Beşinci bölümü 1 Mayıs Cuma itibariyle Blu TV’de
yayımlanan Alef dizisi, evlerimize kapandığımız bu dönemde
kuşkusuz ilgi çeken bir dizi oldu. İnternette özel platformlarda
yayımlanan ve televizyon dizilerinden oldukça üstün projeler olarak
farklarını ortaya koyan bu diziler, kendi izleyici kitlelerini
yaratıyor. Şahsiyet, Masum ve Bozkır internet
platformlarında yayımlanan polisiye dizileriydi. Alef, bu
dizi konseptinin son halkası oldu.
Dizinin tanıtımı şu şekilde: “BluTV ve FX ortaklığında hayata
geçirilen, başrollerini Kenan İmirzalıoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan ve
Melisa Sözen’in paylaştığı ve yönetmen koltuğunda ödüllü yönetmen
Emin Alper’in oturduğu Alef, İstanbul Boğazı’nda bir cesedin
bulunmasının ardından ortaya çıkan çeşitli cinayetlerin sırrını
çözmeye çalışan iki dedektifin hikayesini konu alıyor.”
EMİN ALPER FARKI
Alef dizisi hem prodüksiyon kudreti hem de Emin Alper
gibi -üç sinema filmiyle de oldukça başarılı bir profil çizen-
ulusal sinemamızın en özgün yeni yönetmenlerinden biri tarafından
çekilmesinden ötürü beklentiyi çok yükselten bir yapım oldu. Emin
Alper’in ilk defa bir dizi projesinde, üstelik kendisinin yazmadığı
bir senaryoyla var olmasının nasıl bir ürün ortaya çıkaracağı
merakla bekleniyordu. Dizinin yönetmenlik özelikleri, çekim
teknikleri, ışık kullanımı, mekan tercihleri gibi mizansen
unsurlarında şu ana kadar göze batan, aksayan bir yön görünmüyor.
Başarılı bir çekim atmosferi kurulmuş.Ancak Alef’in
aksayan kısımları senaryonun ayrıntılarında...
Alef’in bazı sahneleri oldukça çarpıcı çekilmiş.
Mezarlık sahnesi bunlardan biri. Güçlü bir görselliğe yaslanan bu
sahne, mevsim uyuşmazlığına rağmen izleyiciye başarılı bir atmosfer
sunuyor. Sahnedeki mezarlık ve ölüm miti de dizinin temel
çatışmasına uygundu. Daha başarılı bir diğer sahne ise tekke yakma
ve zikir sahnesi. Sinemamızda çok az örneği olan zikir sahneleri
arasında tartışmasız en iyisi olan bu sahne, unutulmaz bir atmosfer
yaratımıyla akıllara kazındı. Genel olarak da başta da söylediğim
gibi yönetmenlik namına başarılı bir dizi Alef.
KALENDERİLER KİMDİ?
Çekimlerin başarısının yanında dizinin senaryosu ise tekliyor.
Genel hikâye oldukça özgün ve övgüyü hak ediyor. Daha önce kimsenin
yanaşmadığı bir konu olan mistik, hakim inanç gruplarının dışında
kalan heterodoks akımlar üzerinden bir polisiye senaryosu çıkarmak
oldukça iyi bir fikir. Ancak sadece bir fikir. Bu fikri
ayrıntılarla zenginleştirmek, karakterleri yaratırken daha fazla
özgünlük ortaya koymak gerekiyor. Ana hikâyeden başlarsak, bulunan
cesetlerin katilinin verdiği mesajlarla Osmanlı döneminde zulüm
görmüş tarikat yapılarına uzanmak, sinemamız namına oldukça
önemli.
"Yasâğ-ı Bed" olarak anılan 1666-1684 arasında süren semânın
yani müzikli zikrin yasaklanmasından günümüze bir bağlantı
oluşturulması dizinin başarısı. Ancak burada bu dönem, olayları
kısmen kolay atlatan Mevlevi tarikatı üstünden verilmiş. Başka bir
yapı olan Bayrami Melamileri bu yüzyılda ve devamında sistemli bir
baskı görmüşlerdi. Hikaye onlar üstünden kurulsa daha yerinde
olurdu. Mevleviler kısa sürede makbul bir tarikata dönüşmüştü.
Dizinin,Mevleviler ile Kalenderiler arasında bir anlamda organik
bağ kurması da senaryonun tarihsel gerçekliği hususunda eksik bir
nokta oluşturmuş. Gezgin heterodoks, aykırı dervişler olan
Kalenderiler, Mevlevi tarikatı içinde değil Bektaşi tarikatı içinde
kendilerine yer buluyorlardı. Bu ayrıntılar bugün önemli mi
derseniz aykırı olmayan bir tarikat yapısından aykırı bir uç aramak
zorlama oluyor diye düşünüyorum.
Gerçekle kurgunun birleşimi bazen kurgunun gerçeği
dönüştürmesine neden oluyor. Hazır yeri gelmişken Alef’te
bahsi geçen Kalenderiler ve heterodoks inanç gruplarını merak
edenler için Ahmet Yaşar Ocak’ın "Kalenderiler", "Zındıklar ve
Mülhitler" kitaplarını,Ahmet Karamustafa’nın "Tanrının Kural
Tanımaz Kulları" isimli kitabını ve Ömür Ceylan’ın “Böyle Buyurdu
Sufi” kitabını meraklısına tavsiye ederim.
KARAKTERLER DERİNLİKLİ DEĞİL
Diziye karakterler bağlamında bakacak olursak, Londra’dan gelen
Kemal (Kenan İmirzalıoğlu) ile geleneksel yönü kuvvetli tecrübeli
ortağı Settar (Ahmet Mümtaz Taylan) dizide karakter derinliği
unsurlarıyla yer alamıyorlar. Komiser Kemal 13 yaşından beri
Londra’da yaşayan bir Türkün özelliklerinden yoksun. Ne dilinde
aksan var ne de cinayetleri çözmek için Osmanlı geleneksel
yapısından bahseden metinleri okurken zorlandığını görüyoruz.
İzmir’den İstanbul’a atanmış gibi duruyor. Karakterleri
insanileştiremiyoruz. Sadece viski içmesi yeterli bir imaj olmuyor.
Komiser Settar (Ahmet Mümtaz Taylan) da aynı şekilde benzerine
çokça rastladığımız polislerden biri. Memoli karakteriyle
hatırlanan Yılan Hikayesi’ndeki dürümcü minibüsünde karın
doyurmak, Behzat Ç’le özdeşleşen meyhane muhabbetleri ve
yine Behzat Ç’den hatırladığımız ölen kızın karakterin
sürekli gözünün önüne gelmesi ne yazık ki Alef’de de bizi
terk etmedi.
Sürekli olayların üstüne kapatmaya çalışan Emniyet amiri de
Behzat Ç’den yadigar. Küfürsüz konuşamayan Orta Anadolu
şiveli amir dizinin en sempatik karakteri yine de. Komiserlerin
ofiste çalışan yardımcılarına ise hiç senaryo yazmamışlar. Varla
yok arasındalar. Sadece sorulunca konuşuyorlar. Özellikleri
belirgin değil. Profesör olarak uygun görülen Yaşar (Melise Sözen)
ise bu rol için fazla genç ve ders anlatma sahnesinde ezberlediği
replikleri hızlıca okuyan haliyle sürekli ders anlatan hoca
izlenimi veremiyor. Tüm bunlara rağmen ülkenin politik durumuna
yönelik inceliklerin dizide es geçilmemesi ise dizinin
artılarından.
İNTERNET DİZİLERİ BEKLENTİYİ YÜKSELTTİ
İnternet platformları dünyanın her yerinde olduğu gibi
Türkiye’de de izleyicilerin beklentilerini yükseltti. Alef
gibi diziler yerli rakiplerinin çok ilerisinde olsa da uluslararası
normlarda dizi izleyen paralı platformların izleyicileri için biraz
yavaş ve aksiyonsuz bulunabilir. Bu dizilerin Amerikan versiyonları
ana akışın dışına yan hikâyelerle de olay örgüsünü besliyor. Ana
olaydan bağımsız olarak gelişen bu kısa bazen tek bölümlük
hikâyeler aksiyonu diri tutuyor. İzleyicinin böyle beklentileri
oluştu artık.
Yerli, coğrafyanın kültürel zenginliğinden hareket eden bir
polisiye görmek isteyenler bu dönemde daha iyi bir yerli örneği
olmayan Alef’i izleyebilirler. Sürekli yabancı dizilerle
beslenenler yerli üretimlere zihnen imkan vermeli diye düşünüyorum.
Zamanla belki İskandinav polisiyeleri gibi bizim de uluslararası
arenada kendimize has özelliklerimizle var olacağımız dizilerimiz
olur. Bu diziler bu çabanın ilk ürünleri olarak ilgiyi hak
ediyorlar.