Geçen haftaki yazımda, günümüzde ekonomi politikaları
alanındaki ‘yeni normalin’ ortodoksiye dönüşle değil melez
modellerle tanımlandığını ileri sürmüştüm. Bu hafta diğer
ülkelerden bazı örnekler vermeyi planlıyordum. Ancak ülke
örneklerini biraz erteleyip, onun yerine Türkiye ekonomisindeki
gelişmeleri kısaca değerlendirmek, konuyu açmak açısından daha
işlevsel olacak diye düşündüm. Zira, ‘nereye gidiyoruz?’ sorusuna
verilen yanıtlar halen bir kakofoni halinde. Bu nedenle bu hafta
ekonomi yönetiminin doğrultusunun ne olduğu konusunu ele
alacağım.
Başlamadan, aşağıda açacağım görüşü belirteyim: Piyasa
yorumcularının beklediğinin aksine, seçim sonrasında değişen
ekonomi yönetimi, öncekiyle bir kopuşu değil sürekliliği temsil
ediyor.
ŞİMŞEK'İN MUHALEFETTEKİ MÜTTEFİKLERİ
Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanlığına atandığında,
muhalefette yer alan pek çok liberal kalem bunu coşkuyla
karşılamıştı. Şimşek’e neden destek vermemiz gerektiğini anlatmaya
çalışanı mı ararsınız, tebrik sırasına girenleri mi, yoksa önceki
modelin öldüğünden emin olmamız gerekir diyerek özeleştiri
isteyenleri mi; hepsini hep beraber izledik, gördük. Muhalefetteki
Şimşek müttefiklerini okuyanlar, ekonomi yönetiminin sert bir
‘u-dönüşü’ yaparak ortodoks ekonomi politikalarına döndüğünü
sanabilirdi. Adeta muhalefet iktidara gelmiş gibi bir hava oluştu!
Ancak, kendilerinin değil ama fikirlerinin iktidara geldiğini
sananların yanılması çok uzun sürmedi.
Şu hususu belirtmem gerekir: Ekonomi yönetiminin ana
yörüngesinin ne olacağını kestirmek halen zor. Zira buna dair bir
kapsamlı bir açıklama yapılmadı. Bir plan, program henüz görmedik.
O nedenle bu tip bir değerlendirmeyi yapabilmek için
inceleyebileceğimiz en önemli araçlar para ve maliye
politikasındaki gelişmeler. Bu iki alana baktığımızda, ekonomi
yönetiminin kısa vadeli patikasının şekillendiğini görebiliriz.
TCMB FAİZ KARARI: KOPUŞ DEĞİL SÜREKLİLİK
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Para Politikası Kurulu
(PPK) geçtiğimiz haftaki (20 Temmuz 2023’teki) toplantısında
politika faizini yüzde 2.5 artırarak 17.5’e çıkardı. PPK açıklamasında öne çıkan dört
temel vurgu vardı.
İlk olarak parasal sıkılaştırmaya devam edileceği belirtilmiş.
Her ne kadar mevcut ya da beklenen enflasyonla karşılaştırıldığında
halen yüksek negatif faiz politikası sürse de, politika faizindeki
bu sınırlı artış dahi bankaların verdiği tüm kredi türlerinde
faizleri zıplatmaya yetmiş görünüyor.
İkinci vurgu enflasyonun artmaya devam edeceği üzerine. Diğer
etkenlerin yanında özellikle TL’deki değersizleşmenin etkilerine
işaret edilmiş. Üçüncüsü, ikinciyle bağlantılı ve görebildiğim
kadarıyla açıklamanın en önemli vurgularından biri. TCMB, faiz
artışı dışındaki bazı etkenlerin, özellikle de cari dengedeki
iyileşmenin enflasyondaki beklenen artışı sınırlayabileceğini
savunmuş. Bu anlamıyla Hafize Gaye Erkan başkanlığındaki TCMB,
Şahap Kavcıoğlu döneminde dile getirilen cari fazla ile enflasyonu
kontrol etme yaklaşımını sürdürmektedir. Cari dengedeki
iyileşmelerin nasıl sağlanacağı konusunda da ‘doğrudan yabancı
yatırımlar, dış finansman koşullarındaki belirgin iyileşme,
rezervlerde süregelen artış ve turizm gelirleri’ sıralanmış. Son
olarak, faiz artışının süreceği ve bunun kademeli olacağı
belirtilmiş.
Kısacası, para politikasında, önceki politikayla
karşılaştırıldığında bir kopuştan çok süreklilik olduğunu
söyleyebiliriz. Bunun gerisinde ise iktidarın karşılaştığı açmazlar
yatıyor.
İKTİDARIN AÇMAZLARI
İktidarın ana hedefi, ekonomik gelişmelerin kendisine oy
kaybettirmeyecek şekilde seyretmesini sağlamak. Özellikle de 2024
bahar döneminde yapılacak yerel seçimlere kadar. Ancak bu kolay
ulaşılabilir bir hedef değil, çünkü iktidarın hareket alanını
sınırlayan iki temel ekonomi-politik kısıt var.
Bir yanda seçimi kazanmak için büyümenin sürmesi (dolayısıyla
istihdamın korunması ve hatta artması) zorunluluğu var. Diğer yanda
da büyüme için gerekli olan döviz gereksiniminin karşılanması
zorunluluğu. İkincinin yapılabilmesinin en kestirme yolu sert faiz
artışı. Ancak bu ilk amaçla çelişiyor. Bunun yanında başka açmazlar
daha var ama seçimlere kadar olan dönemde ekonomi politikaları bu
ana kısıt içinde gerçekleşecek.
YENİ ROTA ŞEKİLLENİYOR
Buraya kadar değindiklerim şu tespiti yapmamıza olanak veriyor:
Ekonomi yönetimi, pozitif reel faiz politikasına yanaşmıyor. Zira
bu yolun sonunda kredi çöküşü, firma iflasları, hatta ekonomik kriz
ve işsizliğin artışı olabilir. Tıpkı 2018-2019 döneminde olduğu
gibi. Ancak, 2021 sonrasındaki para politikası deneyine de devam
edilemiyor. Zira döviz ihtiyacı, bu deneyin sınırını oluşturuyor.
Bu durumda karşımızda yeni bir rota arayışının olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu rotanın para politikası ayağı, halen yüksek negatif reel
faizle sürüyor. Dolayısıyla TL kademeli olarak değersizleşiyor
ancak TCMB müdahalelerini yeniden rezerv biriktirerek yapıyor.
Rotanın maliye politikası ayağı ise, faiz aracının işlevini ikame
etmeye soyunmuş durumda. Yüksek vergi artışlarıyla, zaten alım reel
ücretleri enflasyon karşısında erimiş geniş kitlelerin alım gücü
daha da geriliyor ve talep sınırlanıyor. Burada amacın bütçe
açıklarını kapatmaktan çok talebin kısılarak, enflasyonla
mücadelede para politikasının ikame edilmesi motivasyonunun etkili
olduğunu düşünüyorum.
Peki, bu politika amacına ulaşır, iç talep baskılanırsa; AKP’nin
bugüne kadar başına gelmesinden en çok çekindiği gelişme olan
işsizliğin artması da kaçınılmaz olarak gerçekleşmez mi? Evet,
bunun gerçekleşmesini bekleyebiliriz. İktidar açısından bu sorun
karşısında olası çıkış yollarından biri, yeniden net ihracatı
büyümeye pozitif katkı yapar hale getirmekten geçiyor. Yani, fiyat
rekabetçiliğine dayalı ve ihracat çekişli bir büyüme modeline
dönüş, istihdamın ihracattaki büyüme sayesinde korunabileceği
hesabına dayanıyor olabilir.
Gerek Mehmet Şimşek’in ihracatçıları destekleyecekleri yönündeki
açıklaması, gerekse TCMB’nin
attığı ek sadeleştirme ve sıkılaştırma
adımları, bu yönde atılan adımlar olarak görülebilir. Bu formül,
esasında 2023 öncesindeki politikanın devamına işaret ediyor; yani
daha fazla kişinin daha az reel ücretle çalışması.
Kısacası, ekonomi yönetimi yüksek negatif faiz politikasını
sürdürmek istemektedir. Bu nedenle yüksek oranlı bir faiz
artışından beklenen iki sonuç (iç talebi kısmak ve sermaye
girişlerini sağlamak) maliye politikasıyla (vergileri artırıp alım
gücünü sınırlamak) ve ikili anlaşmalarla (Körfez turu) ikame
edilmeye çalışılmaktadır. Bu formülasyon sonucunda baskılanacak
olan iç talep ise, ihracatla yani dış taleple ikame edilmeye
çalışılabilir.
Normalde, bu tip büyüme modeli değişimleri kolay değildir. Zira
bu çalışanlar açısından reel ücretlerin daha da düşürülmesi ve
enflasyondaki artışın sürmesi anlamına gelecektir. Siyasi maliyeti
yüksek olabilir. Ancak, otoriter yönetimlerde büyümenin
kaynaklarını değiştirmek daha kolaydır. Erdoğan yönetiminin bunu
yapabilmesi, otoriter konsolidasyon doğrultusunda epey yol
almasından kaynaklanıyor.
Yazı epey uzadı, son olarak şunu vurgulayarak bitireyim: Siyaset
ile ekonomi arasındaki ilişkileri analize katarak yapılacak
yorumların çok daha kritik ve açıklayıcı hale geldiği bir dönemden
geçiyoruz. Bu iki alandan birini görmeyen analizler, daha önce
defalarca olduğu gibi, bir kere daha bizi çıkmaz yollarda oyalamaya
devam edecektir.