“Bir Parfümcünün Yükselişi ve Düşüşü” romanında Balzac, Fransa’nın devrimden sonraki siyasi çalkantılarını, bir küçük esnafın, Cesar Birotteau’nun hayatındaki değişim üzerinden anlatır: “Ticaretin daima düşmanı olan siyaset fırtınaları ve hükümetin azami fiyatları tespit etmesi yüzünden alışverişin günden güne öldüğünü, bir kazanç temin edemediğini görüyordu… Cesar, mutlak bir rejimin vatandaşlara temin ettiği huzur ve sükunu, maddi menfaati düşüne düşüne müfrit bir kralcı kesildi.”
Birotteau için siyasi istikrar, alışveriştir. Peruk ve pudra varsa istikrar da vardır; oysa devrim, aristokratların kellesini alınca, onun dükkanının bereketini kesmiştir.
AKP ile tabanı arasındaki ilişkinin seyri de bir Cesar Birotteau hikayesini andırıyor…
Bu köşede 16 Haziran günü yayınlanan yazıda, AKP’nin sokakta patlayan bir “esnaf devrimi” üzerinden iktidara yürüdüğü ve en fazla çekindiği kesimin onlar olduğu savunulmuştu.
Zira AKP, daha önce hiçbir partinin sergileyemediği bir maharetle özel bir sınıfı, yekpare seferber etmeyi başardı. Genelde KOBİ olarak etiketlense de esas “çekirdeği” mikro işletmeler oluşturuyordu. Mahalledeki bakkaldan imalat sanayinin dış çeperindeki atölyeye uzanan bu kalabalık nüfus, partinin başından beri bayrak taşıyıcısı oldu. 2002’deki “muhafazakar devrimin” öncü kuvvetleriydi onlar.
Bunun dışında Erdoğan’ın kapılarını açtığı “Müslüman diyarların” nimetleriyle hızlı büyümüş hırslı bir Anadolulu tüccar zümresi, ikinci büyük halkaydı. En dar, en zengin ama merkeze en yakın grup da kamu ihaleleriyle birikim sağlamış “türedi” burjuvalardı. Geleneksel büyük sanayi sermayesini ve finans kapitali partinin yörüngesinde tutan şey ise, AB merkezli küresel pazarlarla ilişkilerdi. Kurulan nizamın dengesi, dışarıdan yüklü miktarda gelen kaynağın, siyaset eliyle içeride dağıtımıyla sağlanıyordu.
Türkiye’de bu denli geniş yelpazeye yayılmış irili ufaklı sermaye kesimini, girişimciyi vs. aynı anda besleyebilmenin başka yolu da yoktu zaten. 2002’ye kadar Cumhuriyet tarihi boyunca alınan 130 milyar dolarlık dış borcun, 18 yılda 4’e katlanması; vatandaşın, devlet Hazinesi kadar borçlanması bundandı. Daha önce görülmemiş derecede Türkiye’ye giren sermaye akımları, daha önce emsali olmayan kapsayıcılıkta sınıf ittifakları kurulmasına imkan tanıdı.
İşte ekonomik krizle beraber, AKP siyasi mimarisinde oluşturulmuş “ekonomik müesses nizam” dağılıyor. Kurduğu sınıf ittifaklarının çıkarını uzlaştırmakta zorlandığından, dış kaynak kesilince içeride nasıl bir bölüşüm politikası uygulayacağına karar veremediğinden bocalıyor AKP; klik kavgasına esir düşüyor, ailenin korunaklı surlarında gedikler açılıyor. Kur-faiz politikaları, sadece büyük sermaye ve yabancıların değil, bizatihi asli tabanın da paradoksuna dönüşüyor.
Gelin durumu biraz daha detaylandıralım…
***
Türkiye ekonomisinin yüzde 99’u KOBİ. Bunun 93.4’ü küçük ve mikro işletmeler. 10 kişiden az çalışana sahip, yıllık net hasılası 3 milyon lirayı aşmayan mikro işletmeleri dikkate alırsak, toplam içindeki oranı yüzde 66. 2010-2018 arası her yıl ortalama 70 bin adet yenisi açıldı. Bütün 90’lı yıllar boyunca bankacılıktan aldıkları kredi payı yüzde 5’i aşamazken, 2010’lardan sonra yüzde 27-28’lere yükseldi. Özetle AKP devri, mikro işletmeler açısından tarihin en bereketli yıllarıydı. Ta ki, kriz baş gösterene dek…
AKP krizi uzun süre şiddetle reddetse de henüz 2016’da Kredi Garanti Fonu’nu devreye alarak, küçük işletmeleri korumaya çalıştı. 2018’den itibaren kamu bankaları seferber edildi. Düşük faiz ekonomi politikasının yanısıra siyasi ajitasyonunun da merkezine yerleşti. Pandemi sürecinde açıklanan paketlerin ağırlıklı kısmı, yine mikro işletmeleri hedefliyordu.
Peki sonuç ne oldu?
Şu grafikler mikro ve küçük işletmelerin 9 aylık kredi borçlarının seyrine ve kaç işletmenin kredi borcu olduğuna işaret ediyor.
Mikro işletmelerden kredi çekenlerin sayısı 3.2 milyona dayanmış durumda. Geri kalan tüm işletmeleri toplasanız, mikro işletmelerin sayısı onların 6-7 katı fazlası. İşletmeleri kapsayan bir sandık konulsa iktidara eze eze gelecek kesim belli.
Şu grafikler de mikro işletmelerin yoğunlaştığı bazı sektörlerdeki kredi artışlarını yansıtıyor:
En küçük fakat en kalabalık işletmeler boğazına kadar borca batmış haldeler. Faiz avantajı istenildiği kadar devam ettirilsin, ne yeni kredi alacak mecalleri var, ne de aldıklarını ödeyebilecek güçleri. Hükümet de bunu bildiği için pandemide yeni bir yapılanma paketi daha açıkladı. İşe yaradı mı, ona da bakalım.
Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre, Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşması uyarınca Eylül 2009-Eylül 2020 arasında 100 büyük firmanın 17.4 milyar liralık kredisi yapılandırıldı. Bunun 55 tanesi Marmara Bölgesi’nden.
Asıl çarpıcı tablo küçük ölçeklilerde. Burada sadece 26 firmanın 281 milyon liralık borcu yapılandırılmış. En fazla yapılandırma 8 tane ile toptan ve perakende ticarette. Firmaların yarısından fazlası İstanbul ve çevresinden. En yüklü yapılandırma 82 milyon lira ile ticarette. Ticarette faaliyet gösteren mikro işletmelerin kredi borcunun ve takibe düşmüş miktarın yanında devede kulak. Binlerce iflası, haczi de hatırlatalım.
***
AKP döneminde iyi yıllar geçiren Cesar Birotteau’lar dönüp yavaş yavaş bereketi neyin, kimin kaçırdığına bakıyorlar şimdi. Bir müsebbip arıyorlar. Malatya’da doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a söylenen sözleri ya da Denizli’deki dönercinin isyanını, Saray’ın hafife alacağı uyarılar olarak görmemek lazım. Berat Albayrak’ın “görevden affı” ile buralara uzanan bir yol beliriyor. İslami ilişki ağlarının ürettiği ideolojik kabuk, daha ne kadar onları çemberin içinde tutar bilinmez. Ama aradıkları şey belli: “Peruk ve pudra” istikrarı.
Müfrit bir kralcı da olabilirler, isyankâr bir Cumhuriyetçi de. Bunu belirleyecek olan, değişimin bayrağını bu sefer önde kimin tutacağı...