Anayasa değişiklik metinlerine AKP döneminde hep niyet edilenin yanında bir tür “garnitür” gibi hiçbir kimsenin itiraz etmeyeceği düzenlemeler de eklendi. Burada da Meclis'in yetkisi ve etkisi, denetim gücü azaltılırken milletvekili sayısı arttırıldı. Milletvekili seçilme yaşı düşürüldü. Bir deneme yanılma yöntemi olarak genel seçimleri 4 yılda bire düşüren AKP, bir düzenleme ile tekrar 5 yılda bire çıkardı. Ama kendi yaptığı bu düzenlemeyi yine ilk kendisi bozdu.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “anayasayı fiilî duruma uygun hale getirmek” diye savunduğu Cumhurbaşkanlığı sistemine ne zaman geçileceği aslında değişiklik metinleri içinde vardı. Anayasa değişiklik metnine göre ilk cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler 3 Kasım 2019’da yapılacaktı.
Referandum tartışmalı da olsa kıl payı geçmişti ve Erdoğan AKP genel başkanlığına 998 gün sonra tekrar oturmuştu. MHP, iktidardan aldığı destek ile Meral Akşener ve arkadaşlarının parti yönetimini ele geçirmelerini önlemişti. Ancak Akşener yeni bir parti kuruyordu. Erdoğan Metin Külünk’ü Akşener’e göndererek Başkanlık sistemi sonrasında güçlü yardımcılığını önerdi, parti kurmaktan vazgeçirmeye çalıştı. Akşener evinde kabul ettiği Külünk’ün getirdiği teklifi sert ifadelerle reddetti. Ve partisini kurdu. İktidarın kendisine bu desteğini unutmayan MHP lideri Bahçeli, geçmişteki sert açıklamalarını bir yana bırakarak koşulsuz Erdoğan’ın yanında yer almaya başladı. Bu iktidarın yanında yer alma pozisyonu MHP içinde farklı sesler çıkmasına neden olsa da ciddi bir sorun yaşanmadı. Hikâyenin sonunda oylardaki düşüş dışında.
Erdoğan kum saatinin aleyhine çalıştığını fark etmişti. Seçim odaklı bir liderdi ve ona göre seçimin zamanı gelmişti. MHP ile paslaşarak, erken seçim talebinin MHP’den gelmesini sağlayarak yola çıktılar. Bir hafta öncesine kadar erken seçim olmayacağını söyleyen Erdoğan ile Bahçeli erken seçim konusunda hemen anlaştılar, tarihte anlaşamadılar. MHP ağustos derken Erdoğan, erken seçimi baskın seçim haline dönüştürdü ve haziran dedi. 24 Haziran için, yani normal tarihinden tam 17 ay öncesi için karar alındı. Yüzde 50+1 için de ittifakları olanaklı kılacak yasal düzenlemeler yapıldı. MHP ile AKP Cumhur İttifakı’nı kurunca CHP, İYİ Parti, SAADET ve DP de Millet İttifakı’'nı oluşturdu. Cumhur İttifakı’nın adayı belliydi ama Millet İttifakı’nın bir adayı yoktu. Ekmeleddin İhsanoğlu, yani ortak aday modeline olumsuz bakılıyordu. Ancak Türk siyasi tarihinde ilkler yaşanıyordu. Ortak aday bir zorunluluk halindeydi ama AKP’nin bloke ettiği yüzde 50+1’den de oy alabilecek bir aday arayışı vardı. Ve bir gün Abdullah Gül’ün kapısını SAADET lideri Temel Karamollaoğlu çaldı ve resmen aday olmasını ittifak adına teklif etti. Gül adını olumlu karşılayanlar da oldu sert tepki gösterenler de. MHP lideri Bahçeli bir seçim öncesinde adaylık teklif ettiği Gül’ü sert eleştirdi. Erdoğan, aday olması halinde sorun yaşayacağını tahmin ettiği Gül’ü ikna etmesi için Genelkurmay Başkanı Akar ile Gül’ün bürokrasiye getirdiği saray sözcüsü İbrahim Kalın’ı görevlendirdi. Neden Hakan Fidan değil de Kalın sorusu halen ortada durmaktadır. Çünkü Fidan da Gül’ün önünü açtığı ve bir dönem çok yakın olduğu isimdi. Bu ikilinin randevu taleplerine Gül’ün ofisi, ziyaret nedenini bildikleri için olumlu yanıt vermedi. Ve bir akşamüstü askeri bir helikopter Gül’ün ofisinin yanındaki askeri birliğe inerek çat kapı Gül’ün yanına geldiler. 3 saat süren görüşmeye ilişkin Akar ya da Kalın’dan bugüne kadar bir açıklama gelmedi. Gül de sustu ve sadece yakın çevresine “3 saat boyunca beni dinlemek zorunda kaldılar” diyerek bu ziyaretten rahatsız olduğunu anlattı. Gül ikna olmamıştı, aday olma ihtimali devam ediyordu. Bu ziyaret sırasında Gül’ün ofisinin güvenlik kameralarının kayıt yapmaması da şüphe çeken bir olay olarak kaldı, Gül’ün çevresinde saraya bağlı birileri olabileceği yorumuyla.
Parti kurulmadan önce görüş alışverişinde bulunmak için Gül’ü ziyaret eden Akşener, ittifak olarak yaptıkları görüşmelerde önceleri olumlu baktığını söylemesine karşın daha sonra kendisinin aday olacağını belirterek Gül’ün adaylığına karşı çıktı. Böylece Gül’ün aday olmak için tek koşulu olan ortak adaylık gerçekleşmedi ve Gül, ofisinin önünde bu koşullarda aday olmayacağını açıkladı. Seçimlerde partisinden az oy alan Akşener, daha sonra bu dönem adaylığının doğru olmadığını belirten açıklamalar yaptı.
Gül, Millet İttifakı için de stratejik bir adaydı. Referandum ve son yapılan seçimlerde Erdoğan bir biçimde hep yüzde 50+1 veya 2’yi buluyordu. Gül buradan oy alabilirdi. Yanına sadece Ali Babacan’ı alacak ve hükümeti koalisyon gibi oluşturacak bürokraside dirençle karşılaşmayacaktı. Yorulan AKP’yi bir arada tutan çimento, iktidar gidince tek parça ve parlamentoda alınan kararlara etki edecek AKP grubu tek başına kalabilecek miydi? Gül parlamenter sisteme geçildikten sonra yetkilerini devredip süresini tamamlayıp köşesine çekilecekti. Gül ilk kez, Millî Görüş geleneğinde ise ikinci kez eski arkadaşlarının karşısına çıkıyordu.
Her partinin kendi adayıyla girdiği seçimde Erdoğan yüzde 52.38 oy alarak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk cumhurbaşkanı oldu. Devletin tüm yetkileri tek elde toplandı. Bakanlar cumhurbaşkanı tarafından atanan bürokratlar haline geldi. 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL bir pratik haline gelmişti. KHK’lar nedeniyle yaşanan hukuksuzluklar yeni sistem ve cumhurbaşkanı kararnameleri ile kalıcı hale gelmişti. Denetim mekanizmaları tamamen ortadan kalkmış, sistemde güçler ayrılığının adı bile yer almıyordu. Bu durum da sürekli kriz çıkarıyordu. Rahip Bronson krizi ve bunun ekonomide yarattığı maliyet, gazeteci Deniz Yücel üzerinden yaşanan gerilim sonrasında Türkiye yeni yönetim şeklini batıya da anlatmış oldu. Ve batı da kısmen bunu kabullenmiş gözüküyordu. Bu süreçte Trump Türk ekonomisini batırmakla tehdit etmiş, cumhurbaşkanına ağır bir mektup kaleme almıştı. Ve doğal olarak bu da sessizliğe yatırılmıştı.
Damat Albayrak ekonomin başındaydı ve ekonomik kriz derinleşerek devam ediyordu. Merkez Başkanı Naci Ağbal ile yaşadığı söylenen tartışmada Erdoğan Ağbal’dan yana taraf olunca istifa etti. Berat Albayrak istifasını yayınlayacak medya organı bulamadı. Abisinin başında bulunduğu medya grubu bile Albayrak’ın istifasını 48 sonra verdi. Albayrak istifasını sosyal medyadaki kişisel hesabında duyurabildi. Ve sonrasında Merkez Bankası’ndaki 128 milyar doların ne olduğu tartışması başladı. Bu sorunun yanıtı halen alınabilmiş değil. Albayrak’ın istifası devlet işleyişinde yeni bir anormali de beraberinde getirdi. İstifa yerine görevden af dileme terminolojisi kullanılmaya başlandı. Albayrak’ın ardından piyasalarda döviz fiyatları aşırı düştü. Bu sisteme geçildikten sonra ekonomi yönetimi istikrara bir türlü kavuşamadı. 3 yıl içinde 4 bakan, 5 Merkez Bankası başkanı değişti.
Erdoğan yerel seçimler yaklaşırken yeni bir oyun kurdu. Yıprandığını düşündüğü belediye başkanlarını, görev sürelerinin bitmesine 1,5 yıl varken istifa ettirdi. Bunların arasında Ankara ve İstanbul belediye başkanları da vardı. İstanbul’a Binali Yıldırım’ı, Ankara’ya ise Kayseri eski Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’yi aday gösterdi. SAADET politik strateji gereği kendi adayını çıkardı, HDP pek çok yerde aday çıkarmadı. CHP, İYİ Parti’nin de desteği ile Kılıçdaroğlu’nun kurduğu planla ilçe belediye başkanlarını büyükşehirlere aday gösterdi. Ankara’da bir önceki seçimde tartışmalı olarak kaybeden Mansur Yavaş adaydı. Ankara, İstanbul dahil 11 büyükşehiri CHP’nin adayları ittifak içinde kazandı. İstanbul’daki 13 bin oy farkı AKP’yi umutlandırdı ve YSK’nın çok zorlama kararı ile İstanbul seçimleri yenilendi, fark 800 bine çıktı. Belediye el değiştirdikten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP için ne kadar önemli olduğu dağıttığı kaynaklar ile somut bir biçimde ortaya çıktı. AKP İstanbul yenilgisinin travmasını hiç atlatamadı. İktidar, bir yöntem olarak kendisi de kullandığı için yerel yönetimlerin çalışarak geniş kitlelere hizmet ulaştırmasını hep önlemeye çalıştı. Bunda kısmen de başarılı oldu.
AKP’de karar alma süreci tekleştikçe alınan kararlarda sorun çıkması da artmaya başladı. Bunun en önemli örnekleri ekonomi ve dış politikada yaşandı. Bu dönem oyun kurma amacıyla atılan her diplomatik adım geri tepti, hiç birisinde başarılı olunamadı. Sürekli geri adımlar atılan bir sürece girdi.
Pandemi döneminde, Suriyeli ve Afgan mülteciler meselelerinde kendi seçmenlerini bile ikna edemeyen bir iktidara tanıklık yaptı Türkiye. Ekonomik krizin iyice derinleşip hayat pahalığının yarattığı hoşnutsuzluk artmaya başlayınca Erdoğan’ın oyu da dramatik noktalara indi.
Bu arada AKP’de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra bir süre genel başkanlık yapan Ahmet Davutoğlu bu görevden ayrıldıktan sonra partisine yönelik eleştirileri yüksek sesle dile getirmeye başladı. Davutoğlu bir süre sonra ihraç talebiyle disipline verilmesi üzerine istifa ederek yeni parti kurdu. Aynı dönem AK Parti’de uzun yıllar bakanlık yapan Ali Babacan da Erdoğan ile bir görüşme yaptıktan sonra partisi ile yollarını ayırarak DEVA Partisi’ni kurdu. AK Parti'nin 20 yılı bulan hikayesi şimdilik 2 parti doğurmuş oldu.
Mevcut politik tablo üzerinden yapılan okumaların tamamında AKP’nin artık gidici olduğu ve Erdoğan’ın bir daha seçilme imkanının olmadığı sonucu çıkıyor. Ve bu sonuç artık en katı AKP’li tarafından da kabul görmeye başlandığı için bu çok kısa, detaylara girmeden olayları hatırlatan yazı dizisi kaleme alındı…