Dr. Ali Edizer’in bir günlük şöhreti, sözleşmesi feshedilerek görevden alınmasıyla sona erdi belki ama fikirleri iktidarda. Boşanma Komisyonu'yla hem toplumsal görünürlük kazandı öteden beri var olan bu fikirler hem de siyasi iradenin söylemine yerleşti. Giderek pervasızlaşan Medeni Kanun karşıtlığı ve tabi ki kadın düşmanlığı din, gelenek, örf, adet, yerli ve milli aldatmacasıyla sürdürülen toplum mühendisliği çabasının önemli bir ayağını oluşturuyor. Kadın kazanımlarına saldırılar ve meşhur komisyonun raporu arasındaki ilişki o kadar açık ki yıllardır hedefin Medeni Kanun olduğunu söyleyegeldik ama geniş kesimlerin gündemine giremedi. Dönem dönem yerden mantar biter gibi kamuoyu önüne çıkan sosyal medya şebekleri sayesinde usul usul işletilen plan, program ayan oluveriyor işte ve yüzlerce eylemin, basın açıklamasının yaratamadığı etki bir anda oluşuyor. Sosyal medyanın gücüyle belki doktorun arzu ettiğinin tersine etki yarattı ve görevinden alınması mümkün oldu. Adalet arayışının medya ve sosyal medyadan yükselişi gibi “aldatma, Allah ruhsat vermiş onu da al, yuvanı yıkma” ve benzeri mesajlara itirazlar da demokratik katılım işlevi gördü. Ülkemiz demokratik olduğu için değil; siyasi irade Medeni Kanun'u ve eşit yurttaşlık haklarını korumak istediği için değil; henüz zamanı gelmeden konuşarak zihinlerde olanı aşikar ettiği için görevden alındı doktor. Erken öten horoz kesildi yani.
Hazır elleri değmişken Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'na (TİHEK) ve Kurul Başkanı Süleyman Arslan’a da aynı işlemi uygulamaları gerekiyor. Başkan azledilmeli ya da istifa etmeli. Kurum kuruluş kanunundaki asli görevi doğrultusunda işletilmeli. EŞİK- Eşitlik İçin Kadın Platformu, pazar günü bu konuda bir basın açıklaması yayınladı.
Ali Edizer gündemi işgal ettiği için galiba dikkatlerden kaçtı. Eski adıyla GATA Dekan Yardımcısının sosyal medya paylaşımlarından çok daha vahim, Başkan Süleyman Arslan’ın kişisel ve kurumun resmi hesabından yapılan paylaşımlar. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, insan hakları hukukunu çiğniyor mesajlarıyla. Kadınların ve çocukların haklarını yok sayıyor. Kısacası hak ihlallerini önlemek için çalışması gereken kurum hak ihlali yapıyor. Aynı zamanda ayrımcılıkla mücadele etmesi gerektiği halde ayrımcılık yapılmasını teşvik ederek eşitsizliklerin toplum ve devlet hayatına yerleşmesi için görüş bildiriyor. Örneğin Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu hesabından yapılan şu paylaşım Ali Edizer’in paylaşımından hiç farklı değil. Sadece onun gibi kanırtarak değil kitabına uydurarak ve halk ağzıyla söylersek biraz daha usturuplu ifade edildiğini görüyoruz aynı fikrin:
“Ahlak noktasında farklı aile formlarının meşruluk kazanması toplumu bitirir, kaosa götürür. Eşler arası sadakatsizlik yaşandığında boşanmak her şeyi çözmüyor. Eşlerin aile onurunu gözetmesi bir görevdir. Çocuklar ise sağlıklı bir aile ortamında büyüme hakkına sahiptir.” Aile onuru ne ya hu? İnsanın onurunu gözetmesi gereken kurum, aile kurumuna onur biçiyor. Tıpkı aile içinde işlenen suçları ört bas ederken çeteleşen ailenin kullandığı aile şerefi kaygısıyla insanı değil, kurumu koruma refleksi sergiliyor hem de kuruluş kanuna aykırı olarak. Sadakatsizlik nedeniyle boşanmayı, yeni sorunlar yarattığı gibi absürt bir nedenle olumsuz gösterirken kurumun mesajını Ali Edizer’den ayıran tek şey, cümleyi burada kesip devamını getirmeyişi. Yutkunmuş kısacası, kurumun konumu gereği yutkunmuş sadece. Ayrıca nikah kılıfıyla istismarı meşru kılmak isterken haklarını gözetmediği çocukları sıra boşanmaya gelince hatırlaması ne yaman çelişki.
EŞİK Platformu “Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Hangi İnsan Haklarını Koruyor?” başlığıyla yayınlandı. Ben sorunu biraz daha temelden ele alıp kurum, kadınları ve kız çocuklarını insan sayıyor mu, merak ediyorum. Kuruluş amacına aykırı açıklamalar, ister istemez bu sorulara cevap aramayı gerektiriyor. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, kurumun resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamalarda İstanbul Sözleşmesi hakkında gerçeğe aykırı beyanlar ileri sürmüş, çocuk yaşta zorla evlendirmelerin önünü açacak bir öneri getirmiştir. Arslan’ın aşağıdaki açıklamaları, 30 Eylül’de hem TİHEK’in kurumsal Twitter hesabından hem de kendi özel hesabından paylaşılmıştı:
"Erken evlilik ve cinsel istismar suçu ayrıştırılmalıdır. İnsanlar sadece erken bir yaşta evlendi diye yüz kızartıcı suçlardan yargılanmamalıdır. Bu durum başta bu evliliklerden doğan çocuklar olmak üzere kişinin ve ailesinin haklarını ihlal etmektedir."
TİHEK mesajına verilmesi gereken cevabı, EŞİK basın açıklamasından okuyalım:
“Burada 'erken evlilik' ile; 18 yaş altı ve genellikle kız çocuklarına ebeveynlerinin kararıyla, zorla yaptırılan evlilikler kastedilmektedir. Bu evlilikleri, sadece büyükler onayladı diye kabul etmek ya da evlilik ile örtbas edilmeye çalışılan tecavüzü, sonradan evlilik gerekçesiyle çocuklara karşı işlenen cinsel istismar suçundan farklı görmek, çocuk istismarı suçlarını aklamanın ötesinde, 'evlilik' adı altında bütün çocukları istismara ve tecavüze açık hale getirerek, hayatları boyunca şiddet ortamında yaşamaya mahkûm etmek anlamını taşımaktadır. Süleyman Arslan’ın çocuk cinsel istismarını meşru göstermeye çalışan yaklaşımı, çocukların insan haklarını yadsımakla kalmayıp, ihlalleri hoş görerek insan haklarını açıkça çiğneyen bir anlayışı yansıtmaktadır.”
Aynı gün kurumun ve başkanın mesajlarından İstanbul Sözleşmesi de payını almıştı: "İstanbul Sözleşmesi ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak bizim değer yapımıza uygun olmayan tarafları olduğu açıktır. Farklı aile tipleri, ailesiz yaşam, gayrı meşru yaşam sözleşmeyle meşrûiyet kazanmaktadır."
EŞİK cevabı şöyle: “İstanbul Sözleşmesi bir toplumdan diğerine göre değişen bir değerler belgesi değil, uluslararası insan hakları hukukuna dayanan, cinsiyete dayalı şiddeti önlemek amaçlı evrensel normlar bütünüdür. Sözleşme tüm diğer uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve TC Anayasası’nda da yer aldığı üzere; garanti altına aldığı hakların hiçbir ayrımcılık yapmadan uygulanmasından bahseder. Arslan bu sözleri ile salt İstanbul Sözleşmesi’ni değil bütün uluslararası insan hakları sözleşmelerini hedef almıştır.”
TİHEK’in ve Arslan’ın yine insan hakları ilkeleriyle bağdaşmayan, kadın-erkek eşitliğine aykırı, cinsiyetçi ahlak anlayışını yansıtan aynı güne ait bir diğer mesajı da şöyleydi: "Anayasa Mahkemesi zinayı suç olmaktan çıkarmamış sadece kadın ile erkek arasındaki ceza uygulaması eşitsizliğini kaldırmıştır. Zina evrensel bir suçtur. Bu noktada tüm yasamanın sorumluluğu bulunmaktadır. Sadakatsizlik bir suçtur ve suç olarak düzenlenmelidir.”
Zinanın yeniden suç olarak tanımlanması isteğiyle sadakatsizlik yani zina nedeniyle boşanmanın çözüm olmadığını belirten iki ayrı mesajın içerdiği çelişki ortada. Çelişkiden ziyade eşitsizliklerin pekiştirilmesi misyonu açığa vuruluyor demek daha yerinde olur. Yoksulluk nafakası, istismarcı affı, icralık çocuklar, mağdur babalar… Her biri Medeni Kanun'la elde edilmiş kadın kazanımlarına saldırı olarak kadınların eşit yurttaşlık haklarını aşındırma girişimiydi. Yine aynı şekilde aleyhine kara propaganda yapılan toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, kadın beyanı esastır ilkesi, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı şiddetle mücadele yasası, kağıt üzerindeki eşit hakların, yaşanılabilir kılınmasını hedeflediği için itiraz konusu. Medeni Kanun karşıtlığını ve kadın düşmanlığının sözcüsü konumuna gelen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, asli görevine döndürülmeli ve kişisel hesabından aynı söylemi yükselten başkanı Süleyman Arslan görevden el çektirilmeli.