Herkesin bildiği sır, nihayet ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Alevi olduğunu ilan etti. Daha doğrusu ilan etmek zorunda bırakıldı. Herkesin bildiği ancak açık açık yapamasa da çoğunun bir kabahat veya kusurmuş gibi aleyhine kullanmaya çalıştığı kimliğini son derece sakin bir şekilde ifade etti.
Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması siyasi kariyeri açısından başından bu yana bir engel olarak görülüyordu. Bu “engel” yakın zamanda birilerinin ağzından “Türk toplumu, yani Sünni diyebileceğimiz daha Müslüman kesim tarafından bu bir endişedir” diye, birilerinden de “toplumun en önemli fay hatlarından birini tekrar kırmaya çalışan bir anlayışın altında hepimiz kalabiliriz” ifadeleriyle dile geldi. Kılıçdaroğlu etrafında aylarca sürdürülen “seçilecek aday” tartışmasının açıkça ifade edilemeyen dayanaklarından birini de bu oluşturuyordu.
Türkiye’nin, toplumu Türklük ve Sünnilik içinde eritip homojenleştirmeyi hedefleyen yüzyıllık devlet projesinde Kürt kimliğine olduğu gibi Alevi kimliğine de yer yoktu. Varsa bile kişinin o kimlikle bilinmiyor olması, biliniyorsa dahi o kimliğini ifade etmiyor olması gerekirdi. Erdoğan bu durumu 2012’deki bir konuşmasında “Kabinemde 5 bakan arkadaşım Kürt. Süs eşyası diye taşımıyorum. Bekir Bey (Bekir Bozdağ) Kürt’tür. Binali Bey (Binali Yıldırım) bile bilmiyor” diye gururla anlatıyordu. Hatta “Nusret Bey (Bayraktar) Laz, ama kimse onun öyle olduğunu bilmez” diye de ekliyordu. Bekir Bey'in Kürtlüğünü, Nusret Bey'in Lazlığını mesai arkadaşlarından bile gizleyebilmiş olması bir övünç kaynağıydı. O kimlikleriyle bakan olabilirlerdi ama mümkünse Binali Bey bile bilmesindi.
Devlet Bahçeli ayrıca ve özellikle vurgulayana kadar birçok kişinin Bekir Bozdağ’ın Kürt olduğunu bilmemesi, Erdoğan’ın “Al sana bir Kürt daha” diye hitap edene kadar dönemin iki bakanının Kürtlüğünü görünür etmemesi, Fahrettin Koca’nın Kürt olup olmadığından hala emin olamamamız gibi, Alevi kimliği de mümkünse görünür olmaması gereken bir unsurdu.
BİZİ BİZ YAPAN VARLIKLARIMIZ
Kemal Kılıçdaroğlu, bu seçim kampanyasında mevcut hükümetin yıllardır bir umacı olarak kullandığı bu ve benzeri argümanlarla bir bir yüzleşmeye ve her birini ortadan kaldırmaya çalışıyor. “Ben Aleviyim” açıklaması, “Kürtler” başlıklı videosu gibi siyasi iktidarın aleyhe kullanmakta son derece mahir olduğu bir aracını daha elinden almış oldu. Alevi kimliği herkesin bildiği bir sır olmaktan çıktı, kamusal görünürlüğü olan sıradan bir gerçeğe dönüştü.
Kılıçdaroğlu bu açıklamalarıyla sadece siyasi iktidarın söylemiyle değil ülkede hâkim kılınmaya çalışılan tekçi zihniyetin ezberiyle de karşı karşıya gelme cesaretini gösteriyor ve bu ezberi yeni bir yüzleşmeye zorluyor. Bu açıdan 14 Mayıs seçimi Türk ve Sünni “makbul vatandaş” yönünden de bir yüzleşmenin seçimi olacak. Alevi olduğunu ifade eden, bu kimliğinin “bizi biz yapan varlıklarımız” olduğunu, o kimliklere “onurla sahip çıkmamız gerektiğini” söyleyen bir siyasetçinin seçimi olacak 14 Mayıs.
Kılıçdaroğlu’nun “Aleviyim” dediği açıklaması, üzerinden bir yük atma çabası da değildi. “Kimliklerimiz bizi biz yapan varlığımızdır”, “Onlarla doğarız, büyürüz ve yaşarız” vurguları güçlü bir sahiplenmenin de mesajlarını veriyordu.
Yine de açıklamasında yer verme ihtiyacı duyduğu “Artık kimlikleri konuşmayacağız, başarıları konuşacağız. Artık ayrışmaları ve farklılıkları konuşmayacağız. Ortaklıklarımızı ve ortak hayallerimizi konuşacağız” ifadeleri için henüz erken olduğu kanaatindeyim. Tam aksine bu ülkenin çok daha uzun süre çekinmeden, yüksünmeden her türlü kimliği ve farklılığı konuşmaya ihtiyacı var. En azından başka bir siyasetçi veya cumhurbaşkanı adayının bir sırrını itiraf ediyormuş gibi kimliğini basın açıklamasıyla duyurma gereği duymaması için kimlik ve farklılıklarımızı birbirimize anlatmaya, bunu kamusal hayatın bir sıradanı haline getirmeye ihtiyacımız var.