Aleviler Yavuz Sultan Selim'e neden itiraz ediyor?
'Üçüncü Köprü' namı diğer Yavuz Sultan Selim Köprüsü açılırken, ismiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Alevi toplumu bu isimden rahatsız. Tarihçi Ayfer Karakaya, “Alevi katliamlarının inkârı koskoca bir topluluğun kolektif hafızasını görmezden gelme anlamına gelir” diyor.
Aynur Tekin atekin@gazeteduvar.com.tr
Yapımına 2013 yılında başlanan Yavuz Sultan Selim Köprüsü bugün açılıyor. Bir yandan köprünün 'birleştirici gücü'ne vurgu yapan reklam filmleri yayınlanırken diğer yandan köprüye verilen Yavuz Sultan Selim ismi toplumdaki bir ayrışmayı da ortaya koyuyor. Alevi kurum ve kuruluşları, daha birleştirici bir ismin neden düşünülmediğini soruyor.
Yeni köprünün adına yönelik Alevi tepkilerinin en önemli örneklerinden biri, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katıldığı Alevi-Bektaşi derneklerinin iftar yemeğinde yaşanmıştı. Alevi Bektaşi dernekleri temsilcileri, isim konusundaki hassasiyetlerini dile getirerek köprüye, “Yunus Emre” isminin verilmesini önerdi. Fakat bununla ilgili bir cevap alınamadı.
DOĞU’YA SEFER YAPAN İLK PADİŞAH
Üçüncü köprüye ismini veren 9. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’da doğuya sefer yapan ilk padişah. Resmi tarih söyleminde aynı zamanda “ilk Türk İslam halifesi” olarak adlandırılıyor. Bu bakış açısına göre halifelik, Yavuz zamanında Abbasilerden Osmanlı devletine geçti. Resmi tarih anlatıları kendi aralarında her konuda anlaşamasa da, Yavuz’un İslam koruyuculuğu perspektifiyle İslam dünyasını tek çatı altında birleştirdiği övgülerinde birleşiyor.
'BEİS YOK'
Köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesinde beis görmediğini belirten İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Feridun Emecen, şunları söylüyor: “Yavuz Sultan Selim, önemli Osmanlı sultanlarından biridir ve kısa süren saltanatı sırasında Osmanlı’nın doğuda büyük bir ilerleme sağlamasını temin etmiştir. Öncelikle Safevilerin Anadolu’yu hedef alan siyasetine set çekmiş, ardından da Memluk sultanlığına son vererek Arap dünyası üzerinde hâkimiyet sağlamıştır. Bu bakımdan O’nun Osmanlı tarihinde özel bir yere sahip olduğunu unutmamak lazım.”
ERDOĞAN: ECDADIMIZLA ÖVÜNÜYORUZ
Köprünün ismi tartışılmaya devam ederken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu tercihle ilgili şunları söylemişti: "O kısa padişahlığında ülkemizi nereden nerelere getirdi. İnkâr mı edecektik onları. Onları hatırlamak için bu isimlerle yâd ediyoruz. Biz ecdadımızla büyüdük, ecdadımızla övünüyoruz.”
'MEZHEPÇİ SİYASETİ TAÇLANDIRIYOR'
Alevi-Bektaşi tarihi araştırmacısı The College of William and Mary Öğretim Görevlisi Ayfer Karakaya ise, “Köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesinin AKP’nin, Suriye kriziyle birlikte iyice alenileşen kaba mezhepçi siyasetinin taçlandırılmasından başka bir şey olmadığını düşünüyorum” diyor. Karakaya, böyle bir projeye isim seçerken devleti temsil eden kişilerin toplumun bir kesiminde nefret ve dışlanmışlık hissi yaratmayacak ve tersine toplumu bir araya getirecek isimler seçilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
“Köprüye bu ismi vermek Türkiye'nin iç ve dış politikasıyla ilgili ne anlama geliyor?” sorusunu şöyle yanıtlıyor Karakaya: “Yavuz Sultan Selim Arap topraklarını Osmanlı’ya katan kişidir. Recep Tayyip Erdoğan da Arap/İslam coğrafyanın ikinci fatihi olmayı hayal ediyordu, bu anlamda kendisini Yavuz Sultan Selim ile özdeşleştiriyor, onun ardılı göstermeye çalışıyordu. Ama dış politikadaki tüm bu iddialar, bu hayaller büyük bir fiyaskoyla sonlandı; bırakın Ortadoğu’nun yeni fatihi olmayı, elde olanı kaybetme noktasına geldiler. Bilhassa bu yüzden, yani fiyaskoyu daha da görünür kılmamak adına köprünün adının aynı kalmasında ısrarcı olacaklardır diye düşünüyorum.”
İsmin iç politika açısından güçlü mezhepçi mesajlar taşıdığını söyleyen Karakaya, Suriye politikasında tam bir “u dönüşü” yapılmış olsa da içerideki İslamlaştırma/Sünnileştirme siyasetinden geri adım atıldığına dair herhangi bir emare olmadığını söylüyor.
40 BİN ALEVİ KATLEDİLDİ
Alevi katliamı ilk olarak dönemin önemli devlet adamlarından İdris-i Bitlisi tarafından yazılan Selim Şahnâme eserinde geçiyor. Eserde 40 bin Alevi’nin katledildiği belirtiliyor. Osmanlı’nın resmi kaynakları arasında kabul edilen eserle ilgili iki farklı görüş var. Tarihçilerin bir kısmı eserin güvenilir bir kaynak olduğunu ve çok uzun yıllardır derslerde okutulduğunu belirtiyor. Bunun tam tersini düşünen tarihçilerin argümanıysa şu: İdris-i Bitlisi eserini hayattayken temize çekemediği için bu işi oğlu devralıyor. Eseri yeniden düzenleyen yazarın oğlu Ebulfazl Mehmed Çelebi, bilgi eksikliği sebebiyle Alevi katliamıyla ilgili bölüme yanlış bilgiler ekliyor.
Prof. Dr. Feridun Emecen de Ebulfazl Mehmed Çelebi’nin kendi edindiği bilgilerle babasının eserine eklemeler yaparak Selim Şahnâme adlı eseri tamamladığını ifade ediyor ve şöyle diyor: “Çaldıran Seferi öncesinde I. Selim'in 'Kızılbaş taifesinin kökünü kazımak için' memleketteki idarecilere bir emir yolladığına dair iddia yer alır. O yazara göre bu emre dayanarak ‘katliam’ yapılmıştır.”
'ESAS SEBEP NEO-OSMANLICILIK'
İdris-i Bitlisi’nin Osmanlı’nın doğudaki Kızılbaş siyasetinin yürütücüsü olduğuna dikkat çeken Karakaya ise eserinin genel itibariyle güvenilir bir kaynak olduğunu vurguluyor ve “Bu bilgi daha sonraki Osmanlı tarihçileri tarafından da hiç sorgulanmadan aynen tekrar edilmiştir; demek ki böyle bir şey o dönemde pekala hayal edilebilir bir şeymiş” diyor. Karakaya’ya göre muhafazakâr tarihçilerin bu yaklaşımının asıl sebebinin neo-Osmanlıcılık. Bu yaklaşımla Osmanlı’nın ne kadar hoşgörülü olduğunu kanıtlama çabası güdülüyor ve Osmanlı sisteminin günümüzde de bir alternatif olabileceği mesajı veriliyor.
KATLİAM ÇALDIRAN’DAN ÖNCE
Sürece ilişkin tartışılan bir diğer konu ise katliamın demografik boyutu. O dönemde 40 bin Alevi katledilseydi bunun mutlaka kayıtlara yansıyacağı görüşü dile getiriliyor. Bu iddia ile ilgili görüşüne başvurduğumuz Karakaya önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Anadolu’da Alevi nüfusun en yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu’da birçok şehir, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Oysa bahsi geçen 40 bin Alevi’nin öldürülmesi Çaldıran öncesidir. Söz konusu katliam Orta ve Batı Anadolu’da yapılmıştır, bugün Anadolu dediğimiz büyük coğrafyanın tümünde değil. Zaten muhtemelen Yavuz’un katliamları sayesindedir ki bugün Anadolu’nun batısında çok daha az Alevi kalmıştır.”
Karakaya, Alevi katliamlarının inkârının koskoca bir topluluğun kolektif hafızasını görmezden gelme, hafife alma, yalanlama anlamına geldiğini belirtiyor. Bu yaklaşımı 'tarihçilik adına kabul edilemez ve etik dışı' olarak değerlendiriyor.
Selim Şahname: Hesaplanan 40 bini aştı
Tartışmanın esas konusu ve birincil muhatabı olan İdris-i Bitlisi’nin eseri Selim Şahname’de Alevilere katliam yapıldığı belirtilen kısım şöyle:
“Akıllılık öncelikle evdeki düşmanı düşünmektir. Kızılbaş ordusu çoktur, bu ordunun esası Anadolu’dadır. Sufi benzeri kimselerin oğullarından ve bağlılarından, Anadolulu Kızılbaşlardan oluşan bir ordudur. Anadolu insanlarından ordu toplanmıştır. Öncelikle Sufi tabiatlı kişiler arasından asker seçilmiştir. Öncelikle bu bağlantıyı koparmak, fitnenin başını ortadan kaldırmak gerekir. Bilgin tabiatlı Sultan, bu topluluğa bağlananları kısım kısım, isim isim kaydetmeleri için her yöreye kâtipler bilgili kâtipler gönderdi. Yediden yetmişe herkesin adının yüce makamlı divana getirilmesini istedi. Yazıcılar isimleri deftere kaydedince yaşlı ve gençlerden oluşan kayıtlıların sayısı kırk bin oldu. Ulaklar yazılan defterleri her yörenin hâkimine ulaştırdıktan sonra her yörede keskin kılıç, adım adım yazılanlara yöneldi. Bu öldürülenlerin sayısı hesaplanan kırk bini aştı.” (Hicabi Kırlangıç, İdris-i Bidlisi Selim Şah-Name, Kültür Bakanlığı, 2001, s. 136)