TCMB Para Politikası Kurulu (PPK) bu yılın altıncı toplantısını
yaptı ve politika faizini 3,25 puan indirdi. Banka, nisanda gevşeme
sinyali vermişti ama birikimli faiz indirimini ancak temmuzda yapabildi. Geçtiğimiz
ay ile birlikte düşündüğümüzde toplam 7,5 puanlık faiz indirimi
yapılarak, bir yıl sonra Eylül 2018’de 6,25 oranında yapılan faiz
artışı geri alınabilmiş oldu. Banka’nın bu kararı alabilmesindeki
en önemli değişken, küresel finansal çevrimdeki değişimdir.
KÜRESEL YAVAŞLAMA
2019’da, küresel finansal çevrim daralmadan genişlemeye döndü.
En son 2013 yılında başlayan daralma aşaması, 2019’un başında
sonlandı. Henüz yeni genişleme aşamasının nasıl şekilleneceği
netleşmiş değil. Zira merkez ülkelerde faizlerin negatife dönmesi,
para politikasının sınırına varıldığını ifade ediyor. Her ne kadar
ana akım iktisatçılar ısrarla maliye politikası araçlarını
gözlerden uzak tutmaya çalışsa da, merkez ülkelerde 2019’daki
yavaşlama daha sonra resesyona dönüşürse bu araçlar da gündeme
gelebilir.
Burada kritik olan, aralarında Türkiye’nin de olduğu, ‘yükselen
piyasalar’ olarak kodlanan ülkelere sermaye akımlarının yeniden
kuvvetli bir şekilde gelip gelmeyeceği. Bu önemli, zira
Türkiye’deki güncel kriz, ekonomik büyümenin sermaye akımlarına ne
kadar bağlı olduğunu bir kere daha gösterdi.
Merkez Bankası faizi
yüzde 3,25 düşürdü
Eğer merkez ülkelerdeki yavaşlama ve nihayetinde de kriz
nedeniyle, halen ekonomik büyümesi süren yükselen piyasalara doğru
sermaye akımlarında bir canlanma görülürse, bu sermayenin girdiği
ülkedeki faizlerin düşürülmesine de yardımcı olacak. Yani 2013
öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi yeniden hem yerli paranın
değerlendiği, hem de faizin düşürülebildiği özgün bir konjonktüre
giriliyor olabilir.
AKP’YE KÜRESEL KONJONKTÜR DOPİNGİ
Erdoğan yönetiminin bu olası yeni sermaye akımlarından ne kadar
yararlanabileceği henüz net değil. Ancak en azından ekonomi
yönetiminin aklında bunun olduğunu biliyoruz. TCMB, temmuzdaki
toplantısında şu vurguyu yaparak bunun işaretlerini vermişti:
“Yakın dönemde küresel iktisadi faaliyetin zayıflaması ve
enflasyona dair aşağı yönlü risklerin belirginleşmesiyle gelişmiş
ülke merkez bankalarının genişleyici para politikası adımları atma
olasılığı güçlenmiştir”. Eylül açıklamasında bu vurgu,
“gelişmiş ülke merkez bankaları para politikaları genişleyici yönde
şekillenmeye başlamıştır” denilerek biraz daha netleştirilmiş.
Kısacası, küresel kriz eğilimlerinin yoğunlaşması, Erdoğan
yönetimi için -şimdilik- can simidi işlevi görmüştür. En azından
2018-2019 krizinin derinleşmesi yavaşlatılabilmiştir. Banka’nın
bugünkü açıklamasında oluşan bu ‘fırsat penceresinin’ faizlerin
düşürmek yoluyla sonuna kadar kullanılacağına işaret edilmiş.
İYİMSER TOPARLANMA TAHMİNİ
Yapılan açıklama ile TCMB, 2018-2019 krizinde -moda tabirle- ‘en
kötünün geride kaldığını’ ima ediyor. Ancak bu iki nedenle sağlam
temellere dayandırabilmiş değil. İlk olarak ‘yatırımlardaki
zayıflama’ açıklama metninde de geçiyor. Zira ikinci çeyrek büyüme
rakamları açıklandığında sabit sermaye yatırımlarının yüzde 22
daraldığı görülmüştü. Bu eğilimin durduğunu ve güçlü bir yatırım
seferberliğinin başladığını henüz ileri sürmek mümkün değil.
İkincisi, Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı Avrupa ülkelerinde
ocaktan beri yapılan ihracat daralmışken, bugünkü açıklamada
‘önümüzdeki dönemde net ihracatın büyümeye katkısını sürdüreceği’
beklentisinin yerleştirilmesi oldukça iyimser olarak
görülebilir.
YAPISAL KRİZ SÜRÜYOR
İlginç bir dönem bizi bekliyor. Eğer her şey Erdoğan yönetiminin
umduğu gibi gitse, küresel finansal çevrim gerçekten yeni bir
genişleme evresine girse ve Türkiye’ye yeniden bol sermaye girişi
yaşansa dahi, bu sadece mevcut sorunları geleceğe ertelemek
anlamına gelir. Tıpkı 2010-2013 arasında olduğu gibi kısa süreli
bir büyümenin ardından sermaye hareketlerinin yeniden tersine
dönmesiyle birlikte yeni ve daha sert bir çöküş yaşanabilir.
Ancak gözler şimdiden 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine
çevrilmişken, seçim sırasında küresel konjonktürün hangi aşamada
olacağı ve o döneme kadar Türkiye’deki yapısal krizin aşılıp
aşılamayacağı tüm siyasi aktörler tarafından hayati önemde
olacak.