Anti-Amerikancılık, emperyalizm karşıtlığı, Batı’ya meydan okuma gibi söylemler, iktidar çevrelerinden sıklıkla duymaya başladığımız sloganlar halini aldı. Bu tip söylemlerin ekonomi alanında henüz bir karşılığı yok, neoliberal programdan esaslı bir sapma söz konusu değil. Ancak küresel ekonomik ve siyasi konjonktür, 2000’li yıllarda uygulanan neoliberal popülist modelin maddi koşullarını aşındırmaya başladı.
“AKP ve neoliberal popülizm” başlıklı yazıda şu iki argümanı ileri sürmüştüm: (i) 2000’li yıllarda uyguladığı sert neoliberal programa rağmen AKP’nin iktidarını sürdürebilmesinin sırrı finansal ve sosyal içerilme mekanizmalarında yatıyor. (ii) 2000’lerde uygulanan bu neoliberal popülist model sonucunda emekçi sınıfların siyasete müdahale kanallarının ortadan kalkması ile siyasi mücadele, büyük ölçüde iktidar bloğu içindeki gruplar arasında geçen bir uğraş halini aldı.
Bu yazıda neoliberal popülizm modelini mümkün kılan maddi zeminde ortaya çıkan aşınmalardan hareket ederek, bu modelin olası alternatiflerini ve AKP’nin yeni ekonomik doğrultusunu belirlemede yaşadığı bocalamayı ele alacağım. Ekonomi yönetiminin doğrultusu ile ilgili şimdilik elimizde olan “utangaç kalkınmacılık”.
NEOLİBERAL POPÜLİZMİN UZATMALI KRİZİ
Merkez kapitalist ülkelerin krizden çıkıp güçlü büyümeye geçmeleri, Türkiye gibi “yükselen piyasalarda” ciddi sarsıntılara neden olacak. Bunun nedeni, Türkiye gibi ülkelerde 2000’li yıllarda ucuz kredi üzerine kurulan neoliberal popülist modelleri sürdürmenin giderek zorlaşacak olması. 2008-9’daki kesintiyi saymazsak, Türkiye, 2002-2013 arasında, dünyadaki ucuz kredi bolluğundan cömertçe yararlandı.
Başta FED olmak üzere büyük merkez bankaları 2013 sonrasında bu dönemin sonuna gelindiğini ilan ettiler. Ancak küresel krizin süren etkileri nedeniyle bu dönüşüm bir türlü gerçekleşmiyor. Merkez ülkelerde bu dönüşüm gerçekleşmedikçe, Türkiye gibi ülkelerde de 2000’li yıllardaki neoliberal popülist modeller uzatmaları oynayabiliyor. Ancak her ne kadar uzatmalar oynansa da, hükümet çevrelerinde dahi mevcut modelin sürdürülemeyeceği konusunda bir tartışma var.
NEOLİBERAL SEÇENEK
2013’ten beri uzatmaları oynayan neoliberal popülizm modelinin yerine neyin konulacağı, bir yandan uluslararası konkjonktür, diğer yandan da Türkiye’deki iktidar bloğu içinde giderek şiddetlenen kavganın sonuçları tarafından belirlenecek. Seçeneklerden biri, popülist tarafı törpülenmiş bir neoliberal model. Ucuz kredi döneminin sonuna gelinmesiyle 2000’li yıllarda uygulanan sosyal ve finansal içerilme mekanizmalarının sürekliliğinin maddi zemini aşınmış oluyor.
Bu aşınma, 2013 sonrası “uzatmalar” sırasında bütçe olanaklarının kullanılması ile ikame edildi. Kamu, güçlü bir aktör olarak ekonomiyi yönlendiren bir unsur olarak ortaya çıktı. Ancak enflasyonun kontrolden çıkması riski, neoliberal popülist modelin “popülist” kısmını sürdürmeyi giderek zorlaştırıyor. Bu nedenle, seçeneklerden biri, Güney Avrupa’da krizden sonra uygulanan modele benzer bir şekilde, popülizm tarafı törpülenmiş bir neoliberal modeldir. Ancak 2019 seçimleri öncesinde bu seçeneğin masada dahi olmadığını söylememiz gerekiyor.
KALKINMACI SEÇENEK
İkinci yol, yeni bir kalkınmacı ittifakın doğmasıdır. TÜSİAD ile temsil edilen büyük sermaye ile Saray arasında oluşabilecek yeni kalkınmacı ittifakın bileşenleri şunlar olabilir: yeni bir sanayi stratejisi, bu strateji eşliğinde gerçekleştirilecek bir eğitim reformu, para politikası ve teşviklerin sanayi stratejisinin önceliklerine göre yeniden düzenlenmesi, seçici bir koruma politikası eşliğinde yerli üretimin desteklenmesi. Bu tür bir ittifak, tarafların tüm konularda anlaşmalarını gerektirmez. Küresel konjonktür ve Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, Saray’ın iktidar stratejisi ile büyük sermayenin karlılık planlarını örtüştürebilir. Böyle bir strateji, aynı zamanda otoriter yönetim ile büyük sermayenin uzlaşma noktalarını artırabilir.
Şimdilik ne Saray ne de TÜSİAD böyle bir “kalkınmacı” seçenek için hazır. Ancak yaygın liberal kanının aksine, hukuk devleti, demokrasi ve otoriterlik gibi meseleler, taraflar arasında önemli bir anlaşmazlık konusu olmayacaktır. Bilakis, büyük sermaye otoriter yönetimin suç ortağıdır. Kalkınmacı seçeneği zorlaştıran, bir yandan neoliberal doğrultudan sapmayı gerektirmesi, diğer yandan ciddi bir devlet kapasitesi gerektirmesidir. Taraflar neoliberal modeli sorgulamaya hazır olsa da (ki değiller), yeni bir birikim modelini uygulayabilecek bir devlet kapasitesi mevcut değil.
'UTANGAÇ' KALKINMACILIK
O nedenle karşımıza çıkan model, bilinçli olarak tasarlanan ve uygulanan bir politika değil. Günü kurtarma, sorunları pansuman yaparak ileriye erteleme ve zorunda kaldıkça önlem alma sonucunda ortaya çıkan müphem bir model. Bu yalpalamaya, 2019 tarihinin ertelemek için çok uzun, yeni bir model kurmaya girişmek için çok kısa olmasını da eklersek, kilitlenme iyice belirginleşiyor.
Bu nedenle hükümet bir yandan yerli tarımı tasfiye etme pahasına enflasyonu tarım ürünlerinin ithalatını serbest bırakarak çözmeye çalışıyor. Diğer yandan da, cari açığı düşürmek için sanayide yerli üretimi teşvik edici önlemler alıyor: (i) bazı sanayi ürünlerinde ithalat vergisinin artırılması, (ii) yapım işleri ihalelerinde yerli malı kullanmayı teşvik eden düzenleme, (iii) İthal Sanayi Ürünlerinin Yerlileştirilmesi Projesi, bu doğrultuda atılan bir adım olarak görülebilir.
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün bu yeni projenin tanıtımında yaptığı konuşmadan biraz uzun da olsa şu alıntıya yer vermek isterim:
“Milli hedefler için, rotamız yerliliktir, yerli ürünlerin desteklenmesidir. Dışa bağımlılığı azaltmanın yolu, yerli ve milli üretimdir. Bu kapsamda, ‘İthalata karşı yerli üretim, yerli hamle’ çalışmasını başlatmış bulunuyoruz. Türkiye’nin ithal ettiği ara mallar içinden, ilk aşamada 978 adedini tespit ettik. Bu sayı, zamanla 2 bin 600’e kadar çıkacak. Bakanlığımızın hazırladığı ‘İthal Sanayi ürünlerinin Yerlileştirilmesi Projesi’nin sunumunu, geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulumuza yaptık. Projemiz kapsamında; öncelikli olarak kimya, ilaç, elektronik, makine, teçhizat, gıda ve motorlu kara taşıtları sektörlerindeki ürünlerin ülkemizde üretilmesi için, teşvik mekanizması kuracağız. Bu projede; Maliye, Ekonomi ve Kalkınma bakanlıklarımızla birlikte çalışacağız. 2018’de ilk ürün sözleşmelerini yapacağız. Gelecek yıl sonunda, inşallah ilk ürünleri görmüş olacağız.”
ARA SONUÇ
Bakan Ünlü’nün konuşmasında, adı konulmasa da fiili bir ithal ikamecilik modeli anlatılıyor. İthal ikamecilik söz konusu olduğunda ise bunun doğal ortağı yurt içinde üretim ve pazar kontrolü olan büyük sermayedir. Yani hükümetin yeni sanayi stratejisi çerçevesinde önerdiği ithal ikameci model, büyük sermaye ile olası yeni bir ittifakın temelini oluşturabilir.
Ancak sermaye hareketlerinin serbest ol duğu bir dönemde bu tip bir kapsamlı stratejinin uygulanması neredeyse olanaksızdır. Tam da bu nedenle, sürekli yalpalayan, bir dediği diğerini tutmayan, birbiri ile çelişen politikalar uygulayan bir ekonomi yönetimi var. Ve yine bu nedenle Saray’ın yerli ve milliciliği, kalkınmacılığı “utangaç”. Son bir rezerv ile yazıyı sonlandırayım: Her ne kadar 2019’a kadar mevcut tablonun değişmesi zor olsa da, küresel ekonomideki ve siyasetteki olası değişimler Türkiye’deki aktörleri daha cesur kararlar almaya zorlayabilir.