Çözüm sürecinin bitmesi bugünkü çok taraflı ve çok kutuplu Türkiye’nin oluşumunun milatlarından sayılır. AKP, tek başına hükümet kuramadığı 7 Haziran 2015’te aldığı seçim sonucunun tüm sorumluluğunu bu sürece yükledi ve bu dönemde yürüttüğü politikalardan olabildiğince uzaklaşmanın tek kurtuluş yolu olduğu düşüncesiyle milliyetçiliğe sarılarak 1980’lerden bu yana görülebilecek en baskıcı siyaset pratiklerinden birine yöneldi.
2015 Haziran seçiminde yüzde 49’dan yüzde 40’a düşen oy oranını sadece 5 ayda yürüttüğü milliyetçi-militarist siyasetle tekrar yüzde 49’a yükselten AKP, MHP’nin oyunu da bu kısa süre içinde yüzde 16’dan yüzde 11’e düşürmüştü. Bir anlamda çözüm sürecinde MHP’ye kaydığını düşündüğü oyları milliyetçi-militarist siyasetle geri alabildiği düşüncesi AKP’yi zamanla çok daha iştahlı bir şekilde bu yöne savurdu ve bunu ilerleyen yıllarda ortaya çıkan her hastalığının reçetesi olarak kullanmaya başladı. 7 Haziran seçimlerinin AKP’nin bugüne uzanan şekillenmesinde oynadığı rol bu açıdan dikkatle incelenmesi gereken bir öneme sahip.
Ancak AKP’nin Kürt siyasi hareketini her alanda zayıflatmaya, içeride ve dışarıda her türlü denklemin dışına çıkarmaya ve bunu kendi varoluşunun ana kaynaklarından biri haline getirmeye dönük siyaseti kısa vadede ömrünü uzatsa da uzun vadede sonunu hazırlayacak bir denklem yarattı. AKP’nin 2015 sonrası dönemde kendini milliyetçi siyasete muhtaç hissetmesi ve 2018’in ardından küçük ortağı MHP’nin yörüngesine girmesi parti olarak özgünlüğünü ve başından itibaren göstermeye çalıştığı kapsayıcılık iddiasını törpüledikçe törpüledi ve nihayet MHP’nin on yıllardır sıkıştığı köşeye bu defa kendisini sıkıştırdı. Hamasi milliyetçilik dışında bir iddiası olmayan yeni dönem siyaseti AKP’yi hem dünyada hem de Türkiye’de hiç olmadığı ölçüde yalnızlaştırdı ve saldırganlaştırdı. Bu saldırganlık da ciddi bir içine kapanma yaratarak kendi içinde kırılmalar doğurdu ve Deva ile Gelecek partilerinin oluşmasına sebep oldu.
AKP’nin yeni dönem siyaseti, medyadan kamu kurumlarına kadar çok ciddi bir milliyetçi söylem ve propaganda üretimini beraberinde getirdi. 2015’ten bu yana her televizyon kanalında Türklüğü yeniden ve yücelterek keşfeden, Selçuklu’dan Osmanlı’ya oradan bugüne uzanan militarist/milliyetçi güzellemelerle şekillendirilen Söz, İsimsizler, Savaşçı, Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman, Al Sancak gibi diziler, haber kanallarındaki “ver mehteri” yayıncılıkları milliyetçiliği sıradanlaştırarak popülerleştirdi. Ekşi Sözlük’ten Twitter’a, Facebook’tan Twitch’e farklı sosyal medya kanallarında gençlerden yaşlılara hemen her kesimde kendini gösteren dışlayıcı, ırkçı nefretle yoğrulmuş milliyetçilik çözüm süreci sonrası planlanan medya/kültür politikalarının yansımalarından biri oldu.
Bugün ülkenin hem sağında hem solunda milliyetçilik dışında bir vizyon ve iddiası olmayan siyasetlerin tahakküm kurmuş olmasının arkasında AKP’nin kendi eliyle yarattığı bu dalganın etkisi çok fazla. AKP-MHP ittifakı milliyetçiliği güçlendirdi ve popülerleştirdi ancak bu proje tam olarak AKP’nin umduğu yönde ilerlemedi. Türkçü dalga yükselse de buradan çıkan ilgi İYİP, ZP gibi partilere kaydı. Nitekim, 2015 Haziran seçimlerinde MHP’nin oyu yüzde 16 iken, 2018’de MHP ve içinden çıkan İYİ Parti’nin toplam oy oranı yüzde 21’e yükseldi. Bugünkü toplam milliyetçi oy da bu civarda görünüyor. Türkiye tarihinde milliyetçi oyların bu kadar yükseldiği başka bir dönem yok.
Milliyetçiliğin karşılık bulduğu bu geniş alan nihayetinde milliyetçi partilerin etki gücünü artırdı ve hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı’nda siyasetleri tayin edecek bir sonuç doğurdu. Bugün MHP’nin AKP üzerinde İYİ Parti’nin de CHP üzerinde kurduğu veya kurmaya çalıştığı tahakkümün, bu ittifakların ne yapıp ne yapmayacaklarında karar verici bir yerde konumlanmaya çalışan hevesin arkasında yine AKP’nin kendisinin yarattığı politika var. Bu milliyetçi yükseliş hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı’nın demokratikleşmesinin ve haliyle ana akım siyasetin başta Kürt sorunu olmak üzere kronik meselelerde demokratik refleksler geliştirmesinin önünde bir engele dönüşmüş durumda. AKP Kürt sorununda çözüm karşıtı-şiddet yanlısı siyasetiyle bir anlamda kendisini ve karşısındaki muhalefeti iki milliyetçi bloka teslim etmiş oldu.
Çözüm süreci, Türkiye’nin yakın tarihi açısından sistemin demokratik bir değişime zorlandığı, bunun bir şekilde yoklamasının yapıldığı bir dönem olarak kritik bir yerde durmaya devam ediyor. Sonrası ise Türkiye’nin yalnızlaştığı, içine kapandığı, herhangi bir soruna herhangi bir çözümün dahi tartışılamadığı bir dönem olarak akıllarda kalacak.