İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, 10 Nisan gece yarısına iki saat kala ilan edilen sokağa çıkma yasağı sonrası yaşanan kitlesel paniğin sorumlusu olarak istifa etmesi, hep yapay düşmanları yenmeye alışkın AKP’nin ilk defa gerçek bir düşmanla karşılaştığında yaşadığı krizin küçük bir sonucu. Elbette Erdoğan, Soylu’nun istifasını kabul etmeyebilir. Tüm bunlar bir "taktik" olabilir ama sonuç değişmiyor: AKP, ilk defa gerçek bir düşmanla karşılaşmış olmanın sancılarını yaşıyor.
AKP’nin iktidara iyice yerleşmeye başladığı 2006-2007 yılları sonrası icat ettiği en büyük politik silah, imal edilmiş düşmanlarla daimi savaş haliydi. Çoğunluğu seçimlerden hemen önce görünür olan bu yapay düşmanlar ihtiyaç duyulduğu an yenildi ve ardından zaferler ilan edildi.
Seçilmiş, belli bir hesaba, kitaba göre belirlenmiş, zaman ve çıkar ayarlı düşmanlar 2000’li yılların ortalarından itibaren sıklıkla değişti. Öncelik elbette Kürt hareketine verilecekti. Çünkü yeni devralınan devletin henüz yerleşilmemiş birimlerini işlevselleştirmenin en kolay yolu buydu.
Daha sonra Kemalistler, ardından yine Kürtler, sonra yine Kemalistler, tekrar Kürtler vs, iç düşman olarak seçildi ve bunun üzerinden bol kazançlı malûm söylem işlevselleştirildi. İç düşmanlar işe yaramamaya başlayınca, imdada dış düşmanlar söylemi yetişti. İsrail her daim, ABD, Rusya, Almanya, İran duruma göre, Suriye ve Kürt bölgesi son on yılda istikrarlı bir biçimde "dış düşman" olarak gösterildi veya inşa edildi.
AKP, düşmansızlığın iktidarsızlıkla aynı sonucu doğuracağını en iyi bilen partilerden biri galiba. Üstelik imal edilmiş düşmanlarla savaşmanın hem maliyeti düşük hem de getirisi çok yüksek. Maliyeti arttığı anda suni düşmanı düşman olmaktan çıkarabilir, hatta onunla canciğer kuzu sarması bile olabilirsiniz. AKP, bunu içeride de dışarıda da sayısız kez uyguladı.
Fakat artık AKP’yi yapay düşmanlarıyla eşitleyen, kendisinin de tabanının da bağışıklığının olmadığı gerçek bir düşman var: Virüs.
Krizleri fırsata çevirme sihirbazlığına sahip olduğuna kitleleri defalarca inandırmış olan AKP’liler, ilk etapta virüsü de fırsata çevirebileceklerini ifade ettiler. Tabii her gün ölü sayısında dehşet verici bir tablo ortaya çıkarken "fırsat" sözcüğünün biraz nahoş olduğu kulaklarına fısıldanmış olmalı ki, bu ifadeye son günlerde pek başvurmuyorlar. Ama iktidarın kitleler karşısında gösterdiği ilk refleks buydu: "Biz bunu fırsata çeviririz."
Süleyman Soylu krizi: Kim, nasıl gördü?
Fakat AKP’nin bu süreçte gerçek düşmanla mücadele edemeyişini gizlemesi için yapay bir düşman yaratıp üstelik onu yenmesi gerekiyordu. İlk etapta CHP’li belediyeler bu sürecin suni düşmanları olarak seçildiler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, salgın henüz Türkiye’yi sarmadan otobüs duraklarına dezenfektan koyması bile iktidar trolleri tarafından hedef alındı, bağış toplamaları, ekmek dağıtmaları engellendi. Darbecilikle suçlanan belediye başkanları bile oldu.
Batman başta olmak üzere HDP’nin elindeki sekiz belediyeye aynı gün kayyım atandı. Gündeme getirilen infaz yasasında değişiklik teklifinde siyasi muhaliflere yer verilmediği gibi, İdris Baluken, Selahattin Demirtaş gibi Kürt siyasetçiler tekrar hedefe kondu. Diyarbakırlı bir anneye, iki yıl önce hayatını kaybetmiş oğlunun cenazesi PTT Kargo ile yollandı. Troller günlerdir sosyal medyada yapay düşman avında. İktidar medyasının semirmiş bazı kalemşörleri panik haldeki halka hakaret ediyor, kıtlık korkusuyla alay ediyor.
AKP yapay savaşlara, "Şok Doktrinine" kendini o kadar kaptırmış, bunu öylesine bir ezbere dönüştürmüş ki, salgının yayılmasını azaltmak üzere devreye konan iki günlük sokağa çıkma yasağını bile ezberlenmiş "güvenlik" algısıyla son ana kadar "devlet sırrı" gibi herkesten gizleyip baskın yapar gibi devreye soktu.
Tüm bunlar aynı zamanda yeni yapay düşman arayışının, gerçek düşmandan kaçma çabasının ve genel bir çaresizliğin dışavurumları.
Korona virüsü CHP’lilerden, HDP’lilerden, Kemalistlerden, Gezicilerden, Esad’dan, mültecilerden, ABD veya Rusya’dan, bizi kıskanan Avrupa’dan, Haçlılardan gelseydi, AKP’nin virüsü fırsata çevirmesi mümkün olabilirdi. Ama gerçek, kontrolsüz bir düşmanla karşılaşılınca, tüm pullar fiske vuruşuyla dökülüp kayboldu.
Dolayısıyla Erdoğan tarafından kabul edilse de edilmese de, bir taktik olsa da olmasa da Soylu’nun istifası, gerçek düşmanla karşı karşıya kalan AKP’nin geleneksel söyleminin ve yapay düşman-zafer stratejisinin iflasının bir yansıması olarak görülebilir.
Yapay düşmanlarla savaşmaya alışkın bir iktidarın gücü de yapay olur.
Oysa gerçek düşmanla savaşmak, gerçek güç gerektiriyor. O güç de ancak organizasyonla, feragatle, iç bütünlükle, ittifakla, dayanışmayla, dolayısıyla kutuplaşmamış olmakla mümkün. Zira kendisi gerçek olan ve gücünü de tüm insanlığa gösteren korona virüsü, hem bulaştığı hastaların hem de siyasi iktidarların görünen değil, hakiki gücünü sınıyor.