Alevilik yeni topraklarda filizleniyor
Artık Alevi toplumu ile istediğiniz gibi ilişki kurma(ma) dönemi bitiyor. Avrupa’da kamu okullarında Alevilik çoktan ders olarak okutulmaya başlandı. Üniversiteler Alevilik kürsüleri açmaya başladı. Dünyanın en iyi üniversitelerinde Alevilik doktora tezleri yazılıyor ve birer birer en iyi uluslararası yayınevleri tarafından basılıyor. Kısacası Alevilik bir inanç olarak artık ayakları üstünde duruyor, hem de sadece Anadolu’da değil hiç bilmediği yeni topraklarda da.
Bedriye Poyraz*
Yeni bir coğrafyada yeni bir ülkede, Almanya’nın Kuzey Ren- Vestfalya Eyaleti'nde, farklı bir kültürde Alevilik bir inanç olarak tescillendi. Bu başarı hiç kuşkusuz Alevi örgütlenmesinin başarısıdır. Bunun arkasında yüzlerce hatta binlerce Yol hizmetkarının emeği var. Bu emekleri, yapılan fedakarlıkları tek tek saymakla bitmez. Avrupa’ya özellikle de Almanya’ya 1960’lar ve 70’lerde giden Alevilerin destansı göç hikayeleri ne yazık ki henüz yazılmadı. Trajediler, kayıplar yok oluşlarla dolu bu göç serüveninde, Aleviler, Aleviliğin köklendiği topraklardan uzakta bir ilki gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Alevi inancını dilini, dinini hukukunu, kültürünü bilmedikleri yeni bir ülkede yeni bir toprakta ve yeni zamanlarda, son derece sınırlı olanaklarla nasıl pratik edeceklerine ilişkin çaba içine girdiler. Bu aslında sanıldığından daha zordu. Bir kere Aleviliğin özgün ve köklü kurumlarını, ocak sistemini bu yeni topraklara nasıl taşıyacaklarına ilişkin önlerinde hiçbir deneyim, bilgi, örnek yoktu. Hatta bu insanlara yol yordam gösterecek doğru düzgün okumuş ve dil bilen kimseleri de yoktu. Ama inandıkları inançları onlara kılavuzluk yaptı ve bu yabancı topraklarda eşsiz tekil öykülerle kendilerine bir alan açmayı başardılar.
Bilindiği üzere Almanya’ya ve diğer Avrupa ülkelerine özellikle ilk yıllarda gidenler orada çok ağır işlerde çalıştılar. Çoğunlukla gece uykularından fedakarlık yapıp çift vardiya yaptılar. Küçük yaşta çocuklarını evde yalnız bırakıp işe gitmek zorunda kaldılar. Kısacası ekmek parasını zor kazandılar. Kazandıkları bu ekmek parasından yani çocuklarının boğazından keserek ibadet edebilecekleri mekanları öncelikle kiralayarak daha sonra, satın alarak yavaş yavaş bugünkü koşullara geldiler. Mekanları satın alırken büyük borçların altına girdiler ve çoğu zaman evlerini ipotek ederek krediler alabildiler. Dernek üyeleri, mülk edinme sürecinde derneklerin inşaatından tutun da günlük temizliğine kadar bütün işlerini kendileri yaptılar. Bu mekanlarda hiç kuşkusuz Yol’u sürdürebilmek için çeşitli etkinlikler yaptılar, konuklar davet edip, onları çocuklarının odasında misafir ettiler. Avrupa’daki Alevi çocukları misafir gelince kendi odalarının onlara verileceğini bilir ve kendisine yatacak yer arar. Derneklerde toplandıkları zaman herkes evlerinde lokmasını hazırlayıp götürür ama herkes kendi götürdüğünü satın alarak yer ki derneğe gelir olsun. En güzel olan da bütün bu işleri yaparken aralarından en ufak bir hiyerarşinin gözetilmemesidir. Mesela bir dönem başkanlık yapan birisi, sonraki dönem sekreterlik, şoförlük ya da aklınıza gelen herhangi sıradan bir görevi üstlenebilir. Tam da inanca yakışır bir şekilde.
Demokratik bir ülke olarak Almanya’da inanç özgürlüğü temel insan hakkı olarak belirlenmiş ve Anayasa’nın dördüncü maddesi tarafından ayrıntılı olarak güvence altına alınmıştır. Almanya’da yapılan şey şimdiye kadar bir tür sivil toplum örgütü gibi çalışan ABF’nin, kamu yararı güden bir kurum olarak tanınmasıdır. Tamamen hukuki olan bu kararın, Aleviliğin tanımlanmasına yönelik değil kurumları yani ABF’yi tanımlayan, niteleyen bir hak olduğunu vurgulamak gerekir. Bir diğer ifadeyle devletin ve siyasi iktidarın müdahalelerinden tamamen bağımsızdır. Herhangi bir sivil toplum örgütünün kamu yararı taşıyan bir kurum olmasının nasıl Türkiye’de belli koşulları varsa, çok daha ağır koşulları Almanya’da da geçerlidir. Bu hakkın alınması uzun bir sürecin ve çok ciddi emeğin sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bu süreçte geriye doğru on yıllık bütün faaliyetler, harcamalar, bütçe, didik didik incelenip raporlar yazılmış ve kamu tüzel kişiliği bu raporların sonucuna göre verilmiştir. Alevi toplumu, Alevi inancı ve Alevi örgütlenmesi bunu fazlasıyla hak etmişlerdir.
Türkiye’de iktidarın sahipleri özellikle de ortakları, Bahçeli ve Perinçek bu durumdan çok rahatsız oldular. Bu demektir ki Aleviler her zaman olduğu gibi yine doğru yoldalar. Devletin sahibi olduklarını düşünenler elbette mesele Aleviler ve Alevilik olunca oyunun kurallarını istedikleri gibi belirlemeye, istedikleri anda bozmaya, istedikleri zaman değiştirmeye o kadar alıştılar ki, bu konforlu alandan vazgeçmek kuşkusuz çok zor. Ama bu yöntemin yani bu yolun sonu geldi. Devlet, Alevilerle sadece katliamlarla ve asimilasyonla ilişki kurdu. Başka bir ilişki biçimini bilmiyor hatta bilmeye tenezzül bile etmiyor. Üstelik devletin Alevilerle kurduğu ilişkinin yöntemi hiçbir zaman değişmedi. Sık sık Alevilerin evleri işaretlenerek sizi istediğimiz zaman yine katlederiz yine yakarız tehdidi hep taze tutulmuştur. Asimilasyon deseniz hiç hız kesmeden devam ediyor. Dersim’de FETÖ’nün yerini onlarca tarikat doldurmak için yarışa girdi bile. Alevi çocuklar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına rağmen, zorunlu Sünnilik derslerinde bitimsiz bir işkenceye tabi tutuluyorlar. Üstelik bu çocuklar lise ve üniversite giriş sınavlarında matematik kadar Sünnilik sorularını da yanıtlamak zorundalar, yoksa sınavda başarılı olmaları mümkün değil. Mesela ne kadar zeki ve çalışkan olurlarsa olsunlar mühendis ya da doktor olamazlar. Neden? Çünkü inanmadıkları, kendilerine ait olmayan Sünni inancını bilmedikleri için. Düşünseniz öylesine bir rahatlık ki bugünkü iktidar, adına Alevi açılımı dediği sözde açılama Maraş Katliamı'nın en önemli sorumlularından birisi olan Ökkeş Kenger (Şendiller)’i çağırma aymazlığını yapabiliyor.
Ama artık Alevi toplumu ile istediğiniz gibi ilişki kurma(ma) dönemi bitiyor. Avrupa’da kamu okullarında Alevilik çoktan ders olarak okutulmaya başlandı. Üniversiteler Alevilik kürsüleri açmaya başladı. Dünyanın en iyi üniversitelerinde Alevilik doktora tezleri yazılıyor ve birer birer en iyi uluslararası yayınevleri tarafından basılıyor. Kısacası Alevilik bir inanç olarak artık ayakları üstünde duruyor, hem de sadece Anadolu’da değil hiç bilmediği yeni topraklarda da.
*Prof. Dr.