu (fark 2,5). Temmuz ayında MAK’ın 6.150 kişilik bir örneklemle yaptığı araştırmada ise AKP yüzde 30,0, CHP ise yüzde 31,2 olarak ölçülmüştü (fark 1,2). ORC firmasının 23-27 Ağustos tarihleri arasında 4.500 kişilik bir örneklemle yaptığı araştırmada ise AKP yüzde 29,5, CHP, 31,7 olarak ölçülmüş. Sizi rakamlara boğmak istemem. Tabloyu yazıma koydum -ki zaten sizlerin de internetten rahatlıkla bulabileceğiniz veriler bunlar.
CHP’deki tüm yükselişe (CHP’nin yerel yönetimlerdeki başarısına, 14 Mayıs seçimlerinin travmasını üzerine atabilmesine…) ve AKP’deki tüm düşüşe (ekonomik krize, yolsuzluklara, yorgunluklara, kavgalara… ) rağmen AKP-CHP arasındaki fark 2-4 puan arası bir fark. AKP gittikçe gücünü yitirse de bu CHP’nin başarı hanesine yazılmıyor. Böylesi bir durumda CHP’nin erken seçim istemesi ne kadar ucuz mahalle kabadayılığı, ne kadar önü-sonu değerlendirilmiş bir politik strateji?
Tek nefeste, “AKP’den umudunu kesen tüm seçmenlerin adresi olduğunu” “CHP’nin toplumsal muhalefeti kendi etrafında organize ettiğini” “CHP’nin toplumsal muhalefetin dili, sözü olduğunu” söyleyebiliyor musunuz? Ben söyleyemiyorum. Kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptıkları anketlerde önde görünen bir CHP var ama ortada Bold Pilot’a dönmüş bir CHP örgütü, Halis Karataş’a dönmüş bir Özgür Özel gören var mı? CHP’nin bir seçim daha kaybedecek takâti var mı?