18 Mart benim için bir heyecandı. Bilmeyenler için söyleyeyim: Çanakkaleliyim. Çocukluğumdan bu yana, her 18 Mart’ta kentimi, kendimi hatırladım. Çocukluğumdaki saflığı, geçit törenini izlemek için erkenden Cumhuriyet Meydanı’nda yerimizi alışımızı, üstümüze giydiğimiz “yeni urbalar”ı ve kurduğum arkadaşlıkları… “Hey Onbeşli”den “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı”ya uzanan türküler, “zafer”i anlatan marşlar ve okullarda yaptığımız müsamerelerde okuduğumuz şiirler, her okuyuşumda/dinleyişimde 18 Mart’ı ve o heyecanı bana yaşattı, hatırlattı.
Son üç yıldır 18 Mart’ın anlamı bambaşka. Değişen ve caddelerden mezarlıklara taşınan anma törenlerinden söz etmeyeceğim. Bu anlam değişiminin marşlardan dualara geçişle de alakası yok. Şüphesiz onlar üzerine de bir sürü cümle kurabilirim ama bu yazının konusu, 18 Mart’ı “yeni” kılan, bir isim; çocukluğumdaki saflığı yüzünde gördüğüm, kirlenmemiş bir “çocuk”: Ali İsmail Korkmaz. Adı sadece hafızamıza değil, yüreğimize de öyle bir kazındı –ki çıkması mümkün değil.
Ali İsmail, tanımadan, görmeden sevdiğim kardeşlerimden biri. Son dönemini Eskişehir’de geçirdiğine bakmayın, Antakyalı. 1994 doğumlu. Altını çiziyorum: 1994 doğumlu. Yaşasaydı, dün 23. yaşını bitirmiş olacaktı. Oysa dört yıldır yok Ali İsmail. 19 yaşında elimizden alındı.
'TANIMADAN SEVDİM ONU'
Dedim ya, tanımadan sevdim onu: Fotoğraflarından ve yazdıklarından tanıdım, ailesinin ve arkadaşlarının anlattıklarıyla sevdim. Arkadaşım gibi, kardeşim gibi sevdim. Onu anlatmam mümkün değil ama bilgileri, adına kurulan ALİKEV’in (Ali İsmail Korkmaz Vakfı) sayfasından alabilirim: “Hayata sımsıkı bağlı; yüreği doğa, insan, hayvan sevgisiyle çarpan bir genç” olarak tanıtılıyor Ali İsmail. Akılcı ama burcundan gelen bir hayalperestliği var: Tipik bir balık! Daha 17 yaşındayken, lisedeki arkadaşlarıyla başlattığı “Toplum İçin Gençlik” hareketi, hayallerini aklıyla birleştirerek attığı ilk adım. Huzurevi ziyaretinden kitap yardımına, okul bahçesinin temizlenmesinden engelliler için mavi kapak toplamaya pek çok şey yapmış bu hareket. Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazanması, ikinci büyük adımı. Yazık ki sonun başlangıcı bu.
Akla şu geliyor: Ali İsmail Eskişehir’e gitmeseydi, başka bir yeri kazansaydı ya da Antakya’da kalsaydı ne olurdu? Her koşulda Gezi direnişine katılırdı, bundan eminiz. Belki yaşardı, bilemeyiz. Onu bizden alanlar, karanlık bir sokakta pusu kurmuş eli sopalı kişiler. Her yerde varlar ve yazık ki o gün Ali İsmail’i buldular. Bildiğimiz şeyi bir kere daha hatırlatmak için ALİKEV’in sayfasına bağlanayım: “Başına aldığı sert darbeler nedeniyle beyin kanaması geçiren Ali İsmail, 38 gün komada kaldıktan sonra 10 Temmuz 2013 tarihinde aramızdan ayrıldı. Arkasında, kısacık ömrüne ancak bir kısmını sığdırmayı başardığı hayallerini gerçekleştirmeye ant içmiş bir halk bıraktı…” Vakfı kuran, ailesi. Amaçlarını şöyle açıklıyorlar: “Biz ailesi olarak, Ali İsmail’in bu hayallerini bir vasiyet olarak gördük ve onun yarım kalan düşlerini hayata geçirmek için Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nı kurduk. Bu vakıf ile amacımız; Ali İsmail’in yarım kalan düşlerini insanlara anlatarak, onun gibi düşünen ve faaliyetler yapan binlerce, hatta milyonlarca Ali İsmail’lere ulaşmak.”
Ali İsmail anısına çok şey yazıldı. Kıbrıs türküsü “Mağusa Limanı” onun için söylendi mesela: “Mağusa Limanı limandır liman / Beni öldürende yoktur din iman / Ulan Alim uyan, uyanmaz oldun / Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun…” Ali İsmail’in dayanamadığı, bıçak yarası değil sinsice atılmış kahpe yumruklardı. Belki de bu yüzden kaybı canımızı hep çok acıttı.
'ŞİMDİ BAĞRIM BOZGUN YERİ...'
Ferhat Tunç, Ali İsmail’in ardından bir ağıt yaktı. Sözlerini Ahmet Can Akyol’la yazdığı ağıt, can acıtan cinsten: “Canımdan tenimden benim / Koparıp aldılar seni / Seni seni oğul seni / Şimdi bağrım bozgun yeri // Ah o dağlar yasım tutsun / Feryadıma isyan olsun / Acılar sus pus olurken / Yüreğim nasıl unutsun oğul? // Oğul oğul oğul / Evimin ışığıydın sen / Ali İsmail’imdin sen / Yanarım şimdi yoksun sen // Kara haber şer olurmuş / Sevincime kan doldurmuş / Yudum yudum büyüttüğüm / Yavruma pusu kurulmuş // Ah o yollar yasım tutsun / Matemime şahit olsun / Her acıya katlanırdım / Ölüm benim neyim olsun…”
Bir başka can yakan şarkı, Kaan Tangöze imzalı “Taksim Meydanı”: “Yunus Emre Caddesi'nde, bir sanayi sokağında / Gözü dönmüş kahpe döller pusu kurmuş karanlığa / Katli vacip görülmüş, sebep özgür olmasında / Alev almış bir ateş bu şimdi Taksim Meydanı'nda yanar…” 28 Mayıs gecesi YouTube üzerinden paylaştıkları “Eyvallah” ile Taksim Meydanı’ndaki ateşin işaret fişeğini çakan Duman’ın solisti Kaan’dan gelen bu ağıt, öyle anlamlı ki… Onun için yapılan, yazılan ya da uyarlanan şarkıları/türküleri tek tek anmak sadece yazıyı uzatmakla kalmaz acımızı artırır.
İyisi mi, Ali İsmail’le özdeşleştirdiğimiz bir toplulukla bitireyim yazıyı ama bitirmeden, Fenerbahçe tribünlerinden yükselen marşı unutmayayım: “Daha 19 yaşında / Düşlerinde özgür dünya / Öptüğün çubuklu forma / Yaşayacak anısına / Ali İsmail Korkmaz / Fenerbahçe yıkılmaz…”
Ali İsmail’i üzerindeki Pink Floyd tişörtüyle özdeşleştirdik: Roger Waters konserine gitme hayali kurarken, belki de bunun için para biriktirirken, 'duvar'da bir fotoğraf olarak yerini aldı. O gün orada bulunanlar hep bir ağızdan “Her yer Taksim her yer direniş” sloganını atarken Ali İsmail’in sesi oldu. Sadece Ali İsmail’in değil, Gezi direnişi sırasında kaybettiğimiz kardeşlerimizin sesiydi bu. Onların sesiydik. Düşlerindeki özgür dünyayı henüz kuramadık ama düşümüzü ortaklaştırdık. Şimdi, attığımız adımları hem de onun için atıyoruz. Daha güzel bir geleceğe ulaşmak istiyorsak, birlikte yürümek zorundayız.