31 Mart Yerel Seçimleri'nde Erdoğan, beklediğinin çok altında bir başarı elde etti. Seçimlerden kısa bir süre önce genel başkan seçilen Özel ise bu seçimlerle birlikte koltuğuna rahat rahat oturabildi. Yaygın kanaat bu seçimlerin Erdoğan ve AKP için sonun başlangıcı olduğu, Özel’in CHP’si içinse tarihi bir başarının elde edildiği -Genel Başkan’ın tabiriyle- psikolojik cam tavanın yıkıldığı bir seçim olduğu yönünde. Elbette sadece bu son seçimlerin sonuçlarına odaklanıldığında manzara-i umumiye bu minvalde gibi görünse de ben AKP için “sonun başlangıcının” bu seçimlerde değil 2015 Haziran’ındaki seçimlerde kuvveden fiile geçmeye başladığını düşünenlerdenim.
31 Mart seçimleri, AKP’nin 2015 Haziran’ından bu yana görünür hale gelen tükenişini, 2015 Haziran- Kasım ayları arasında ülkede yaşananlara, Erdoğan’ın kişisel popülaritesiyle partiyi sırtlamasına, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CBHS) geçilmesine, Mühürsüz Referanduma vb. rağmen iktidarının artık sürdürülemez olduğunu, denizin bittiğini gösterdi bizlere. AKP 31 Mart seçimlerinde yenilmedi, aksine 31 Mart seçimleri, 2015 Kasım’ı da dahil girdiği tüm seçimleri kazanmasına rağmen gücü sürekli azalan AKP’nin bunu hiçbir siyasî operasyonla -hiçbir katakulliyle- gizleyemez hale geldiğini bize gösterdi; 31 Mart güneşin balçıkla sıvanamayacağını yüzümüze vurdu. AKP için sonun başlangıcı da HDP’nin uzun yıllardır bir “anti-Kürt kalkanı” gibi sistemin tepesinde duran yüzde 10 barajını artık rahat rahat aşabilecek bir parti olduğunu hem kendine hem de muhaliflerine ispatlamasıyla alenileşti.
Aslında 2015’e de bir anda gelinmedi. Süreci ana hatlarıyla şöyle özetleyeyim: Gezi Direnişi 2013 Haziran’ında başlar ve Ağustos sonuna kadar devam eder. Bu tarih Çözüm Süreci’nin (16 Aralık 2012) taşlarının döşenmeye başladığı, Mart 2013’te fiilî ateşkesin tesis edildiği tarihin hemen sonrasıdır. Hemen sonrasıdır ama aynı zamanda Çözüm Süreci ile Suriye’de 15 Mart 2011’den sonra şekillenen iç savaşın yollarının PYD-YPG üzerinden kesiştiği bir dönemdir de. 2014 yılına gelindiğinde tüm bunların üzerine (nihai hesaplaşması 15 Temmuz 2016’da görülecek olan) İslamcı Gülen Hareketi darbesinin taşları da döşenmeye başlanır. İşte 10 Haziran 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın beklenenin çok ötesinde oy aldığı seçimler ve peşinden 7 Haziran 2015’te Hükûmetin fiilen yıkılışı da tüm bu süreçlerin üzerine tuz biber eker.
Ben dilim döndüğünce 2022 yılının haziran ayında bu süreci şu şekilde özetlemeye çalışmıştım: “AKP, 7 Haziran 2015’te tek başına iktidar olma vasfını; 1 Kasım’a gelindiğinde ise artık 'güçlü bir ana muhalefet partisi' olma -kelimenin tam anlamıyla- 'şans'ını kaybetti; bu şansı elinin tersiyle itti. Haziran seçimlerinden sonra beklenen, Türkiye’nin Dördüncü Merkez Sağ (AKP) Dönemi’nden sonra Dördüncü Koalisyonlar Dönemi’ne girmesiydi; bu olmadı. Erdoğan resmî, hukukî bir koalisyon hükûmeti içinde yer almayı ya da ana muhalefete geçerek kendisine rağmen kurulacak bu güçsüz koalisyon hükûmetinin bir an önce yıkılmasını beklemeyi tercih etmedi, edemedi; hatta tahayyül dahi edemedi. Aksine, seçimlerin yenilenmesine karar almayı ve ülkenin doğusunda yaşanan (handiyse) bir iç savaşı yeğledi: Sistemin idarî yapısını dönüştürerek kaybolan iktidarını tahkim etti, devlet mekanizması içindeki yalnız/tek adamlığının altını çizecek idarî reformları (CBHS ve diğerleri) pekiştirdi, 15 Temmuz’daki İslâmcı darbe girişimini bir fırsat bilerek tüm muhalefeti tasfiye etmeye yöneldi ve tüm bunları da fiilî bir koalisyonla (Cumhur İttifakı) yapmayı, özetle bir millî şef replikası (CBHS) inşa etmeyi tercih etti. İşte bu süreç aynı zamanda, Erdoğan’ın kendisini iktidara mahkûm etmesinin de yolunu açtı. O yüzden bir seçim yenilgisi AKP için ne anlama gelecek, şimdiden tam olarak bilinmez; lakin bu yenilginin Erdoğan’ın siyasî hayatı için bir kırılma anlamına geleceği aşikârdır" yazmıştım. O zaman da Erdoğan’ın otoriterleşmesinin, AKP’nin iktidara çöreklenmesinin bir vaka olduğunu söylemiştim. Ancak benim ısrarla üzerinde durmak istediğim nüans, Erdoğan’ın iktidarda kalma iştiyakından daha fazla iktidardan gitme korkusunun -daha doğrusu bu ihtimali dışlamasının- onun otoriterliğini beslediği yönündeydi; hâlâ da öyle. Ve hâlâ bir seçim yenilgisinin Erdoğan’ın siyasal sistemden tasfiyesi, siyasetin dışına itilmesi anlamına geleceğini, Erdoğan’ın otoritesinin ve AKP otoriterizminin düşünüldüğünün aksine zayıf ve kırılgan olduğunu, bir güçten çok güçsüzlüğün tahkimiyle alâkalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bence -2022’de de yazdığım gibi- Erdoğan iktidarda kalmak için siyasal sistemi dönüştürmeye çalışmamakta, aksine, iktidarın dışında, muhalefette bir siyasi yaşamı tahayyül edemediği için otoriterleşmektedir -ki bu durumda yeniden Cumhurbaşkanı seçilememesi, onun güçlü bir muhalefet lideri olmasına değil siyasal yapıdan tasfiyesine neden olacaktır.
AKP’nin sistemden tasfiyesi 4 aşamada gerçekleşir: İlk aşama 2013’te Çözüm Süreci kapsamında fiilî ateşkesin sağlanmasıyla başlayan, Gezi Direnişi (2013) ile devam eden ve 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Selahattin Demirtaş’ın yüzde 9,76 oy almasıyla zirveye ulaşan mayalanma dönemidir. Bu dönemde AKP de Erdoğan da güçlerinin zirvesindedirler. Ama her şey 2015 seçimleriyle birlikte değişecektir. AKP hazirandaki seçimde tek başına iktidarı oluşturabilecek gücü kaybeder; Türkiye’nin önünde ya bir azınlık hükümeti ya da AKP’nin yanında bir başka partiyi alarak kuracağı veya AKP dışındaki partilerin bir araya gelerek kuracakları bir koalisyon dönemi durmaktadır. Ancak Erdoğan, güçlü bir ana muhalefet partisi olma seçeneğini bile elinin tersiyle iterek kendini iktidara mahkûm eder ve seçimlerin yenilenmesine karar verir. AKP’nin tasfiyesinin ikinci dönemi de bu aşamada başlar. Kasım ayında seçimlerin yenilenmesine karar verilir ve sona eren Çözüm Süreci ile beraber ülke kan gölüne döner. Ertesi yıl vuku bulacak 15 Temmuz Darbe girişimi ile AKP, yavaş yavaş toplumsal desteklerini yitirmeye başlar. 2017 Mühürsüz Referandumu ile hem parlamenter sistemden sözde başkanlık sistemine geçilerek başbakanlığın lağvedilmesi hem de Erdoğan’ın yeniden AKP Genel Başkanlığı’na gelmesi, AKP’nin tasfiyesinin üçüncü aşamasını oluşturur. Artık bir kurumsal yapı olarak, tabir-i caizse bir siyasi parti tüzel kişiliği olarak AKP yoktur. AKP, artık, Erdoğan’a bağlı, onun popülaritesi etrafında kümelenen insanlar topluluğu olmaya başlar. Erdoğan’ın artıyormuş gibi görünen “gücü” AKP’nin tasfiye edilmekte olduğu gerçeğini rahat rahat perdeler. Erdoğan’ın gücü, AKP ile değil, AKP’nin tasfiyesi ile tahkim edilir; daha doğrusu bu gerçek bu yolla örtülür, perdelenir, saklanır. Ülke artık hukuken değil ama fiilen bir koalisyon dönemine girer. 2019 Yerel Seçimleri ile hem Erdoğan yara alır hem de AKP kaybettiği büyükşehirler sebebiyle maddi kaynaklarını yitirir. 2023 Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de bu iklimle gelinir. Bu seçimler AKP’nin nasıl kazandığının değil, Millet İttifakı’nın nasıl kaybettiğinin açıklanmakta zorlandığı seçimler olarak hafızalara kazınır. 31 Mart Yerel Seçimleri ile AKP’nin tasfiyesinin dördüncü aşamasına gelinir: Malumun ilâmı aşaması. Bu dönem artık Erdoğan’ın Cumurbaşkanlığı’nın ve AKP devrinin sona ermesinin “tahayyül” edildiği, “umulduğu” değil, analitik olarak “düşünüldüğü”, “kurgulandığı” bir evredir. Bu dönem ne zaman sona erer. 2028’de yapılacak seçimlerde kişi kültü etrafında kümelenen bir zümre olarak AKP tamamen biter Erdoğan’ın siyasi hayatı da sona erer mi ermez mi şimdiden bir şey söylemek zor. Bunu söylemek zor olmasına zor ama Erdoğan’ın şapkasından yeni bir tavşan çıkartarak artık siyasi olarak bir mevtadan başka bir şey olmayan AKP’nin tasfiyesini önleyemeyeceğini söylemek de bir o kadar kolay: 2028’de Erdoğan ne yapıp edip 4. defa cumhurbaşkanı seçilse bile AKP’nin siyasal sistemden tasfiye edilme süreci, AKP’nin ANAP’laşma süreci devam edecek gibi.
Keyifli günler…