Millet İttifakı’nın çok sayıda büyükşehir belediyesini AKP’nin elinden aldığı, üstelik İstanbul’u iki kez kazandığı 2019 yılından bu yana erken seçim konuşuluyor. Ha bu sonbaharda, ha önümüzdeki baharda derken milletvekili genel seçimlerinin yapılacağı 2023 yılına merdiven dayadık bile. Aslına bakarsanız, bu tarihten itibaren yapılacak hiçbir seçim erken seçim olmayacak. İktidar, elbette Edirne Cezaevindeki Selahattin Demirtaş’ın bir kez daha diplomasını sorduğu Madagaskar Cumhurbaşkanı’nın üçüncü kez seçilmesini mümkün kılacak bir seçim tarihi belirleyecek. Şu ana kadar kendine daha iyi bir isim bulamayan 6’lı masa da bunu kolaylaştırmak için elinden geleni yapacak. Her zaman olduğu gibi. Gazete Duvar okuruyla yeniden buluşmam için ne harika bir zaman! Seçmen davranışlarıyla ya da seçim anketleriyle değil de, siyasal iletişimin ne akademide ne de “piyasa”da pek rağbet görmeyen bir dalıyla, siyasal söylemlerle ilgilenen bir zoraki emekli akademisyen için tam da siyasal partilerin seçim startlarını verdiği bu zamanlarda öğrencileriyle olmasa da okurlarıyla buluşmasından daha heyecan verici ne olabilir?
Şimdi böyle söyleyince biraz garip oldu. Bildiğimiz kadarıyla siyasal partiler seçim startlarını siz deyin seçimden 3 ay önce, ben diyeyim Devlet Bahçeli erken seçim çağrısı yapıp seçim tarihini ilan ettiğinde, resmi olarak da kampanya dönemi olarak kabul edilen seçim öncesindeki bir ayda verirler. Siyasal iletişimci akademisyenler, TÜBİTAK’a filan verdikleri araştırma projelerinde seçim öncesindeki bu bir aylık resmi kampanya dönemini esas alırlar. Bütçeyi buna göre yaparlar mesela. Konuyla ilgisi yok ama zamanında ben de TÜBİTAK’la bir seçim araştırması yürüttüğüm için nasıl işlediğini biliyorum. 2015 seçimleriyle ilgili o araştırmaya başladığımda henüz atılmamıştım. Hatta araştırmayı tamamladım, o araştırmada 4 akademisyen ve 4 de doktora öğrencisi çalıştı. Ama ne yapacaksınız, ben ve bir diğer akademisyen Barış İmzacısı olma sebebiyle üniversiteden atılınca, TÜBİTAK, bitirip final raporunu verdiğimiz o araştırmayı yok hükmünde kabul etti. Ama araştırma çoktan tamamlanmış ve raporu yazılmış olduğu için biz o araştırmayı Seçimlik Demokrasi başlığı altında yayınladık. Neyse, huylu huyundan vazgeçmez ya, minnoş bir asistan olduğum 1995 seçimlerinden bu yana neredeyse her seçime dair bir araştırmaya dahil olmuşum. Yok efendim kim ne dedi, kim neyi nasıl dedi, meydanlarda sesini nasıl duyurdu, e bunun bizim için ne anlamı var, böyle giderse önümüzdeki yıllarda bizi neler bekliyor, nasıl bir siyaset modeliyle karşılaşacağız…. Meşakkatli iş, ama bir kez bulaşınca da peşinizi bırakmıyor. Misal, 2007 yılında AKP’nin 2002-2004 arasındaki demokrasi söylemini inceleyen bir yazı yazmışım. Bir sürü başka şeyin yanında, “özgürlük, dinsel inançlar ve İslami yaşam tarzı ile ilişkilendirilir: Organizmacı bir toplum görüşü altında, özgürlük din ve vicdan özgürlüğü, hoşgörü ve çokkültürlülük ise farklı dinsel kimliklerin biraradalığıdır. Laiklik de, bu çerçevede, din özgürlüğünün güvencesi olarak algılanır.” demişim. Bugüne tercüme edecek olursak, camiye gidebiliyor musunuz, işyerlerinizde, okullarınızda mescitleriniz var mı, mesai saatleriniz iftar saatlerine göre mi düzenleniyor, başörtüsü takabiliyor musunuz, tamam işte özgürsünüz. Hatta sizden özgürü yok. Size başka da özgürlük yok!
Üzerinden geçen onca yıldan sonra, AKP’nin bir kez daha seçim startını verdiği bugünlerde, o organizmacı toplum görüşü tam da varacağı yere varmış gibi görünüyor. Siz, ben, kadınlar, LGBTİ+’lar, sanatçılar, gençler, öğrenciler, farklı inanç mensupları ya da inançsızlar, Kürtçe başta olmak üzere anadili başka olanlar, başka türlü bir yaşam özlemi duyanlar, bizler yokuz. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve barış talep edenler, o organizmanın düşmanları. Sadece Thomas Hobbes’un Leviathan’ı, o kocaman, çirkin, korku salan deniz canavarı var. O organizma. Her birimizin varlığını varlığına armağan etmemiz beklenen o yaratık. İşte AKP’nin önümüzdeki seçim kampanyasının başlıca motifinin de bu olacağını görüyoruz. O korku salan yaratık, salyalarını akıtarak gücünü bir kez daha göstermeye yeltenecek. Çünkü elinde başka hiçbir şey kalmadı. Seçim startını, incecik bedenini o organizmanın bir parçası olarak değil, sesi ve fiziğiyle kanlı canlı bir kadın olarak var olduğunun ve var olmaya devam edeceğinin kanıtı olarak gözümüzün önüne seren Gülşen’i önce gözaltına alıp tutuklayarak, sonra ev hapsine mahkûm ederek ve nihayetinde yurt dışına çıkma yasağı getirerek verdi. Kampanya, çarkları bizlerden kesilen tonla vergiyle dönen RTÜK’ün kamu spotlaştırdığı LGBTİ+ karşıtı mitingle devam ediyor. İçişleri bakanının kendileri için bir ayrıcalık nişanı, başkaları için bir hakaret olarak kullandığı “biz sizin gibi LGBT çocuğu değiliz” sloganıyla, insana dair her ne varsa onu inkâr eden, kişinin kendi bedeniyle, kendi cinselliğiyle kurduğu ilişkiyi bir suç, bir sapkınlık, bir nefret objesi haline getiren, bununla da yetinmeyip bu nefretin hedefini LGBTİ çocuklara -evet LGBTİ çocuklar vardır- kadar genişleten sözleri bir tesadüf değil. Tıpkı Gülşen’e yönelen saldırı gibi, AKP’nin 2023 kampanyasını başlattığının işareti. Gülşen’i zapturapt altına almak, cesaretinden esinlenenlere gözdağı vermek için üzerine atılan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçu”nun gerçek mahalli hafta sonu Saraçhane’de yapılan “Büyük Aile Buluşması”ydı. Bu buluşmayı, 2023 seçimleri için kampanyasını nefret söylemi, nefret suçu ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçları etrafında kuracağı anlaşılan AKP’nin ilk seçim mitingi olarak kabul edin. Bu nefret suçu buluşmasıyla aynı gün, AKP’li Metin Külünk Cumhurbaşkanı kararıyla yürürlükten kaldırılan, kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin tüm izlerinin eğitim müfredatından silinmesi gerektiğini açıklıyor. Çünkü bu sözleşme yürürlükteyken, imzacı devletlere, eğitim müfredatını ev içi şiddetin önlenmesine yönelik düzenleme yükümlülüğünü veriyordu. 2021 yılında en az 339 kadının öldürüldüğü Türkiye’de ev içi şiddetle mücadelenin eğitim müfredatlarında dahi geçmesine tahammül gösteremeyen, kadın düşmanı bu siyasetin varacağı yerin 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un ortadan kaldırılması olacağını tahmin etmek zor değil.
Diyeceğim o ki, AKP’nin 2023 yılı seçim kampanyasında, şimdiye kadar alışageldiğimiz “biz” ve “onlar” kutuplaşmasının temel aktörlerinden çok daha ötesini göreceğiz. Önceki seçimlerde bir tarafa vatanını seven, vatanı için canını vermeye hazır olan, yerli ve milli, değerlerine, dinine, milletine bağlı “biz”, öbür tarafta ise dış mihrakların maşaları olan müstemleke aydınları, monşerler, aslında gazeteci olmayıp terörist olan gazeteciler, sanatçı olup da aslında sanatçı değil vatan haini olanlar, bu ülkeyi bölmek, parçalamak, yıkmak isteyenler, çapulcular, işbirlikçiler vardı. Bir bakıma bunların tümünü gündelik hayatınızda yakın temasınız olmayan, bir tür “hayali düşman” kategorisinin içine sokabilirdiniz. Şimdi ise sahnede severek izlediğiniz, sınıfta, otobüste yanı başında oturduğunuz, sokakta, AVM’de, pazarda, restoranda karşılaştığınız, hastanede tedavi olduğunuz, sizin gibi, benim gibi her insanı ortak düşmanınız olarak tanımlayan bir yola gidiyor. Sadece LGBTİ+’lara değil, kadınlara, kadın bedenine de düşman bir yıkım siyasetini, din ve yerlilik kisvesiyle pazarlamaya çalışıyor. Bu yolda, türlü cemaatlerle ve Vatan Partisi gibi marjinal partilerle iş birliği yapmaktan kaçınmıyor. Giderek kendini de yüzde sıfır ile bir arasındaki bir oy oranına sahip, marjinal siyasi aktörlerin söylemine mahkûm ederken, bize yaptığı en büyük kötülük bu marjinal siyaseti merkeze taşıması. Herkesten şüphe edin, herkesi bir tehdit olarak görün, her taşın altında bir bit yeniği arayın ki, sığınacak güvenli liman bulmak için hiçbir şeyin değişmemesine razı gelin istiyor.