Muazzez Ersoy, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında şu cümleleri kurdu: “Sanat müziği inanılmaz bir durgunluk yaşıyor. Başkan Erdoğan'a buradan sesleniyorum. Türk müziğine ağırlık verilerek bir şeylerin yapılmasını istirham ediyorum müziğimiz bitmiş durumda. Gençler popüler müziğe kaymış durumda."
Oysa tarihe baktığımızda, popüler müziğe kayanın sadece gençler olmadığını görüyoruz. Muazzez Ersoy’un 30 Kasım 2016’da yayımlanan son albümünün adı, “90’dan Pop”. ‘90’lı yıllarda popüler olmuş pop şarkılarını kendince yorumluyor. Bunu, “Nostalji” albümleri serisine eklenen bir halka olarak değerlendirebiliriz ama aslında bambaşka bir albüm. Ersoy, “Nostalji”lerde kimi pop parçalarını yorumlamıştı ama başlı başına bir pop albümü oluşu, onu zincirden kopartıyor. Bundan üç yıl önce pop’tan medet uman, sanat müziğinin taze kana ihtiyaç duyduğu günlerde sırtını o dönemde besteler yapan isimlere çevirerek eskiye dönen Ersoy, bugün bu yaptıklarını yok sayarak sanat müziğinin ya da alaturkanın bittiğini söyleyebiliyor. Tuhaflığın daniskası!
Muazzez Ersoy, öncesi olmayan isimlerden. Onu tanıdığımız yıl, 1991. İlk albümü “Seven Olmaz ki/Senin İçindi”, bu yıl dinleyici karşısına çıkıyor. Hemen öncesinde onu TRT ekranlarında görüyoruz, ilk karşılaşmamız bu. Tarih, 1982 yılında bir gazinoda assolist olarak çalıştığını yazıyor ama bu kariyerinde bir sıçrama noktası değil. Onunla karşılaşmamız, 1991’deki ilk albüm. Sonrasında üç albüm daha var. Adını Muazzez Abacı’dan, soyadını Bülent Ersoy’dan alan sanatçı, yayımladığı dört albüm içinden kimi “hit” şarkılar çıkartıyor ama asıl patlaması, 1995 yılında piyasaya çıkan “Nostalji” albümü sayesinde. Hikâye, sonrasında bambaşka bir yöne evriliyor… Alaturkanın tıkanışı da bu noktada başlıyor.
“Nostalji 1” adını taşıyan ilk albüm, “Kalbimi Kıra Kıra” ile açılıyor, bir dönemin (bilhassa Yeşilçam filmlerinden hatırladığımız) meşhur şarkılarıyla sürüyor ve eski usul albümlerdeki gibi bir potpuri ile kapanıyor. Ertesi yıl yayımlanan “Nostalji 2”, alaturka şarkıların yanına arabeski iliştiriyor. 1997 tarihli “Nostalji 3”te bu seriye “Samanyolu” gibi pop şarkıları dahil oluyor, sonrasında da türküler…
1998 yılında bir arada yayımlanan “Nostalji 4-5-6”, Ersoy’un büyük gövde gösterisi yaptığı albüm(ler). Kapağında “Dünyada ilk defa 41 eser 3 kasette/1 tanesi hediye” notuyla yayımlanan bu üç albümün “ilk”i hangisi, bilinmez: İlk kez üçlü albüm yayımlandı desek, öncesinde örneği çok. Bu üç albüme 41 şarkıyı ilk kez soktu desek, daha fazlasını kapsayan albümler mevcut. “İki alana bir bedava”yı ilk kez kullandı desek, o da olmuyor zira öncesinde memlekette böyle promosyonlar yapıldı. Yekten yalan bir iddiayla piyasaya sürülen bu albüm(ler), büyük satış rakamlarına ulaşıyor –ki Ersoy’un gücü burada: Herkese dinletebiliyor. Dahası, eski şarkıların yeniden moda olması, “Nostalji” serisinin tutmasıyla alakalı. Hatırlarsınız, ‘90’lı yılların ikinci yarısında bir “best of” modası vardı: Herkes önce kendi eski şarkılarını yeni düzenlemelerle piyasaya sürdü, sonra “nostalji” başlığı altında eski “hit”lerden oluşan albümler yaptı. Ersoy, her şey bir yana, “nostalji”yi bir tür olarak literatüre soktu. Neyse ki sonradan bu unutuldu ama hâlâ tek tük “nostalji” geceleri düzenleniyor…
Muazzez Ersoy’un büyük gövde gösterisi, 1999 yılının 15 Mayıs gecesi Taksim’de bulunan Büyük Maksim’de yapılan gala gecesi. Albümleri yayımlayan Neşe Müzik tarafından düzenlenen bu gecenin davetiyesi, tuhaf bir plak. Yapımcı Neşe Demirkat, dinleyenleri, şu cümlelerle geceye davet ediyor: “Geçmişi günümüze taşıyan, ölümsüz eserlerin eşsiz yorumcusu, değerli sanatçımız Muazzez Ersoy ve ‘Nostalji’ serisinin oluşumunda emeği geçen sayın besteci, söz yazarı ve bütün emektarların adına yapılacak ödül törenini onurlandırmanızı rica ederim.” Plak tuhaf, zira 45’lik boyutunda ama bir yüzü 45 devirli, diğer yüzü 33. Memlekette yapılmış en acayip plaklardan biri bu. Hatta, yukarıdaki iddia bu plak için doğru olabilir: Belki de dünyada ilk ve hatta belki de tek!
Geceyi “gövde gösterisi” kalıbıyla tanımlama sebebim, sonrasında kopartılan fırtına: Çıkan haberler, Muazzez Ersoy’un, “Nostalji” serisinde eserleri kullanılan besteci ve söz yazarlarını ihya ettiği yönünde –ki bu (bildiğim kadarıyla) doğru. O güne dek telif ödemeden şarkıları yorumlayanlara inat, büyük telifler ödeyerek şarkıları alan Ersoy, sonrasında piyasanın da yükselmesine sebep olan isim. Bunda bir sıkıntı yok. Eski şarkıları yorumladığı albümlere dair tek eleştirim, yorumun ve düzenlemelerin kötü olduğunu söylemek olur –ki öyle. Muazzez Ersoy, iyi bir yorumcu değil. Kendini eski şarkılarla ifade etmesinin sebebi biraz da bu. Unutulmuşu hatırlatıyor, şarkıların güzelliğiyle (ve ihtişamlı düzenlemeler eşliğinde) sesini ve yorumunu gölgeliyor. Neticede kimse buna takılmıyor. Sonrasını da getiriyor zaten: “Nostalji” serisi, art arda yayımlanan albümlerle 12’yi buluyor.
2002 yılında “Nostalji”ye ara veren, “Senin İçin” başlıklı bir albüm yapan Ersoy, “yeni” şarkılar söylüyor ama bu tutmuyor. Bunu, art arda yayımlanan iki albümle sürdüren sanatçı, bu albümler iş yapmayınca yine geçmişe dönüyor ve 2007 yılında “Kraliçeden Nostaljiler” başlıklı bir albüm yayınlıyor. Sonrası, başarısız dönemler: Yaptığı albümler ilgi görmüyor, bir dönem gördüğü milyon satışlar 50 binlere iniyor. Bu arada eski albümleri yeniden piyasaya sürülüyor ve yazının başında sözünü ettiğim “90’dan Pop” başlıklı (o dönem giderek popülerleşen ‘90’lı yılların şarkılarını yorumladığı) albümü yapıyor. Bir dönem “nostalji” modasını başlatan Ersoy, ilgi görmek adına, art arda yayımlanan ‘90’lar albümlerine bir yenisini ekliyor. Bu, çok satan son albümü. Karışık albümlerde, adı “tribute” olan kimi çalışmalarda söylediği şarkılar bir yana, şimdilik adını taşıyan son çalışma, geçtiğimiz yıl yayımlanan “Kraliçenin Nostaljisi/Nerde Kalmıştık?” başlıklı albüm. O da “eski” şarkılardan yapılmış bir derleme.
Yukarıda, “Nostalji” serisinin ilgi görmesinin, sonrasında art arda yapılan “nostalji” albümlerinin önünü açtığını söylemiştim. Alaturkanın durduğu, “yeni” bestelerin yapılmadığı bir dönemin başlangıcı bu. Başta İncesaz, Melihat Gülses, Münip Utandı, Güzin Değişmez gibi isimler hâlâ “yeni” işler yapıyorlar ama bu türü ana artere taşımak artık mümkün görünmüyor. ‘70’li yıllarda pop’un en büyük rakibi, ‘80’li yıllarda ana arterin ta kendisi olan alaturka, artık unutulmuş bir tür olarak tarihe yazıldı. Bunda, Muazzez Ersoy’un payı büyük. Şimdi bunları hiç yapmamış gibi ortalığa çıkması, bunları dile getirmesi çok acayip. İnsan altında başka şeyler arıyor ama hiç buna girmeyeyim.
Bir şey daha: Alaturka ya da Türk sanat müziği dediğimiz tür içten geliyor, dışarıdan müdahaleyi kabul etmiyor. Tam da bu yüzden rakının yanına ilişiyor. Devletin ondan uzak durması gerek. Aslında bizzat müziğe ya da genel olarak sanata bulaşmamalı ama bunu söylemek, hatırlatmak bile abes.