TBMM’ye 21 Kasım 2017 tarihinde, AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş tarafından bir kanun teklifi sunuldu. Teklif, Yüksek Seçim Kurulu’nun teşkilat ve görevleri hakkında. Hem kurumun özellikle 16 Nisan plebisitindeki performansı hem zamanlama hem de içerik bakımından ilginç bir teklif.
2007 yılında kaybettiğimiz ve anayasa hukuku dersleri için yazılmış en iyi kitaplardan birinin müellifi Yavuz Sabuncu, Türkiye’de 1950 yılında kurulmuş, 1961 Anayasası ile anayasal güvenceye kavuşturulmuş seçimlerin yargısal denetimi sistemine ilişkin şöyle yazmıştı: “Türkiye’de 1950 yılından itibaren seçimlerin dürüstlüğü konusunda önemli sayılacak tartışmaların ortaya çıkmamış olması, bu sistemin başarısı konusunda önemli bir kanıttır.” Bu sistemin Türkiye’de çok partili sistem kurulduğundan beri biçimsel demokrasinin sigortası olduğunu defalarca belirten Murat Sevinç, Yavuz Hoca’nın vefatının ardından, kitabın yeniden düzenlenmesi sırasında yukarıdaki cümlenin altına şöyle bir not düştü: “2009 yılının 29 Martı'nda yapılan yerel seçimlerde azımsanamayacak boyutta hukuksal sorun ve tartışma yaşanmıştır.”
16 Nisan’da Türkiye’de sandığa giden seçmenlerin yaklaşık yüzde beşine denk gelen iki buçuk milyon oyun şaibeli olması, artık işin rengini tamamen değiştirmiş, burjuva demokrasisinin sigortası olan demokratik yollarla iktidarın değişme imkanı üzerine büyük bir gölge düşürmüş, bir meşruiyet sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu meşruiyet sorunu, Olağanüstü Hal’in anayasal bir kurum olarak değil, açıkça bir hükümranlık ilanı olarak uygulanmasıyla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye siyasetinin gerçek zeminidir. Parti teşkilatlarının, devletin merkez ve taşra teşkilatlarına bütünüyle hakim olduğu, yargıçlar dahil bütün kamu çalışanlarının OHAL baskısı ve gelecek korkusu içinde yaşadığı, kendisine yönelmiş her demokratik tepkiyi düşman konsepti içinde değerlendiren ve stratejisini bu konsept içinden kuran bir ‘parti devleti’nde prosedürel demokrasinin olanakları ortadan kalkmıştır, artık seçim başlı başına bir krizin ve siyasal mücadelenin konusudur. Hal böyleyken parlamentoya gelen teklif, hayati önemdedir; prosedürlerin değil meşruiyetin alanındadır.
TEKLİF NE GETİRİYOR?
Teklifin gerekçesinin özü gayet makul ve anlaşılır: Yüksek Seçim Kurulu’nun artan nüfus, yurt dışı oylar, seçimlerin sayısının çoğalması ve birlikte yapılması zorunlu seçimlerin anayasal sistemimize girmesi gibi gerekçelerle artan yüküne karşılık olabilecek bir teşkilat yapısı oluşturmak. Fakat kanun teklifinin 12'nci maddesi, kurumun yükünün azaltılmasıyla hiç ilgisi olmayan iki değişiklik getirmektedir. Bunlardan birincisi, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Kanunu’nun 22'nci maddesinde yapılan değişikliktir. Bu maddede görev yetkileri itibarıyla ne kadar önemli olduğunu 16 Nisan’da yeniden deneyimlediğimiz sandık kurulu başkanlarının belirlenmesi düzenlenmektedir. Mevcut düzenlemeye göre, yargıç olan ilçe seçim kurulu başkanı, kurulun siyasi partilerin gönderdiği üyelerin dışındaki üyelere danışarak kendi bölgesindeki her sandık için iyi ün sahibi, okuryazar kimselerden bir kişinin adını yazarak bir liste oluşturur. Aynı şekilde siyasi partilerden seçilmiş her bir üye de birer liste oluşturur ve sandık kurulu başkanları bu listeler içinde yapılacak kura ile belirlenir. AKP teklifinde ise ilçe seçim kurulu başkanı, ilçede görev yapan ve sandık kurulu başkanlığına mani hali bulunmayan kamu görevlilerinin listesini yapmasını ve bu listeden sandık kurulu başkanlarının belirlenmesini öngörmektedir. Yani sandık kurulu başkanı olmak için gerekli görülecek tek kriter kamu görevlisi olmak ve ilçe seçim kurulu başkanı tarafından atanmaktır. Siyasi partilerin liste oluşturması ve kura usüllerinin kaldırılması planlamaktadır. Maddenin gerekçesi, “iyi ün yapmış kişi” mefhumunun “afaki” niteliği ve bu kişilerin belirlenmesinde yaşanan sorunlar olarak sunulmuştur.
AKP MÜŞAHİTLERİ NEDEN SEVMEZ?
Kanunun ana gerekçesiyle hiç ilgisi olmayan bir diğer değişiklik, 29 Mart yerel seçimleri üzerindeki şaibenin etkisi ile özellikle de 7 Haziran seçimlerinden önce seçimlerinin güvenliğini neredeyse bir halk inisiyatifi geliştirerek ve müşahitlik sistemini kullanarak sağlamaya çalışan grupları engelleyecek, siyasi partilerin ve seçimlerin demokratik denetiminin önüne geçecek niteliktedir.
AKP, demokratik biçimde seçimin güvenliğini sağlama uğraşında olan grupların varlığından rahatsızlığını açıkça ve defalarca dile getirmişti. Meclise sunulan değişiklik teklifi ile bu tip kamusal inisiyatiflerin oluşumlarını engellemek için, partilerin sandık sayısının iki katı kadar müşahidi önceden sunacağı ve onlar için fotoğraflı müşahit kartları hazırlanacağı belirtilmiş. Uygulamada bunun ilgili kamusal inisiyatiflerin aleyhine işletileceğinin düşünüldüğü açık. Özcesi, olağanüstü bir seçimin hazırlıkları yapılıyor.
SEÇİMİN OLAĞANÜSTÜ POLİTİKASI
Her adımda şiddetlenen siyasal kriz ile konsolide edilen parti diktatörlüğünün, bir de ekonomik kriz ile baş etmek zorunda olacağı bir seçim sürecine giriyoruz. Parti ile devleti, tek bir kişi etrafında örgütleyen rejim, kendisine karşı oluşan her tepkiyi, halkın ve devletin bekasına yönelen bir düşman saldırısı olarak sunarak ve ulusal refleksleri kullanarak, bütün benzeri rejimlerin yaptığını yapıyor. Olağan bir siyasal atmosferde seçimleri kaybedeceği açık olan bir yapının, olağanüstülüğü sürdürmek için elinden geleni ardına koymayacağını, 1 Kasım ve 16 Nisan’dan biliyoruz. Bu yazı yayımlandığında belki iki yeni KHK’yi konuşuyor olacağız; anayasal ya da bireysel, KHK ile düzenlemesi anayasaya aykırı her şeyi düzenleyebilen KHK’ler hakkında.
Hukuki prosedürlerin ortadan kalktığı içinde yaşadığımız momentte, sürekli tekrarlamaktan gocunmadığım meşruiyet düzleminde bir siyasetin örülmesi gereği, bu yasa teklifi ile yeniden açığa çıkmıştır. Adalet yürüyüşü, yasallık ile meşruluğun sınırlarında yer alan böyle bir girişimdi; yol alındı, yarım kaldı. Demirtaş’ın her mektubu; Seher’i bu meşruiyet zeminine yerleşiyor, yol alınıyor.
Bu zeminin, demokratik meşruluğu açık bir biçimde çağıran en önemli odağı seçimdir. Çünkü adil seçim güvencesi demek OHAL’e karşı mücadelenin, medeni ve siyasal haklarımız üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması mücadelesinin, KHK’lere karşı mücadelenin, basın yasaklarına karşı ve özgür gazeteciler için mücadelenin, tutsak vekiller için mücadelenin, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı mücadelenin demokratik zeminidir. Seçime ilişkin politika hem yeni bir ülke vaadiyle hem de bizzat adil seçimin bu vaadin odağında olmasıyla hiç olmadığı kadar meşruiyete ilişkin politikadır.